- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölüm yolunda olaylar
….Yemen’e askerlik yapmaya giden İsmail ve onun arkadaşları vardıkları bu vahada da, daha önceki akşam olduğunda’ da geceleyecekleri vahada olduğu gibi yine bu vahada da, pek çok çeşit ve renkte hala üzerinde hurması duran çok ve bol miktarda hurma ağaçları, ve içinde yine bolca suları bulunan pek çok su kuyuları vardı.
…..Başlarına oraya kadar gelen askerlerin yaşadıkları ve sonra olaylardan ders çıkaran askerlerin başındaki komutanları, tepelere sonra tehlikeli olabilecek yerlere öncelikle çok fazla miktarda nöbetçiler koyarak, kendilerinin ve askerlerin oradaki güvenliğini sağlarlar. Hastane çadırları orada tekrar kurulur, yolda yaralanmış olan yaralıların tedavileri yapılıp sarılır, ve yaralıyken yarası iyi olmayan yeni şehit olanlar namazları kılınarak mezarlar kazılarak vardıkları vahada boş bulunan yerlere defin edilirler.
…..Askerlerin burada dinlenip geçirecekleri gece, ertesi gün yine gittikleri çöl yolunda bir mani çıkmaz ise artık son geceleri olacaktır. Geceleyecekleri çadırlarını kurarlar, ve çölde son geçireceklerini her hangi baskın yaşamadan huzur içinde geçirme şansını aramaya başlarlar.
…..Ama onların oraya gelinceye kadar arkada bıraktıkları yollarda şanssızlık eseri yaşadıkları olaylardan sonra huzur içinde geçirmeleri mümkün değildir. O gün yoldaki çatışmada Yemen’e giden Türkler pek çok şehit vermişlerdir. Çok askerlerini bunlar daha yolda iken esas gidecekleri yerlere varamadan kaybetmişlerdir. Herkes oldukça üzgün ve de dedirgindir.
…..Ama olaylardan kurtulup yola devam eden askerler de, ölüme de öldürmeye de yavaş, yavaş çaresizce alışmışlardır. Ölümler ve kanlar onlar için artık çok doğal bir olaymış gibi gelmeye başlar.
…..Her zaman olduğu gibi yine, o günkü gecede orada geceleyecekleri çöl gecesi yine çok soğuktur. Çöl ayazı insanın açıkta kalan yüzünü, nerdeyse donduracak kadar yakmaktadır. Yine etraftan çalı çırpı toplanır ve orta yerlere ateşler yakılır. Kimi askerler, yine bu yaktıkları ateşlerin etrafında geceleyin toplanıp o günün konusunu sebeplerini tartışırken, oradaki geceleyen kimi askerler’ de hemen yanlarında ölen ve şehit olan mezarlara gömdükleri arkadaşlarına üzülürler.
…..Ama onların çoğu bu gittikleri ölüm yolunda çoktan ölüme alışmıştır. Onun için bir kısmı askerler de ölümü ve üzüntüyü bir kenara bırakmış, geldikleri memleketlerine olan hasretlerinin hasret türkülerini bile söylemeye başlarlar orada kendi aralarında.
….. Öyle bir şey ki onlar, her şeye rağmen alışmış oldukları ölüme meydan okumaktadırlar. Nedense bu defa oradaki askerler çatışmada ölen, kendi öz be öz asker arkadaşları için nerdeyse çok fazla üzülmektedirler. Ve de onlar için yas tutmamaktadırlar. Aksine onlar onları unutmuşlar neşelenip, kendilerince moral bulmaya çalışırlardır. