- 636 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALIMI'MI DÖKTÜM.../ ARDAHAN ÖYKÜLERİ 113
ALIMI’MI DÖKTÜM...
ALIMI’NI VERDİM...
Saran Teyze au iki cümleyi çok diyerdi.
" Uçun kuşlar uçun. "
" Uçan konar, konan, günü varır uçar! "
Kuşların deyişinide çok severdi.
Şeklin anasını ağlatmıştı sis. Hatlar erimişti.
Yazıyı resim gibi düşünmeyin; kelime resim gibi hayalse de; görsel değil, simgesel soyut birşeydir.
Avlusunda oynadığımız, hayat’ın (Bahçe) görsel hali sfumatu’ydu.
O günde: Zıbınımsı pantolun ayaklarında. Şort’unu giydirirdiler pazenden, ceketini terzi Aynur Teyze kesmiş, dikmişti.
Konfeksiyon’dan giyme başlamıştı. Oktay’ların mağaza Kongre caddesinde, şarkı söyler gibi şıngır- şıngır.
Subay, memur kısmı yazlıkları buradan alırdı.
Rahmetli Kemal Okyay’ın akrabalarıydı. Kemal Okyay Düz Ardahan’dandı. Avukatlık yapmıştı.
Milletvekili seçildi. Biz çocuğuz, çarşılar da Ardahanlılar konuşuyordu. Bu sefer Adalet bakanı olacak diye. Bizim insanımızın içi- dışı bir’dir. Konuşmayıda sever.
Kemal Bey; bir sefer, Halis Özdemir’in sırası altıncılığı beğenmeyip, listeden çıkmasıyla, son sıradan seçilmişti.
Beyaz, uzun, ak saçlarıyla; boylu, sırım gibi yakışıklı adamdı. Koyu tonlu takım elbise giyerdi.
Kime benzerdi diyeyimde: gözüzde rahat canlandırın! Rahmetli Cenk Koray’ın uzun boylusunu gözüze getirin. Ha ne fazla ne eksik... Allah’ın bir ismi hakkı için.
Eski senelere dönüp gerisin geri göz attığımızda bu resim tekniğini görüyoruzki: Eskiler, seneler...
Metafor yediğini montofon inek gibi inkar etmez.
İşte o alaca bulaca sahneden metaforlu izlenimler:
Cebe: " Ana’ma yalan uyduracam." dedi. Sabahtan çıkmıştı. Saat üç’e geler. Dere’de köprü’nün üstten geçtiği oyuk tam bir havuzdu. Çocuklar yaz’ın plaj bilirdi burayı. Şükrü Hocanın bahça çeperi; şelalenin başıydı. Beyaz dik kayaların serili, serpili sayısını sularda tahmin edemezdi. Kayalar irili, ufalı, kıyıdan kıyıya geçenlerin seke, seke atlamasını, kendilerini sayılamamasıyla saygın’dılar.
Keklik sekişiyle pilaç’lı ayaklarını taşların kafasını ezerek basıp zıplamalara çok sayılı davranırdı, taşlar, kayalar. Çünki taze genç kızlar tenlerinin ve evren’in bir nümayendesiydiler.
Neydiler?
Ne?
_ Nümayendesiydiler.
_ Ola desene: Kestirmeden..
_ Ne?
_ Kitabın ortasından...
_ Güzel ter-ü tazeydiler, filan.
_ He, eleydiler... essah’dan ter-ü tazeydiler.
Minadiye Teyze’ye Cebe derede yüzdüklerini söylemedi. Annesi pasta yapardı. Cebe , Ağa; rahmetli, çarşıda satardılar. Garaj, civarı: Pastalarını gezerek sattıkları meydandı.
Sabah postasında müşterileri: Çocuklar, yolcular, diyetli ihtiyarlar ve parası olmayan belangaz insanlardı.
Öğlen faslı: Son Kars ve uzun yol otobüs’ü ile köy’ e çekilen traktörlerde ki çoluk, çocuk, açlığını bir lokma bastırmak isteyen, mecburi, zevk olsun diye deneyen veya yemek isteyen insanlardı.
Cebe tepsi’yi başının üstüne koyardı. Pastalar spiral sırasıyla dizilmişti. Gölgenin altında devrilmesin diye yana yor’a kaykılıp dururdu. Kayıkların fırtınalı havalarda batmamak için inip- çıkması gibi çırpınasıya çalkalana, çalkalana kaykılırdı.
Anası karşıdan kalak’ın ordan bağırdı:
" _ Ümit!.."
Toz koptu. Göz açılmaz derece’deydi. Zibil gözüne kaçtı. Çağrışımsal olarak aklına bir fikir geldi. Düz çağrıştırmayla: A’ dan Z’ ye sayarız. Z’den A’ ya zorlanırıza. Düzdüğü lafları tersinden söyleyecekti. Kafasında öyle kurdu.
_ Fiyuvvv! Fiyuvvvv!
Dor at ağzını punğara dayamış; kanarak derenin duru yüzünden ot koparır gibi su içiyordu. Derenin Sofi Dayıgil tarafında köprü altbaş’a kalmıştı.
At’ın ağzı dereden daha sakin değil. Suyun serinliği, tadı havanın serinliğinden bir gömlek daha sakinlemesine dingindi.
Hürrrrüüüü!...
Hürrrrüüüü!...
Kanarak suyu içtikten sonra, at boğulur gibi son yudumunu yutdu başını havaya kaldırdı. Salyalarla suları sahibine serpitti.
Derede çim’en çocuklar çığrış çırpın yüzüyorlar. Şenlik sesi boruya bağırtıyı üflersin; ta tünel’in öbür başından çıkarırsın, onun gibiydi.
Köprüye çıkıp oradan suya kendini atan: Hava da; fotoğrafını çeksen ayağlarını açmış kurbağa gibi görüntülerdin. Bir fark vardı; gülümsüyen dudak çizgisi. Kurbağa gülmeyi bilse o farkda olmazdı.
Suyu çırpıtarak birbirlerine su atıyor, çocuklar.
Neşelerle zıplayan çocuklar daha yükseğe çıpıldayan damcalar; Damlalara çarptıkça kahkahayı basan öğlen ışıkları.
Çocukların sevindikçe sevinmelerine bundan başka sevap olur mu? diye düşünemeyen, neşeler saçan çocuklar!
Suda kafalarını tilki gibi at’ı sulayana merakla bakınıyor Cebegil.
Başını kişiye doğru " Hurrrüüü" diye seğirtince adamın başındaki sarıya ip boyasınnan boyanmış peruğu suya düştü.
Bunların " Tülkü" gibi dikilmelerinin nedeni buymuş.
Su önüne almış getiriyor. Sırma saçlı, sarı ip boyalı peruğu..
Hangimiz kapabilliriz’in derdine düşmüş bunlar...
Minadiye Teyze inanmadı.
Adamın peruğunu getirdiler.
Cebe ertesi günü pasta satmaya erden çıktı..
Dere de kimse çimmedi ertesi gün, çünki külle kap-kaşık yıkadı kadınlar.
Ter_ü taze kızlar ertesi gün: geri döndüler. Yine taşlara basarak, seke,seke...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.