origami kar taneleri-3-
21 aralık
Umutsuzluğa kapıldım. Kitaptaki kar tanesi resimlerinin değil origamilerini yapmak, şekillerini bile çizemiyorum. Hele bir tanesi var ki, gözüm ondan başkasını görmüyor. Fakat boşuna bir çaba içindeyim belli ki...beceremeyeceğim. Çizimlerim bir şeye benzese bile, onları diyagrama dönüştüremiyorum. Bu başlı başına bir mühendislik işi olmalı.
Oysa dişarda kar hala yağıyor. Bana güzelliğini unutturacak gibi değil. Ellerim iki yanımda öylece dolaşıyorum salonda. Sanki bu haldeyken aklım daha iyi çalışıyor. Ya da bir mahkumun voltalarına başladım da haberim yok tutsaklığımdan. Beni esir alan ne? Şu gelin gibi süzülen kar taneleri mi? Yoksa yan odadan gelen iniltiler mi? Her dakika şiddeti artan, bu başka dilden iniltiler...
İşte akşam olmak üzere, doktor hala gelemedi. Kar beklenmedik bir seyir izliyor. Yollar kötü. Telefonlar çalışmıyor. Sabahleyin doktorun geleceği haberini aldık, ama haberleşme felce uğrayınca son durum nedir bilemiyoruz.
Bekçinin ufak tefek karısı, diyor ki; ’ Ben iyileştiririm onu.’ Bu kadında bir büyücü havası var. Erken aklaşmış saçları onu olduğundan daha yaşlı gösteriyor. Kurbağa gözlerinin alltındaki sivrice burnu, sanki bileylenmiş gibi keskin parlak dişleri, bana çocukluğumda okuduğum bir masaldaki cadıyı anımsatıyor. Bir farkla ki, bizim bekçinin karısı fazlasıyla iyi ve güler yüzlü. İyileştirme konusunda tutturunca, kocamdan bir güzel azar işitti. Nasılsa doktor gelmeyecek miydi? Yanlış bir şey yaparsa, zavallının bacağı ters kaynar, adamcağız topal bile kalabilirdi.
İşçi uyanıkken sesini çıkarmıyor. Bilinci yerindeyken insan üstü bir güçle sesiz kalmayı başarıyor. Fakat dalınca başlıyor sayıklamalar. Buna daha ne kadar dayanabiliriz? Kahvaltıdan beri kendimi kar tanesi çizimlerine adadım, fakat salondaki geniş halının üzerinde volta atmayla sonlandı bu adayış. Kocam, sinirli. Sinirliyken asla konuşmaz. Bekliyor. Ama doktorun geleceği yok. Bekçinin karısı arada gelip işçiyi yokluyor. Her gelişinde gözlerime,’ hadi artık izin verin de şu adamın bacağını düzelteyim,’ dercesine bakıyor.
En sonunda, sessizce yanıma çağırdım onu;
- Gerçekten de yapabilir misin? Daha önce kırık bir bacağı iyileştirdin mi? diye sordum.
- Çok gördüm, nenem kırıkçıydı. Ta köydeyken tabii, eskiden. İyileştiremediği kırık yoktu. Önce bağırtırdı insanları, ama bir iki güne kalmaz şifa bulurlardı garipler. Doktorlar çoğalınca kırıkçı kalmadı köyde, dedi.
Dizlerine vurup vurup;
- Ah zavallı adam, korlarda kavruluyor da bir çare bulamıyor!
O sırada ayak sesleri duyuluyor üst kattan. Kadıncağız sıvışıyor.
- Yine ne var? diye sorarak iniyor kocam.
Sadece, ’Hiç!’ diyorum. Hiç...
- Olmaz, dün bir, bugün iki, sabretsin biraz daha...diyor.
Ama gözlerindeki umutsuzluğu gizleyemiyor. Başını öne eğip işçinin odasına yöneliyor. Ben dün geceden beri girmedim o odaya. Onu görmek istemiyorum. Onda kırık bir bacağın acısından daha fazlası var. Onda, gece sabaha kadar ağzından düşürmediği başka bir dilden bir isim var...
