- 2091 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SÖKE’DE GÜZEL SANATLAR (KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT VE TİYATRO’YA GENEL BAKIŞ...)
ESİNTİ
(KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT VE TİYATRO’YA GENEL BAKIŞ...)
( 1 )
Söke ilçesi; Aydın iline bağlı çok eski bir ilçe... Belde oluşunun yaklaşık olarak 150 seneye yakın bir geçmişi var. Bin sekiz yüz doksanlı yılların başlarında belediye olmuştur. Resmi kayıtlara dayalı olarak gerçek bu... Önemli olan yönü: Söke, ören yerlerinin geçiş merkezinde bir kültür kenti olmasıdır.
Dünya tarihi boyunca: Söke’nin yakın çevresinde çok medeniyetler kuurulmuş, yıkılmıştır. Dünyaca isim yapmış olan bilim adamları, (ARİSTO) Aristotales, (SOKRAT) Sotrates vb. filozofların yetiştiği bir tarih beşiğidir.Bu özelliği Söke halkını da etkilemiş, Cumhuriyet dönemi öncesinde ve de sonrasında Söke’de, hep kültür insanları yetişmiş, Türkiye genelinde, Aydın’da ve Aydın ilçelerinde ses getiren, öne çıkan kültür-Sanat ve Edebiyat insanları, sanatçılar yetişegelmiştir.
Söke; kendine has bu kültür kaynağı, kültür önceliği, öncülüğü, önderliği ile çevresine, hep lokomotiflik görevi üstlenerek, bunu da çok iyi bir şekilde başararak bu günlere gel-miştir. Cumhuriyet döneminde Aydın ili ve ilçelerini bırakınız, Türkiye genelinde bile bir çok büyük illerde, Söke’nin bu aktivitesini, başarısını, yaptığı kültür çalışması çeşitliliğini, Söke’de yaşayıp kültür ve edebiyata verilen değeri, bu ilgiyi göremezsiniz. Hele yurt gene-lindeki ilçelerin bir çoğunda bu faaliyetlerin onda birini bile bulamaz, şahit olamazsınız.
İşte Söke; kültür, sanat ve edebiyat açısından o derece becerikli,bereketli, doğuştan yetenekli, tüm güzelliklere fazlaca ilgi duyan insanların olduğu bir kenttir. Bu belki; genlerinde olan, tarihten gelen bir zenginliği, yada çevresinde kurulan tarih öncesi kültür ve medeniyetlerin bir yansıması, doğal gücü olarak kabul edilebilir.Kanımca, bu böyle olmalı...
Bana göre; kültür, sanat ve edebiyatı Söke’de, 1960 öncesi ve 1980 sonrası diye iki devreye ayırmak, kanımca doğru olur. Çünkü; bu alanlardaki gelişmenin büyük bir atlama, sıçrama yaptığı dönem 1985 yılından sonradır. Aradaki gelişme farkı 1985 yılından sonra bariz bir şekilde kendini gösterir. Ancak; bir şey, gözden kaçırılmamalıdır. 1960 yılından önce ve 1985 yıllarına kadar olan dönemde, Türkiye’de ulusça iki büyük yönetim devrimi yaşadık. Biri 27 Mayıs 1960 Askeri devrimi, diğeri 1980 askeri devrim hareketi...
O nedenle; bu askeri devrimlerin sivil halk üzerinde büyük etkileri olmuş, kültür, sanat ve edebiyat ikinci plana itilmiş, insanların yaşam savaşı daha da öne çıkmıştır. Öyle olma-sına rağmen sanat, kültür ve edebiyata halkın ilgisi kesilmemiş, sevgi devam etmiş, yapı-lan etkinliklerde kültür, sanat ve edebiyat insanları hiçbir surette yalnız bırakılmamıştır. Artarak çoğalan ilgi 1985 yılından sonra yeni kuşak gençlerle, daha bir artış göstererek Söke için, gurur vesilesi teşkil etmiştir. İzninizle; artı parantez içinde şuna işaret edip, açıklamak istiyorum.
(2)
Bu gün resmi olarak 63 bin civarında, resmi olmayan verilere göre ise 100 bin veya üstü nüfusu olan Söke kentimizin, 1960’lı yıllarda yada, daha önceki yıllarda kent nüfusu 15-20 bin civarında idi. Şuan, yurdumuzun birçok ilinden birkaç kat büyük olan Söke, o günler küçük bir kent görüntüsündeydi. Kentte yaşayanların çoğunluğu, onda sekiz ila onda dokuz oranında olan kısmı birbirini tanıyordu. O nedenle, her yönden gelişmeye açık bir kent gibi bir görüntüsü vardı. Yıllar içinde birçok göçler alınca, çok şeyler istenilenin ve de düşünülenin dışında gelişim gösterdi.
