- 4614 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Travesti
Çocukken aynı mahalle de otururduk. Adı Osman’dı. Belki de en iyi arkadaşımdı. Hatırlıyorum da, o zamanlar annesi, bizim bu Osman’a hep renkli, cicili bicili kız elbiseleri giydirir, saçını uzatıp bir güzel tarardı. Annemlerden duymuştun o zaman, meğer Osman’ın annesi hep bir kızı olsun istermiş. Kendini o kadar şartlandırmış ki, Osman doğunca ona hep bir kız çocuğu gibi davranmış.
Ortaokul yıllarına kadar durum böyle devam etti. O dönem bir şey fark etmiştim. Osman’ın giyinişi kadar davranışları da bir tuhaflaşmıştı! Bir erkek çocuğundan çok bir kız gibi davranıyordu. O’nun bu halini fark eden çocuklar onunla çoktan alay etmeye başlamışlardı. O zamanlar sınıfta onun en candan dostu bendim. Çok iyi bir çocuktu aslında. Garipti. Sessizdi. Elinde ne varsa herkesle paylaşırdı. Babası, o daha çok küçükken annesinden ayrılmıştı.
Geçenlerde, Beyoğlun da eşim ve kayın pederim yürüyorduk. Gözlerim bir an az ötedeki kalabalığa takıldı. Orada bir şeyler oluyordu! Polisle bağıra çağıra münakaşa eden birilerinin sesleri geliyordu. Onların çevresine toplanan insanlar da gülerek ve alay edercesine olanları izliyorlardı.
Merak ettim, oradan geçerken yanaşıp bakmak istedim. Polisle tartışan kişilere dikkatle bakınca gözlerime inanamadım! Bunlardan birisi benim çocukluk arkadaşım Osman’ dı. Ama beni en çok hayrete düşüren Osman’ın tuhaf görünüşüydü. Sapsarı uzun saçları, ve altında minicik bir eteği vardı. Kısaca canım arkadaşım cinsiyet değiştirmişti.
İçim sızladı. O an ne yapacağımı bilemedim! Herkes, onların tartaklanmasını bir komedi filmi seyreder gibi kahkahalarla izliyordu. Yanıma gelen eşim ve kayın pederim de aynı şekilde olanları anlama derdindeydiler.
Polisler, Osman’ı kolundan tutup zorla ekip arabasına bindirmeye çalışıyordu.
Dayanamadım. Atladım kalabalığın ortasına. Polis memurlarının yanına giderek,
“Bir saniye, polis bey” deyip Osman’ı kolundan tuttum. Eşim ve kayın pederim gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış bana bakıyorlardı. Benim de yüzüm kızarmış, vücudumu ter basmıştı. Bu arada olanları büyük bir keyifle seyreden topluluk, yeni bir oyuncunun oyuna dahil olmasıyla daha da coşmuştu.
Osman salaklaşmış bana bakıyordu! Beni tanıyamadı önce, herhalde sivil polis zannetti.
“Osman, benim, Ufuk” dedim. “Çocukluk arkadaşın.”
Osman, bana baktı.. Baktı! Sonra utanmış ve mahcup birisinin haliyle,
“Ufuk! Sen misin?” dedi. Sonra ne olduysa birden ağlamaya başladı. O an sanki etrafımızı saran kalabalık yok, sadece birbirini çok özleyen iki dost vardık.
Ona hemen hasretle sarılmak istedim. O’nun da bunu ne kadar istediği parlayan gözlerinden anlamıştım. Ama! Sarılamadık. Sarılamazdık! Çünkü bu kardeşçe sarılmaya, anında kalleşçe bin tane laf yazılırdı. Gözüm bir ara, bize sırıtarak bakan topluluğa kaydı. İçimden dedim ki”
"Lan, vicdansızlar, sırıtarak, aşağılayarak baktığınız bu Osman, ya sizin kardeşiniz ya da oğlunuz olsaydı, gene böyle mi davranacaktınız?”
Zoraki polislerden bin bir ricada bulunarak, onu bir kenara alıp götürdüm. Bu sırada yanıma gelen eşim ve kayın pederime de durumu anlattım. Çok şaşırdılar. Bir şeyler diyecek gibi oldular ama yanlış bir şey söyleriz diye sustular.
Osman’la konuşmak istedim. Ne oldu da bu hale geldi, öğrenmek istedim. Fakat, bir yandan Osman’ın şu an herkesin bize bakıp laf atmasına neden olan çekici kıyafeti, bir yandan eşim ve babası..
