İncitme Beni
Mutluluk için hayatta risk almak lazım gibi bir cümle gelmişti aklına nerden geldiyse…
Sabah kahvaltısında Sevda şöyle dememiş miydi?
—bir keresinde en çok heyecanlandığı anları sayarken-
Komşunun bahçesinden elma çalmak, sinirli Zeki Amcaların ziline basıp kaçmak, izinsiz gösteride her an gözaltı tehlikesine rağmen slogan atmak.
Hiçte sizin ilk aklınıza geldiği gibi genç kız hayalleriyle süslü olmasa da bence çok romantik anlardı onu heyecanlandıran. Hepsinde ortak bir nokta vardı, kendince riskler içeriyordu tümü.
Buradan yola çıkmak doğru olur mu bilmem ama Raşit’in hikâyesinde de benzer yaşantılar olduğundan, bir çıkarım yapmak için yeterli şart oluşmuştu sanırım. Onun da ilk gençlik yıllarında belki de her ergen çocuğun olduğu kadar ebeveynleriyle çekişmeleri olmuş elbette. Sert bakışlarıyla dik olunacağını sanan babasına ilk karşı çıkışlarını anlatırken yüzünde halen aynı korkak çocuk belirir, yine de aldığı haz bir başkaymış ki korkularına rağmen karşı durabilmiş dağ gibi bir adama.
En ağır gurbetimiz içimizdedir
Acıtır içleri duyduklarımız
Şairin eli olmuş merdiven
dehlize çıkarız eni sonu biliriz
şairin sesi gözlerine mıhlanmış
sessize taparız yeterince gür ise...
Sensizliğin tenimi acıtması değil umursadığım
Buna alışacağım korkusu beni mahveder
Yenilgiler sonrası karamsarlığı bu olsa gerek
İçiyorum şimdi seni
Senin şarkılarını…
Sevda ile Raşit bir amatör şairin dizeleriyle âşık atışması benzeri bir şey yapıyorlardı. İkisinin de ellerinde şiirler, seçilmiş konuya denk gelecek sözlerle üstümüzde etki yaratmaya çalışıyorlardı. Bizler bu didişmeden çok zevk aldığımızdan ve kramplı gülme krizlerimiz yüzünden okunan şiirleri neredeyse duymuyorduk. Hele Raşit bir ara Necdet Evliyagil taklidi ile şiir okumaya başlayınca aramızdan yere düşenler bile oldu. TRT de yaptığı şiir programlarıyla seksenler boyunca aynı ton ve vurgulamasını bozmayan bu değerli kişiyi anarken, o yılları hatırlamak hepimizi gülümsetmişti. Yaşça büyük olanların bahsettiklerini hatırlayamayan görece daha genç arkadaşlar, o karakterleri merak edip internetten araştırma isteği duymuştu. O denli içten ve gözlerimiz ışıltılı anlatmışız ki demek, o dizilere ve karakterlerine onları tanımayanlar da ilgi duymaya başlamışlardı.
Dallas, Flamingo Yolu herkesçe bilinen dizilerdi elbette. Onlardan da bahsettik, Küçük Ev, Bonanza, Shogun, Beyaz Gölge gibi dizilerden de. Renkli yayına geçilmeden önceki günlerden bir dizi geldi benim aklıma; Mork ve Mindy. Nanu nanu şazmat diyen o sempatik adam sonraları dünyaca tanınan bir oyuncu oldu. Robin Williams uzaydan dev bir yumurta eşliğinde dünyamıza gelen ve bir kasabada yaşamaya başlayan bir komik karakteri canlandırıyordu. Giydiği kıyafetler halen gözümün önündedir.
Pervin bir şeyler buldum diziyle ilgili şöyle yazıyor dedi:
Dizinin başkahramanı Mork, mizah anlayışı yüzünden gezegenine uyum sağlayamayan ve Ork gezegeninden Dünya’ya gönderilen bir uzaylı... Görevi ise dünyalıları inceleyip, telepatik olarak lideri Orson’a rapor vermek...
Dev bir yumurta içinde Boulder, Colorado’ya inen Mork, bir müzik dükkânında tezgâhtarlık yapan Mindy McConnel’la tanışır. Mindy, ona çatı katında bir oda verir.
Çoğu insan, sandalyede baş aşağı oturan, garip bir şekilde selamlaşan ve ilginç sesler çıkaran Mork’a üşütük gözüyle bakar. Ancak Mindy, Mork’un nereden geldiğini bilmektedir ve ona Dünya’nın tuhaf adetlerine alışması konusunda yardımcı olur...
Kim ne içiyor diye sordu Mehtap. Geçen ay ayrıldıkları Raşit’le aralarında gerginlik olmasından korkarak, davranışlarında saçmalayan ev sahibi Ömer onun hemen arkasında bir gözcü gibi geziniyordu. Sebebi anlaşıldığından Mehtap normalden daha da sinirliydi. Sanırım içmek hepimize iyi gelecekti. Hepimizden biraz daha milliyetçi olan Sevda’ya -sen kımız içersin herhalde- diye takılmak ortamı biraz yumuşatmıştı. Kürt meselesine yaklaşımında kafası netleşmemiş bir eski solcuydu Sevda. Eski solcu ne demekse artık…
Evvelki gün epeycedir görüşmediğimiz Tarık ile karşılaştık diye başladım söze, salonun ortasında olduğumdan şu Harem Suare filmindeki anlatıcı Serra gibi olduğuma güldüm ve neden güldüğümü de anlattım. Tarık eski yoldaş, entelektüel arkadaş onu bulmuşken set üstündeki çınarlı çay bahçesinde sohbet etmek istedim. Oturduk eskilerden söyleştik, konu müziğe geldiğinde bu aralar Mikail Aslan dinlediğimi söyleyince, birden yüzü düştü, bakışları değişti.