Herşeye rağmen; o içimizdeki edebiyat, kültür, sanat aşkı azalmadı. 68 kuşağının tüm yurtta her konuda olduğu gibi bu konuda da, Söke’de etkisi oldu. İmzasını koydu... Ve, daha sonraki kuşaklar devreye girince gelişme birden hızını çoğalttı.
1960 dan önceki yıllarda genelde, bireysel çalışmalar kendini gösterir, etkinliklerde yer alırdı. Sivil Toplum örgütleri pek fazla yoktu. Bazı il ve ilçelere göre çok fazla sayıda olsa da, birer tabela dernek, cemiyet kuruluşu görünümüdeydiler. Suskundular. Sessizdiler. Di-namik değil, pasifdiler. Varla yok gibiydiler yani... Bu günküler kadar da aktif ve ağırlıklı değildiler. Zaman zaman on, onbeş kişi bir araya gelerek bir tiyatro çalışması yapar, birkaç kez oyun sergiler ardından, çeşitli özel ve tüzel sebeplerle dağlır, kaybolur, giderlerdi... U-nutulurlardı.
Kendini edebiyatçı, sanatçı gören her kişi, bireysel çalışmalarla, kçişisel ekonomik gü-cüyle faaliyetlerini sürdürür, varlık göstermeye çalışırdı. Bu faal,iyetleri gösteren, sanat savaşını sürdüren kişiler, bugün 60 yaşının üstüne geldiler... Kimileri ise ölüp gittiler. Al-lah hepsine rahmet eylesin, sevgileri ise hiç bitmesin. Şuan hayatta değiller.Ama arkadan yetişen yeni nesil gençler, onların yokluğunu belli etmiyor. Onları aratmıyor. Çünkü Söke-deki Edebiyat, kültür ve sanatın temeli, o eski yıllarda atılmış durumda. Zorlu, sıkıntılı amma başarılı, sağlıklı bir kültür geçmişi var. O nedenle, bu konuda önü açılmış sayılır. Çünkü, o zorlu şartlar yok artık...
Bugün herşey daha kolay. Şimdi kentte 120 nin üzerinde Sivil Toplum örgütü oluşmuş, konularında aktif olarak, başarılı bir şekilde etkinlikler yapıp, güzellikler sergiliyorlar.
Önceki yılların kahve köşelerinde( Bir kültür salonu olmadığı için) toplaşıp, bir araya gelerek sanatsal konuşmalar, projeler üreten gençler artık uygar ortamlarda, bazı mekan-larada(yine yeterli olmasada) insanca bir değer bularak, kendilerine ait dernek çatıları altında çalışmalarını, gönül ve güç birliği ile sürdürüyorlar. O nedenle bu alanda, büyük bir gelişme var. Ancak; o eski yılların en büyük sıkıntısı olan ekonomik, parasal sıkıntı hala, güncelliğini koruyor. Devam ediyor. Henüz çözülebilmiş değil... Çünkü, icraat için gerekli para bulunamıyor.Sponsoru yok.Kimse sponsorluğa yanaşmıyor, kaçıyor.. Sıkıntı daha çok hissedilerek yaşanıyor.
Söke halkı zaten, büyük bir çoğunlukla yoksul ve dar gelirli.Araziler geniş amma belirli beylerin elinde toplanmış... Onlar da makineli tarıma dönmüşler. İnsan gücüne ihtiyaç kalmamış, önemini kaybetmiş. Bir de emek gücü çok, herkes işsiz... İşçi çok, ihtiyaç yok.Ve de makineleşen ziraatta vasıfsız işçiden çok vasıflı, teknik, ara teknik elemanına ihtiyaç var. Revaçta olan ve de iş bulabilen onlar. O nedenle vasıfsız işçi çokluğu, işsizlik hat safhada... Bir de son zamanlardaki piyasalarda yurt ekonomisinda yaşanan işsizlik
(3)
krizi, ekonomi yetersizliği herkesi bunalttı ve de etkiledi. Bir de; büyük şirketler ve büyük esnaflarımızda ise edebiyat, kültür gibi sanatsal faaliyetlere sponsor olma, ekonomik katkıda bulunma alışkanlığı yok. En azından, henüz yeterli düzeyde değil... Olan da çok gizli ve çok çekinceli oluyor. Sıcak bakılmıyor... Ancak; son yıllarda dernekleşip kurum-laşan gençlerimiz, sanatçı vede sanatseverlerimiz genelde, bir çatı altında toplanmaya baş-ladılar. Onun için; bu günün gençlerinin işi kolaylaştı. O ölçüde de şansları arttı. En az kendilerini sahiplenen kuruluşları, çalışmalarını sürdürecekleri bir birlikleri, çatısı altında barınacakları bir dernekleri oldu... Bizler onu da görmedik. Çoook mücadelesini verdik. Hala da veriyoruz. Söylemek istediğim, eski yıllarda bu alt yapı da yoktu. Kültürü, sanatı, edebiyatı yaşatabilmek, kabul ettirebilmek çok daha zordu. Hatta imkansızdı, diyebilirim.