Ama, ne olursa olsun bir zamanlar kardeşim gibi sevdiğim, Osman’ la konuşmak istiyordum.
Onu böyle görüp de bırakamazdım. Sonra kendi kendime “ Cehennemin dibine kadar kıyafeti de, bize küçümseyerek bakan insanların pis bakışları da”dedim.
Belki de bu adilerin çoğu Osman ve ya onun gibileriyle yatmış, şimdi de bize namus abidesi kesiliyorlardı.
Bizimkilere, Osman’la konuşmam gerektiğini söyledim. “Siz biraz dolaşın, ben geliyorum dedim.” Yüz ifadelerinden, o an benimle ilgili ne düşündüklerini çözemedim. Belki” Aferin bizimkine nasılda arkadaşına sahip çıktı” dediler, belki de “ Sakın bizim oğlanın, bu dönmeyle bir numarası olmasın” dediler.
Osman’la fazla yürümeye meydan vermemek için hemen orada ki bir cafeye oturduk.
“Osman ne oldu?”dedim. “Nasıl oldu?”
Osman yüzünde acı bir gülümsemeyle anlatmaya başladı.
“Ufuk beni kim yaktı, kim bu hale getirdi biliyor musun? Anam.. Anam yaktı beni! Ben doğmadan hep bir kızı olsun istemiş. Ben doğunca da beni karı gibi yetiştirdi. Zaten bazı erkeklerin içinde biraz ib..lik var biliyorsun. Anam da bana böyle davranınca kadınlığa meylettim. Sonra, hani mahalleden taşındık ya..Anam adi herifin biriyle evlendi. Adam sapık şerefsizin biriydi. Annemin olmadığı bir gün bana tecavüz etmeye kalktı. Bende tuz ruhunu adamın yüzüne boşalttım. Evden çıkış, o çıkış.
Sokaklarda yattım önce. Sonra köprü altlarında iğrenç arkadaşlıklar, dönülmez hatalar ve şimdi gördüğün gibiyim.
Osman anlattıkça derin bir öfkeye kapılıyor, kime, neye kızacağımı bilemiyordum. Ona yardım etmeliydim. Bu hayatı yaşamasına izin vermemeliydim. Kollarına baktım, faça ve enjektör izleriyle doluydu. Yaşadığı iğrenç hayatın bütün izlerini üzerinde taşıyordu.
“Osman” dedim. “Gel kardeşim bu hayata bir son verelim. Yani, elimden ne geliyorsa yaparım. İyi kötü param da var. Bak! Yalnız değilsin.
Osman gözlerimin içine umutsuzlukla baktı,
“Vay Ufuk’um vay! Sen o zamanlarda delikanlıydın, bak, şimdi de öylesin. Ulan, şu adi hayatta bana senin kadar el uzatan oldu mu? Gene aynı mertliktesin. Zaten senin kadar sevdiğim hiçbir arkadaşım olmadı.”
Ama ben bittim Ufuk, ben bittim. Artık beni ne para kurtarır, ne başka bir şey..
Hadi soruyorum sana, beni yanına alır çalıştırır mısın? Beni evlendirebilir misin? Benden karı mı olur, koca mı? Benimde bir çocuğum olur mu kucaklayıp öpeceğim , elinden tutup okula götüreceğim? Saçlarını öpüp , koklayabileceğim? Ben dönülmez yoldayım artık, dönülmez yolda. Sonuna kadar pisliğe bulandım. Bana hiç yanaşma kardeşim, benim canım kardeşim, pisliğim sana da bulaşır..."
Osman öyle şeyler söylemişti ki, ne diyeceğimi bilemedim. Aslında bir bakıma haklı gibiydi.
Onu işyerimde çalıştırsam, bizim kızlar ha bire aralarında onun taklidini yapar, kir kir gülerlerdi. Ya erkek elemanlar! Bir zaman sonra Osman’la ilgili sapkın düşüncelere girerlerdi. Çaresiz kalmıştım. Onu bu hayattan kurtaracak bir şey düşünemiyordum.
Ayrılma vakti geldi. Ayağa kalktık vedalaşırken ona sarıldım, göğüsleri bana değerken içimde bir acı daha hissettim. O günden sonrada bir daha hiç görüşmedik.