<Bu geri zekâlıların müziğini nasıl dinliyorsun anlamıyorum dedi>
Ben bir şaka zannettiğimden gülmeye hazırlanan bir şaşkınlıkla beklemedeyken, anlamadığın bir dilde ne olduğu belirsiz müzik dinlemek saçma değil mi diye bir soru yöneltince, şaka olmadığını tüm gerçekliğiyle hissetmek çok hüzünlüydü. Üstüne üstlük belki anana sövüyorlar gibi cahilce bir laf edince hafiften nevrim dönmeye başlamıştı. Sanırım uzun süre görüşmeyen arkadaşlarımı ‘ulusalcı’ bir vampir ısırmış ve değişime uğratmıştı. Onu tanıyamıyordum, sınırları kaldırmak isteyen, ırk din dil ayrımının ilkellik olduğundan dem vuran kişi gitmiş, yerine bildiğiniz bir odun gelivermişti.
Sözümü bitirir bitirmez salonda uğultulu bir tartışma başladı, herkes görüşünü söylüyor ve hassas bir konu olduğundan dem vuruyordu. Son terör olaylarından sonra yaşananları geniş perspektiften göremeyen, solculukları sloganlardan ibaret, hatta babadan irsi ‘solcu’ olan bazı kişilerin hiddetlenip, akıllarını yitirerek İzmir gibi bir şehirde bile neler yaptıkları geldi aklıma. Arkadaşlarımı da bulmuşken benzer temalı başka bir konuya geçtim.
Gavur İzmir, Pontus Trabzon diyerek bu şehirlerde yaşayanlarda bir kompleks oluşturuldu. Medya da buna destek verdi. Yıllarca kaşınan bu yaralar, bugünlerde ummadık olayların yaşanmasına bizi tanık yapıyor.
Raşit işin temelinde milliyetçilikten çok ekmek kavgası olduğunu söylüyordu. Ona göre İzmir, Mersin gibi çok göç alan yerlerde Kürt düşmanlığının sebebi; işlerini kaybeden yerli halkın geçim sıkıntısı çekmesi ve bunun sonucu öfkelenmesiymiş.
Sen kocaman kız
İçimde dolanma, acıtıyorsun
Körfezin buharında ayak izin var
Çiğnenmiş tırnaklarım ve ben aynı yerdeyiz
Üşümüşüz yaz gelmişken bile
Kalakalmışlığımız küs senin sesine
Sen kocaman kız
Arama, kalbimi kanatıyorsun
Bakma öyle bakma
İstemiyorum…
Sen kocaman kız
Günüme doğma, acıtıyorsun
Rüzgârın nefesinde güzel yüzün var
Kızarmış yanaklarım ve ben aynı yerdeyiz
Gülermişiz içimiz kan ağlasa bile
Buz kesmişliğimiz küs senin tenine
Sen kocaman kız
Dokunma, her yanımı titretiyorsun
Yapma ne olur yapma
İstemiyorum…
Raşit bu şiiri bir solukta okuduktan sonra gözlerinden yaşlar süzülerek koltuğunun kenarına oturuverdi. Unutamadım diye bağırdı sonra, unutamadım seni…
Suskunluğumuz yeterince derinleştikten sonra gitarı aldım elime Nurettin Rençberden Yalnızımı söyledik hep birlikte…
O gece sadece kızlar ağladı…
Haziran 2010
Nadir
YORUMLAR
Mutluluk için riskleri göze almak vardı ya, kimse mutsuzluk ihtimalini göze alamadı.Malum kâr zarar hesabı... Göze aldık belki; incitmek pahasına da olsa içimizdekileri söylemeyi ama göze alamadık incinmeyi.hesabını yaptık aşkın, enine boyuna ölçtük. kalın çizgilerle çizdik geçeceği yolları,döneceği yolları.duracağı durakları. planladık; Ne zaman başlamalı,nereye kadar gitmeli, nerede durup, nereye sapmalı. başı değmeli miydi göğe, yoksa bükülmeli miydi incelidiiği yerden, planladık.. hesap defterleriyle aynı masada durdu aşkımız.ama unuttuk derinliğine bakmayı. kökleri nerdedir, kalınlığı kaç santimdir kırılgan dallarının.unuttuk.
hesaplar tutmazdı ya aşkta, biz bunu bilemeyecek kadar hesapsızdık.
Teşekkürler.Tebrikle.
Tülsü tarafından 6/15/2010 12:20:20 AM zamanında düzenlenmiştir.
İNCİTİRKEN BİRBİRİMİZİ HEP BİR SANCININ ELLERİNDEYDİ KANAYAN RESİMLERİN SOLUK NEFESİ...
TEBRİKLER...
Mehtap ALTAN tarafından 6/14/2010 3:20:34 PM zamanında düzenlenmiştir.
astakoz
Keşke herkes siz kadar hoş bağırsa.
Teşekkürler...
Mehtap ALTAN
bazen bu hatayı yapıyorum büyük harflerle yorum yazıyorum....:(