İKBAL’in ALLAH RESÛLÜ’ne Şikâyeti
Ünlü mütefekkirler ve mücahidleriyle meşhur ve malûm, ARZ’ın feyz ve bereketli memleketlerinden olan Pakistan için Muhammed İKBAL, manevî, dinî ve ilmî şahsiyeti yüksek muttaki bir Allah dostudur. Ölümünden 6 yıl önce, hasta olduğu 1932 yıllarında, bedenî ızdırablarına, daha ziyade Dünya’daki İslâm âlemi’nin yetişen, ama aslında yetişemeyen gençliğinin ruh hâlinden duyduğu acılar galebe çalmaktadır. Müslüman Hintli Mücahidler şiiriyle Hindistan‘daki Müslümanlar’ın İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarına büyük tesiri olan.. İslâm’ın gaye ve geleceği, Müslüman’ların istiklâli için Dünya İslâm Devleti fikrini ortaya atan bu insan.. Risalet-i Muhammediye’ye mensubluğundan iftihar ederken, o günün Garb meftunu dalkavuklara da öfke duyan ve baş olmayı İslâm’ın Hakkı olarak gören bu adam diyordu ki; “Bardağını ecnebilerin nehrinden doldurmaktan imtina eden gayretli bir fakire lûtfedersiniz Ey Allah’ın Resûlü!”
..Ve; İslâm’ın NUR’unu terk ile Garb’a doğru itilen yeni nesil adına tarifi imkânsız hasret çekerek üzüntü duyan bu mübarek insan.. Devrinin Rezalet Gençliği’ni şikâyet etmek ve de teselli bulmak için Allah Resûlü Hazret-i Muhammed’in huzuruna varır ve şu mükemmel iç buhranını dile getirir;
“Ey Allah’ın Resûlü, ölümden korkan bu milleti sana şikâyet ediyorum. Sen Lat ve Menat gibi eski putları kırdın. Yıpranıp vücuduna ölüm sızan kocamış âleme ruh verip yenilettin ve bu sayede âlem iman, şefkat, tesbih ve ezan ile yeni bir gün karşıladı. Kendisine telkin ettiğin Kelime-i Şehadet’ten uyarıklık, huzur ve nur almaya başladı.
Biz her ne kadar putperestlikde köklü ülkelerde doğduk ise de Öküz’e, Sığır’a tapmadık. Kâhin ve Sehene’lerin önünde başımızı eğmedik. Ne eski putların önünde secdeye kapandık, ne de Kral ve Emir’lerin köşkleri çevresinde tavaf edip dolaştık. Bu fazilet getirdiğin dinin ve yaptığın cihadın eseridir. Çünkü biz, âlem için serdiğin sofradan beslendik. Verdiğin terbiyeyi aldık. Asırlar boyunca senin sözlerin Ümmed için ışık ve sevinç kaynağı olarak devam etmiştir. Yoksulluk ve mahrumiyetlerde kıvrandığı hâlde izzet ve iffetini muhafaza etmiştir. Yalnız bugün İslâm Âlemi güç ve değerinden bir çok şeyler kaybetmiştir.
Ben İslâm âleminin muhtelif ülkelerini gezdim. Arap ve Arap olmayan beldeleri ziyaret ettim. Sana iktida edip seni ananları göze çarpabilecek kadar az gördüm. Ebu Leheb’i temsil edip yoluna sülûk edenleri ise her yerde çok gördüm.
Müslüman gençlerin akılları, kalb ve vicdanları ise kararmıştır. Gençlikleri çok nazik ipek gibi incedir. Yeni bir ümidleri olmadığı gibi uzağa bakacak halleri de yoktur. Kölelikde yetiştiler. Birkaç nesildir bu durum böyle devam ediyor. Artık onlar ne hürriyet umarlar, ne de güçleri ona yeter.
Yeni eğitim proğramı ve onun müesseseleri onların dini hislerini aldı. Tarihe malettiği Garb’a meftun olup kendi değerlerini kaybettiler. Garb’tan bir parça ekmek veya bir avuç arpa sadaka olarak beklemektedirler. Değersiz bir parça ekmek için yüce şahsiyetlerini sattılar.
Yüksekte uçan atmacalar küçücük serçelere döndüler. Yüksekliğin ve uzak gayelerin ne demek olduğunu bilmez oldular. Bilgileri az olan yeni neslin hocaları, Müslüman neslin makam ve rütbelerini kendisine bildirmediler. Garb ateşi mum gibi bu nesli eritti. Yeni bir kalıba soktu. Cehennemi andıran bu dünyada suretini değiştirip alt üst etti. Müslüman öyle oldu ki, ölümün sırrını ve lezzetini bilmiyor. Eskiden iman ettiği gibi “Allah’tan başka bir galib yoktur” gerçeğine iman etmiyor.Kalbi göğsünde öldü. Uyku ve yemesinden başka bir şey düşünmüyor. Garb’ın Müslüman hakkındaki görüşü şudur: “Bir karnı doyurmak mukabilinde yüz Müslüman öldürmektir.”