Bir gün, bir gazetenin orta sayfasında rastladım ona. Yerde yatan kanlı cesedin üzerinde, “Belgrad ormanında, takma adı Aysu olan, Osman M.’in boğazı kesik cesedi bulundu” yazıyordu.
O an yüreğim sanki mengeneyle sıkıştırılmış gibi oldu. İçimde çok büyük bir acı hissettim. O temiz kalpli gariban Osman ,böyle bir hayatı ve böyle rezil bir sonu hak edecek birisi değildi asla. Ama içine düştüğü anafor onu hayatın en izbe en beter diplerine çekmişti.
Suç kimdeydi acaba?
Osman da mı?
O’nu kız gibi giydirip, ruh halini faklı bir yöne saptıran annesin de mi?
Yoksa, çekip giden bir daha da, “Oğlum ne durumda” diye arayıp, sormayan sorumsuz babasında mı?
Ve yahut, Osman ya da Osman gibilere yardım eli uzatmak yerine onları, istismar eden, tükenişlerine duyarsız kalan bizlerde mi?
YORUMLAR
Bence bu kurgu olamaz, Böyle hikayeleri sürekli duyarız, okuruz. Herkesin başına gelebilir. Toplımsal duyarlılığımızın artması gerekiyor. Bu olayda da herkes sorumlu bence. Toplum olarak biz sorumluyuz. Cinsel eğilimlerinden dolayı insanların öyle bir mesleği yapmak zorunda olması çok kötü. Devletin de bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor. Sİz bu öyküyü yazarak bir yazarın yapması gereken görevi yerine getirdiniz. Toplum adına teşekkürler. Sağlıcakla kalın..
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
yine hayatın içinden
usta kalem işi anlatımıyla harika bir
öykü daha kutluyorum kardeşim
her dem saygımla
Mustafa Sakarya
Her çocuk anasından masum ve pırıl pırıl doğuyor. Daha sonra, onun hayattaki konumunu belirleyense maalesef içinde bulunduğu ortam ve şartlar oluyor.
Mustafa Sakarya tarafından 6/19/2010 11:56:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya tarafından 6/19/2010 12:07:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
Hayatta herkes eşit şartlara sahip olamıyor çoğu kez. Bazıları sağlıklı bir aile içerisinde sevgi ile büyüyüp, yaşarken ve sağlıklı kişilikler, kimlikler oluştururken, bazıları parçalanmış, anne baba ayrı olarak bir hayatı sürdürmek zorunda kalıyorlar. Aileyi çok önemseyen ve bunu her fırsatta dile getiren biri olarak bir kez daha bu hassasiyetimin ne kadar yerinde olduğuna kanaat getirdim. Toplum, bu tarz mahalle baskısı diye nitelendirilen katı kuralları ile bir yandan ahlâkî çöküntü ve çözülmeyi bir nebze de olsa engellerken, diğer yandan hatta kabul etmez tavrıyla insanları da bitiriyor. Bir kez hata yapmışsa insan ya da bazen elinde olmadan başına bir hal gelmişse bir fırsat daha vermiyor ve içinde barındırmıyor. Bu toplumda, sahipsiz kalmak çok zordur, dul kadın olmak, parçalanmış bir ailenin çocuğu olmak. Dikkatimi çeken ve yüzde yüz katıldığım bir yönü de ne yazık ki bu durumda olan insanlardan herkes yararlanmak için fırsat kollar. Hemen bir açığını arar. Zanneder ki bu durumlara maruz kalan birisi hep namussuzdur. Her şeyi yapmağa hazırdır. Oysa sahip çıkmak, menfaatsiz yardımda bulunmak olunca işin içinde binlerce bahane sürülür öne. Kimse zora gelmek istemez. Hiç kimse elini taşın altına koyma cesaretini gösteremez. Bu insanların duyguları olabileceğini düşünmez. Peki toplum tarafından dışlanan bu insanlar ne yapacak bu durumda? Ya kendi içine büzülüp hiçkimseye karışmayacak, duygularını, hayallerini, isteklerini gömecek içine. Ya da böyle kötü yollara düşecek...