1963 – 1964 YILLARINDAN BİR ANI...
1963-1964 yıllarında Söke’de Kültür, Sanat, Edebiyat alanında toplu etkinlikler yine vardı. O yıllarda ben Ortaokul öğrencisiydim. Eski Söke Ortaokulu’nda okuyordum. On sekiz-on dokuz yaşlarındaydım.
Şunu iyi hatırlıyorum ki; 1963 yılında bir kez şiir dinletisi düzenlemiştik. Rahmetli, Katerin Müftüsü’nün oğlu, Söke’nin isim yapmış, renkli simalarından Arzuhalci, Burhan SEVEN’le bir grup Söke’li genç, bu etkinliği düzenleyip, organize etmiştik. Önceden Söke halkına bu etkinliğin gününü, yerini ve saatini belediye hoperlörü ile duyurduk.Yıkılan es-ki belediye binasındaki eski düğün salonunda, yani Fen ve İmar işlerine dönüştürülen yer-de etkinlik yapılacaktı. Sonradan yarısı Meclis salonu, yarısı da Fen ve İmar işleri olan o eski Belediye Düğün Salonu o yıllarda ortadan bölünmüş değildi. Tek bir salon halindeydi. Salona; biri binanın arkasındaki sokakta olan çayocağından giriş vardı, bir de Belediye’nin içinden giriliyordu.O zamanki adı da Belediye Nikah ve Düğün Salonu idi. Çayocağı tarafından girişi dar merdiven basamaklarıyla oluyordu. Yaklaşık yirmi basamak vardı. Tabii ki hiç saymak aklıma gelmedi. Düğün ve nikah törenlerinin dışında, bazı edebiyat, kültür ve sanat etkinlikleri bu salonda yapılıyordu. Bu eski bina daha sonra yıkılıp yerine bugünkü Yeni, modern belediye konağı yapılıp, 18 Mart 2009 tarihinde açılışı yapıldı. Şimdi yerinde yeller esiyor tabii. Koca bir tarih silindi. Akıllarda, anılarda kaldı.
1963 yılında, yukarıda sözünü ettiğim bizim ekip olarak, bu salonda o şiir etkinliğini düzenledik. Söke dışından da birçok sanatçı, sanatseveri davet ettik. Bu davetliler arasın
da; o yıllartda meşhur olup, popülerliğini hala sürdüren, “AGORA MEYHANESİ” isimli şiirin şairi, İzmirli ONUR ŞANLI’ da vardı. O geceye katılacak, bize ve Sökeli halka Ağora Meyhanesi’ni bizzat, kendi sesiyle okuyacaktı.Yorumlayacaktı... O şiir o yıllarda öyle meşhur olmuştu ki o yıllarda, tüm yerel yayınlarda, okunuyordu. Her radyo ondan söz ediyordu...
Sonunda hazırlıklar tamamlandı. Yer ve saat, gün belirlendi. Hoperlörden, yerel basından halka duyurulup davetiyelerle de, Söke’nin dışındaki sanatseverlerle, sanatçılar, yazarlar davet edildi. Hummalı ve çok hetecanlı günler hazırlıkla geçti. Etkinlik günü gelip çattı. Eeee; ne oldu diye, sormayın... Elbette etkinlik yapılıp tamamlandı. Fakat; Söke
(4)
halkı olarak bizler, Şair ONUR ŞANLI’ya karşı, çok büyük bir hata yaptık. Hem de bize Sökelillere yakışmayan, kaba, cahilce, bizden beklenilmeyecek bir hataydı bu...
Şiir okuma etkinliği başlayıncaya kadar herşey çok güzel, dört dörtlüktü.Ve herşey bize yakışır bir biçimde gelişmişti... Sonu ise çok çirkindi. Şair ONUR ŞANLI’ya büyük bir a-yıp yapıldı... Hata işlendi.