Müslüman putları kırıp İbrahim Halil’in torunluğunu asırlarca devam edebildiği hâlde şimdi putları yapan Azer oldu. Avrupa’nın yeni putlarını satın aldı. Yeni nesilin dirilişi için: “Kendine gel! Garb uygarlığı bizi büyüledi” denmeye ihtiyacı vardır. Garblılar savaşsız bizi öldürdüler. Senin Ümmed’in (Ey Allah’ın Resûlü) ve Sahabe’lerin ve Kisra ve Kayser’lerin tahtını devirecek güçte idiler. Bugün de âlem, yeniden Allah’a inanan, başkasını inkâr eden uygarlığın tılsımını kırıp büyüsünü kaldıracak yeni bir hamle beklemektedir.
Nefsim sana feda olsun ey şerefli Suvari, Allah aşkına dizginini tut azıcık.. Benim için dur.. Dilim tutulup dönmemekle beraber elem ve kederlerimi sana söyliyeceğim. Ben çekişen aşk ile edeb kuvvetleri arasında kaldım. Aşk bana diyor ki; Cesur ol, konuş, sen sevgilinin huzurundasın. Edeb de bana diyor ki; Sakın konuşma gözünü aç, dudaklarını kapat. Aşk: yolunu bilmeyen değnektir. Edeb nedir bilmez, Ben, senden iltifatlı bir bakış istiyorum. Ben, yolunu şaşırıp oynayan ve avcıların hasretlerini çektikleri bir Ceylân’ım.. Senin haremine sığındım. Ben senin kucağına atıldım. Benim sesim boğazımda sıkışık kalmış, alev göğsümden ayrılmıyor. Nefeslerim kalbin yanışından, göğsün alevinden kesildi. Fecr Vakti’nde, Kur’an-ı Kerim’den gördüğüm lezzeti şimdi görmüyorum. Kalbin duymadığı iç kaynaşma şimdi nasıl duracak? O nihayetsiz boşluklara, hudutsuz gökler genişliğine muhtaçtır. Vücut ve ruhumun çektikleri dâvâsız hastalıklar nasıl hastalıklardır?
Doktorların bana vasfettikleri ilâçlar, benim hasta ruhuma uymuyor. Artık onun acısına ve kokusuna tahammül edemem. Ben öyle bir hastayım ki bir doktora başvurmak istemiyorum. Acı ilâcı bana içirdikleri zaman çocuklar gibi ağlıyorum. Onu yutabilmek için tatlı ile karıştırıp kendimi aldatıyorum. Ben İmam-ı Buseyri gibi gözümün açılmasını, sıkıntıdan çıkmama, kaybettiğim günün dönmesini istiyorum.
Senin ümmed’inin asileri senin şefaatinden dolayı başkasından daha mes’ud, daha bahtlıdır. Şefkatli anne şımarık çocuklarını affettiği gibi..
Ben gece karanlığında ibadet yapanlar gibi savaş hâlindeydim. Lâmbamı yandırmak için yeni bir zeytinyağını bana ver. Senin varlığın âlem için bir baha, insanlık için gıdadır. Öyle ise âlemi aydınlatan nurlu güneşin ışığından bir ışık enden esirgeme. Cismin değeri ruh ile, ruhun değeri de sevgini verdiği ışık iledir. Ben, Cenab-ı Hakk’ın başkasından ümidimin kesilmesin istiyorum. Beni ya bir kılıç veya bir anahtar yap. Keskim zekâm Fıkıh ve Dini Hikmetler sahasında beni ileriye aldı, beni amelim beni geriye bıraktı.
Benim istediğim sert ve sağır bir dağdan bir nehir sütun akıtılması. Kendisinden istenilen Ferhad’ın istediğinden daha güç ve daha zordur. İsteğimi tamamlamak ve arzularımı gerçekleştirmem için keskin aletlere çok güçlü bir kuvvetle ihtiyacım vardır. Ben, şahsiyet ve istidatlarıma inanırım, inkâr edemem. İyi bir demirim. Beni bile(yle).
Ben her ne kadar geçliğimi yaratıp hayatımı mahvettim ise de kalb denilen bir nesneye malikim. Ona karşı gayretim vardır, onu gözlerime saklarım. Çünkü o asil atın ayağının toprağından bir eser taşıyor. Dünyanın süsünden mahrum olan köle, ancak efendim şefkat ve eğilimi ile teselli bulur. Efendisinden ayrılık hayatını ölüm olarak telâkki eder.
Kür’e Arap aşkını veren Ey Resûl! Senin yüce huzurunda hiddinin şevk ve elemlerini sana arz etmeğe müsamaha buyurun. O’ kederli bir kalb, yaralı bir ciğer taşıyor. Dost ve meslekdaşları onun çektiği keder ve elemi bilmezler. Rahat etmeyip sesi kesilmeyen çalgı âleti gibi onun hazin sesi kesilmiyor.”
Kaynak:
Hilal Mecmuası-110 Kasım
Tabirler:
Sehene: Sakin olanlar, oturanlar
Menat: Mişellel Dağı tepesindeki puttu
İktida etmek: İmama uymak, takib etmek
Sûlük: Yoluna girmek, yolundan gitmek
Vasfetmek: Bir şeyin vasıflarını tarif etmek
İmam-ı Buseyri: 1295’te vefat eden Mısırlı İmam. Resûlullah (A.S.M)’e olan aşkını anlatan kasîdeleri meşhurdur.
Fıkıh ilmi: Dinin hükümlerini bildiren ilim
Muttaki: Takvâ üzre yaşayan Mü’min
YORUMLAR
Yüreğiniz dert görmesin üstad...Değerli yazınız için teşekkürler...
bekirce
Selâm ve dualarımla