Peki ya nerde kaldı bizim düşene elini uzatma, dula yetime sahip çıkma ahlâkımız...Müslüman, inancının gereği olarak ibadet yapar. Ancak hakikî mânâda müslüman olabilmenin şartı iman ve ibadetlerin yanında İslâm'ın ahlâk boyutunu da yaşamağa çalışmaktır. Bunu ise Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesi ve O'nun yıldızları olan sahabelerin hayatından öğreniyoruz. Onları anlamağa çalışmakla ve Onlar gbi yaşamakla olur ancak. Ben Asr-ı Saadet'i çok özleyenlerdenim bu anlamda. Ya da O asrın bir benzerini toplum hayatına yansıtmış ve yaşamış olan Osmanlı İnsanı...Sonra yazınızda yine dikkate değer bir cihet te çocuk yetiştirmenin incelikleri nazara verilmiş. Anne olmak isimli yazımda bahsetmeye çalışmıştım. Her kadın çocuk dünyaya getirme kabiliyetine sahiptir ancak çocukları bir san'at eseri gibi titizlikle ve dikkatle yetiştirmek bilgi, beceri ve duyarlılık ister. Yani aslında anne olmak, baba olmak birer san'attır. Hele günümüzde bu çok daha bariz öneme sahiptir diye düşünüyorum...Ne yazık ki kendi adıma da gördüğüm, yaşadığım bu tarzda muameleri de ancak bizlere yazarak sesimizi duyurabilmek kalıyor... Aslında belki de bizlerin de çok üstünde durmadığı, belki olayın psikolojik ve sosyolojik yönlerini irdelemeden, hiç düşünmeden suçlayıp geçtiği bir konu üzerinde yazmışsınız. Bu örnekleri çoğaltmak elimizde. Aslolan insanları içinde bulundukları durumdan dolayı yargılamak, yadırgamak ve suçlamak yerine anlamağa çalışmak, ufkumuza derinlik ve boyut katacaktır bence. Nasıl hasta olan bir organımızı kesip atmıyorsak ve onun tedavisine çabalıyorsak, bunlar toplumsal yaralarımızdır ve tedavi edilmelidir. Toplumlar fert fert düzelirler. Önemli olan bir deniz yıldızını daha denize atabilmekse ve bizce değişen birşey olmsa bile onun için çok şey değişiyorsa her birimiz elinden geleni yapmalıdır... Yüreğinize sağlık benim de yaralarıma neşter vuran bu toplumsal konuları yazdığınız için...
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
SUÇ ORTADA AMA SUÇLU O KADAR DERİNLERDEKİ İSTESEKTE NE ULAŞABİLİRİZ NE DE SESİMİZİ DUYURABİLİRİZ..
GÜZEL BİR YAZIYDI..
KALEMİNİZ HİÇ SUSMASIN ÜSTAD...
EN DERİN SELAM VE SAYGILARIMLA...
Mustafa Sakarya
Sevgili Mustafa yazını okudukça "acaba mı?" dedim... Benim de lisede bir arkadaşım vardı. Babası Mal Müdürü annesi ev hanımıydı. Evin ilk çocuğu ve anne kız çocuk sevdalısı. Küçükken saçlarını uzatıp örermişti annesi.Aynı dediğin gibi etekler giydirirmişti. Evlerimiz çok yakındı, hatırlıyorum annemlerle gezmeye gittiğimizde bize servisi arkadaşım yapardı.Konuşmaları ve hareketleri diğer erkek arkadaşlarımdan farklıydı.
Sonra Anadolu ünv. eczacılık fak. kazandı ama ünv okurken kıyafetl olarak büyük bir değişim gösterdi.Sonra ben evlendim gurbete gelin gittim. Bir gün rahmetli eşim gazete almış, öğlen eve geldiğinde gazetenin arka sayfasında benim arkadaşım tam manşet...O an şok olmuştum. Erdek'te ses sanatçılığına başlamış.Günlerce ağlamıştım.
Önce babası vefat etmiş, ardından annesi...Şimdi duyduğuma göre ameliyat olup, tamamen kadın olmuş... Şimdi ne yapar ne eder bilmiyorum...
Bana arkadaşımı hatırlattın Mustafa kardeşim...
Sevgilerimle...
Mustafa Sakarya
Toplumsal olayları kendine has tarzı ile paylaşan hikayelerin güçlü kalemini kutluyorum.
Mustafa Sakarya
Maaalesef hayatın içinden bir öykü yine. Burada kimde daha çok suç. Bunun cevabı zor. Sanırım maneviyatın azalması nedeniyle sanırım. Yine güz<el ve anlamlı bir yazıydı. Tebrik ederim.
Nermin Kaçar tarafından 6/19/2010 9:35:50 AM zamanında düzenlenmiştir.