IV. İnsan Sevdiğine Kırılır
Ağır aksak yürüyorum bugün de her gün geçtiğim yolda. Kulaklarım bir başka uğulduyor. Hayallerini fısıldıyor rüzgâr usulca. Yanı başımdan iki sevgili geçiyor sarmaş dolaş. Hırçınlaşıyor rüzgâr. Limonküfüne dönüyor gökyüzü. Mavisini ödünç veriyor sanki beşikteki bebeğe teselli için. Balkondan halı silken teyzemi görüyor sonra bakar görmez gözler. Kim bilir, belki de ne halı var ne de teyze. Anılar mı silkiniyor ne? On dakikada beyazlıyor saçlar. Kalbinde çıkışı arar gibi yırtınıyor bir parça sanki. Aradıkça parçalar koparıyor. Bir kendinden, bir senden… Dağılıveriyor göğüs kafesine sonra. Yürüdükçe nefesim daha yakından kokuyor. Tanıdık bir koku değil bu. İrkiliyorum. Adımlarımı sayıyorum uyanmak için. Zihnimde komik bir fıkra arıyorum. Açılan her nöron, anı havuzundan özlemler boşaltıyor yüzüne alelacele. Kaçıyorum! Yok saymak… Hiç olmamış, zamanın hiçbir köşesinde paylaşılmamış gibi yaşamak nasıl olur? Sen gittikçe, senle geliyor her şey. Kaçtıkça yapışıyor tenine unutmaya çalıştıkların. Kırılınca böyle oluyor demek insan. Kızınca suratında ateş topları patlarken, kırılınca içinde patlıyor aynı toplar. Üşüyorsun.
İnsan sevdiğine kırılıyormuş. Mesafeli durmak bu kadar ağır geliyormuş. Kırılınca sevdiğini daha da önemsiyor insan. Sessiz münacatlara dönüveriyor ruhlar… Affetmeyi heybenden çıkarıp beklemeye koyuluyorsun. Önemliysem diyorsun… Israr etsin… Geri dönsün… Kızgınlıklar hemen geçiyor ama kırgınlıklar için bir şey gerekiyor. Büyülü bir dokunuş… Yoksa sihirli dokunuş, işte insan bu kez sevmesinden vazgeçiyor. Kızgınlığa çalıyor kırgınlık rengi. Gitmeler, gerçekten gitmelere dönüveriyor. Buğulu bir İstanbul akşamı, yerini uyanmışlığa bırakıyor. İstemeden… Ama berrak… 28.04.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.