- 549 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küçükçekmece’de Bir Sabah
(1980’li yıllar)
Sabah olmuş, kuşların cıvıltılarından anlıyorum bunu. Tatlı tatlı cıvıldaşıyor serçeler… İleriden bir uğultu geliyor kulaklarıma, bunu bir arabanın kornası takip ediyor. Yırtıyor ortalığı, dağıtıyor cıvıltıyı bu mekanik ses. Hava tazelenmiş, mis gibi toprak kokuyor; ileride çimenlerin üzerinde bir koyun yatıyor, ağaçlar hafif hafif yapraklarını değdiriyor birbirine … Rüzgar kendinden oldukça emin, esiyor sakin sakin. Motor sesleri karışıyor doğaya zorbaca…
**
Toprak yolu görüyorum; basık ve gariban; hemen yanındaki asfalt yol ise heybetli ve ukalâ, simsiyah, sanki kendini beğenmiş bir zebani…
Yolun bir tarafında yaşam yolunun sonunu gösteren Cenaze İşleri Müdürlüğü; kapısının önüne park etmiş üç araba; hepsinin de içinde boş tabutlar. Arabaların yanındaki binadan su sesleri geliyor, belli ki bir ölü yıkanıyor. Bir adam orta uzunlukta kesilmiş tahtaları koyuyor tabutların yanına.
Yolun öbür yanında ise yaşam yolunun başka bir işareti var: Evlendirme Dairesi. Beyazlar içinde, alkışlar arasında siyah takım elbise giymiş damatların kolunda gelinler, bir yukarıya çıkıyorlar bir aşağıya iniyorlar; görmeden, fark etmeden cenaze arabalarını. Belki de cenazeler de o beyaz gelinliklerin ve siyah takım elbiselerin farkında değiller.
**
Evlendirme dairesinin hemen yanında iki katlı bir bina, üst katında bir lokanta. Kadehler kaldırılıyor durmadan, ama belli değil ölüme mi, düğüne mi? Lokantanın tam karşısı çocuk bahçesi. Rengarenk menekşeler, sardunyalar bu bahçede…
Çocuklar, çiçekler, ölüler, gelinler ve damatlar… Dönüşüm, kendiliğinden kendini gösteriyor, belki tesadüfen bir araya gelmişler; ama anlayan kim?...
**
Gölün üzerine incecik bir sis tabakası sanki postu sermiş gibi. Gitmeye hiç niyetli görünmüyor. Firuzköy alacalı bulacalı görünüyor gölün ardında. Evler göle doğru eğilmiş, ağaçlar ise tersine. Köprünün kıyısı boyunca ufacık kaya balıkları koşuşturup duruyor, yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk onları yakalamak için oltasını atıyor. Küçükçekmece gölünde bir balıkçı yarı uykula ağlarını topluyor; arada bir ağa takılan turnalar çırpınıyor...
Bir martı, geçmiş beş tane ördeğin başına birlikte yüzüyorlar. Ördekler kahverengi, martı ise kirli beyaz. Önceleri onu da ördek sanıyorsun, ama havalanınca anlıyorsun olmadığını. Bir kaç tur atıyor havada, gene geçiyor ördeklerin başına. Altısı birden başlıyorlar kafalarını suya daldırmaya. Av mı, banyo mu?
İleride bir kefal sıçrıyor suyun üstüne; orada giderek büyüyen halkalar oluşuyor önce, sonra da kayboluyor yavaş yavaş. Kefal bir kere daha atlıyor, bir kere daha… Belli ki gösteri yapıyor. Umutlanıyor ellerinde çırpma adını verdikleri oltalarıyla kefal avına çıkmış gençler. Köprünün üzerinden alttaki suya savuruyor hepsi et çengeline benzeyen oltalarını.
Hadi rast gele….
YORUMLAR
Canlılar alemi işte; hepsi kendi aleminde, İnsanlar, hayvanlar, bitlkiler.. Birileri mutluyken, birleri mutsuz, her insan bir yaşam.. Hayat ise toplamı.. Sizin gözünüzle okurken seyrettim bende.. Tebrik ederim. Severek okudum bir solukta... Saygılarımla...
Ömer Faruk Hüsmüllü
Saygılarımla.