O gün; Belediye Düğün Salonu’nun basamaklarının her birine gelin mumları dikerek, yakmıştık. Salondaki birkaç masanın da dört bir köşesine aynı mumlardan dikip yakmış, elektriği södürmüştük. Tabii ki bu olay, ONUR ŞANLI’nın salona gireceği sırada yapıldı. Çok romantik bir ortam meydana getirilmişti. ONUR ŞANLI böyle bir ortamda salona, al-kışlar arasında girdi. Salon çok kalabalık, insanlar sanki üst üste yığılmış gibiydi... Alkışlar başladığında salonda sesten durulmayacak derecede gürültü oldu. Konuk şair bu ilgi ve sahne karşısında çok duygulanmış, gözleri dolu dolu olmuştu.
Sevgi ve ilginin kültür ve sanatla birleşip kaynaşarak, paylaşıldığı, insanları derinden etkileyen duygusallaştığımız bir andı bu... Hepimiz, son derece duygulanmış, gururlanmış-tık. Oradaki halkın ısrarı, alkışları, baskısı ile Onur ŞANLI sahneye davet edildi. Ardından mikrofon başına geldi. Adamcağız mikrofon başına geldiği gibi “ Beni mazur görün. Nez-leli, gripliyim. Sesim gitti. Kısıldı. Okuyamam... Lütfen beni affedin, bağışlayın” diye, ricada bulunduğu, rahatsızlığını anlattığı, okumak istemediği halde dinlemediler. Zorla mikrofonu eline tutuşturup okuması için sahneye çıkardılar. Haklıydı adam. Sesi tamamen kısılmış, hiç çıkmıyor, ne söylediği anlaşılmıyordu... Maazeretini peşin peşin söyledi am-ma bizler dinlemedik.Daha doğrusu orada bulunan halk dinlemedi. “ İsteriz de isteriz...!” dediler. Sahneye çıkarılmıştı zaten... İstemeye istemeye şiirini okumaya hazırlanırken, da-ha ilk mısrasını okumaya çalışırken, hazırlanırken elektrikler de kesildi mi? Mikrofonda “ TIK “ yok. Kaldık mumların yarı alaca karanlığında... Adam deli olacak fakat ne çare!? Beş, on dakika derken, uzunca bir süre elektrikler gelmedi. O yıllarda elektrikler, belediye-lerin idaresindeydi. Bu durumda halkın baskısı, ıslıklar, okuması için ısrarlar artarak ço-ğaldı. Saat da gece 23.00’ü geçti. O yıllardaki 3 tane kışlık sinemamızdan çıkan insanlar da salona geldiler mi? Zaten et et üzerine olan salondaki halkı daha da bu gelenler sıkış-tırmaya, ezmeye başladılar. Zavallım ONUR ŞANLI şairim çaresiz, mikrofonsuz, elektriksiz o kısık, kaybolmuş sesiyle, hasta boğazıyla “AGORA MEYHANESİ” adlı şiirini zorla okumak zorunda bırakıldı...
Tabiidir ki, halkın çoğu şiiri ne duyabildiler, ne de anlayabildiler. Ardından bir ıslık ve yuhalama gürültüsü koptu. Kendini bilmez, engellenemez bazı kişi ve kişiler “ YUHALA-YIP, ISLIKLA KARIŞIK” sevimsiz ve istenmeyen hareketlerde bulundular şaire... Hepi-miz çok üzüldük. Fakat, elimizden de bir şey gelmedi.Engelleyemedik. Boşta bulunduk. Sonradan tamire çalıştık ama kırılan sırça saray şair kalbini tamir edemedik. ONUR ŞANLI şiirini bitirip efendice, mikrofonu teslim ederek, yerine geçti. Hemen ardından elektrikler tekrar geldi. Ama ondan sonra tüm ısrarlara rağmen, “AGORA MEYHANESİ” ni Onur ŞANLI dostumuza yeniden, ikinci kez mikrofonda okutamadık.
Haklı olarak bizlere, Söke halkına o çirkin davranıştan ötürü, çok kırılmış, kızmıştı...
(5)
Böyle bir anımı, bir “ anektot “ halinde sizlerle paylaşmak istedim. Söke’de yıllar içinde buna benzer çok etkinlikler yapıldı. Ama, o günü unutamam. Üzüldüğüm ise, o etkinlikten sonra ONUR ŞANLI’yı tekrar sökede ağırlayamamak, misafir edememek. Fakat o günden beri, etkinliklerde hep o günü anımsarım.
14. 09. 2006
Suat TUTAK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.