Akşam oldu. Kar eşsiz taneleriyle süslüyor doğayı. Ne işçinin sızısı umrunda ne de kapattığı yollar...Doktor gelemez. Mühendis Bey’i ikna etmekten başka çare kalmadı.
****
devam edecek
f.a.
YORUMLAR
zordur birinin acı içinde kıvranırken çaresiz kalmak
evet...eskiden kırıkçılar olurdu, gerek hayat tercübeleri, gerekse bilgelikleriyle
pek çok kırık-çıkığı iyi etmişlerdir...
ama burda bir husus dikkatlerden kaçmıyor
''Gerçekten de yapabilir misin? Daha önce kırık bir bacağı iyileştirdin mi? diye sordum.
- Çok gördüm, nenem kırıkçıydı. Ta köydeyken tabii, eskiden. İyileştiremediği kırık yoktu. Önce bağırtırdı insanları, ama bir iki güne kalmaz şifa bulurlardı garipler. ''
bekçinin karısı verdiği cevapla daha önce iyileştirmemiş, sadece nenesinden gördüğünü ifade etmiş...kadının bu terbüsesizliği karşısında mühendis bey ikna olmamıştır umarım (diyesi geliyor insanın ama! başka çare de yok gibi)
kar taneleri sürüklemeye devam ediyor...
selam ve saygıyla değerli kalem
çok çok güzel, diyecek birşeyim yok sevgili müget...
yalnızca bir hatırlatma,
"Ama gözlerindeki umutsuzluğu gizleyemiyor. Başını öne eğip işçinin odasına yöneliyor. Ben dün geceden beri girmedim o odaya. Onu görmek istemiyorum. Onda kırık bir bacağın acısından daha fazlası var. Onda, gece sabaha kadar ağzından düşürmediği başka bir dilden bir isim var..."
yukadaki paragrafa bakarsak,
"Onda kırık bir bacağın acısından daha fazlası var. " ifadesi gizemli, merak uyandıran ve altında büyük şeyler olduğunu düşündüren çoklu ve derin anlamlı bir cümle. (bu arada yazıda en beğendiğim cümle.)
fakat birden bu çoklu ifadenin arkasından,
"Onda, gece sabaha kadar ağzından düşürmediği başka bir dilden bir isim var..." gibi
tekil bir açıklama geliyor ve birinci cümledeki vurguyu ve manayı düşürüyor, birinci cümleyi yok sınırında zayıflatıyor.
hatırladığıma göre bir önceki bölümde bu bilgiye ulaşmıştık zaten...
sevgilerimle...
müget
çok dikkatlisiniz. "Onda, gece sabaha kadar ağzından düşürmediği başka bir dilden bir isim var..." cümlesindeki zayıflatıcı etkiyi hiç düşünmeden yazdım. sanırım onu bir öncekini anımsatma, ya da pekiştirme yapmak için yinelemiş olmalıyım.
teşekkür ederim..eleştirileriniz çok yararlı oluyor...
kar tanelerinin katlanışı her biri ayrı birer sözcük bakalım yuvarlanıp nerde durulacak büyük kartanelerine dönüşecek harfler
sevgimle
müget
teşekkür ederim..
Güzeldi müget.
Buna inanıyorum biliyormusunuz.
Yani kırık çıkıkçıların bu yapkıtlarını ,çünkü gözümle gördüm.
Yine senin anlattığın gibi kar yağıyor her yer buz gibi kayıyor ,yollar kapalı.
Genç bir delikanlı kayınca , omzu çıkırıyor ama doktara gitmek mümkün değil ,hemen çıkıkçı bir kadın çağırdılar.
Sadece iki saniye sürdü ve çocuk ağlamayı kesti bir anda.
Kayınvalidesi yaparmış adamın biri iki büklüm gezerken ,belini bi çekmiş adam ,ayağa kalkıp yürümüş:)
Tehlikeli ama gerçekçide.Sevgiyle kal.