Sıcak Bir Yaz Günü
Eski yaz günleri, soğuk ayran ve limonata serinliğinin karlı dağlardan gelen esintisi demekti. Yahut, obruktan çıkarılmış bembeyaz karın; bal şerbetiyle karsambaç yapılıp afiyetle kaşıklanması.
Sonra, talaşla erimesi yavaşlatılan buz kalıpları arasında soğutulan şehir gazozu…! Ki çocukluğumuzun en doyumsuz güzellikleri içinde ayrı bir yeri vardı şehir gazozunun. 25 kuruşa aldığımız buz gibi gazozu, bitmesinden korkarcasına ağır ağır içer, kapağını da değişik oyunlarda kullanmak amacıyla biriktirirdik. O zamanlar hiç aklımıza gelmezdi onun yerini başka içeceklerin alacağı.
Ama ne olursa olsun, hiçbir meşrubattan şehir gazozundan aldığım tadı alamıyorum ben. Artık, üretilmeyen şehir gazozu; anılarıma iliştirilmiş şirin bir ayrıntı olarak hayallerimde.Ne zaman sıcaktan bunalsam bir sebil gibi imdadıma yetişir o hayal. Sanki unuturum yaz günlerinin boğucu sıcağını.
Bütün bu anlattıklarıma bakıp da yaz günlerinden şikayetçi olduğumu sanmayın. Cümle yaratılmışlara Yunus’un baktığı pencerden bakmaya çalışırım. Ve zaman zaman Yunus’un “ Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” dizesini tekrarlamaktan ayrı bir haz alırım. Ayrıca yaz mevsiminin fakir mevsimi olduğuna inanırım. Yakacak tasası yoktur yazın. Bir kat giysin varsa akşamdan yıkarsın sabaha kurur. Sabah tertemiz giyersin.
Ramazan aylarının yaza geldiği yıllarda, (Ömrü olana 2010 Ramazanı da yaz döneminde avdet edecek)oruçlu iken; suyu özlemenin ne demek olduğunu öğrenmek gibi bir ayrıcalığa nail olmak da ayrıca güzel... İftar sofrasında dudakların kurumuş, dilin damağına yapışmış beklemek... Az sonra, ezanın okunacağını ve şükre kapı aralayacağını bilmek ayrı bir haz. Ezanı duyup kana kana su içmek paha biçilemeyecek bir nimet…
Nedense, envai marka içeceğin arzı endam etmesi beni pek ırgalamıyor günümüzde. Ben hâlâ, şehir gazozunu ve o serinleten anılara tutunmayı seviyorum. Bir de çocukluğumun Mersin sokaklarında bembeyaz giysileri , sırtlarında pırıl pırıl güğümleri, şakır şakır birbirine vurarak ses çıkaran tasları ile meyan şerbeti sunan ; o sıcaklarda bunalanlara bir hızır gibi yetişen şerbetçileri özlüyorum. Meyan şerbetinin damağımda bıraktığı o tatlı burukluğu özellikle özlüyorum tabi ki.
Ömrümüz vefa etti bir fukara mevsimine daha erdik şükür. Püfür püfür esen yosun ve tuz kokan deniz yeline hasret kalsak bile. O demleri anılarımızda canlandırmak tatlı bir burukluk veriyor gönlümüze. Kadim dostları, çocukluğumuzu ve dahi çocukluğumuzun Mersin’ini ta Ankara’da bir kez daha yad ediyoruz…
Ankara,19.06.2010 İ.K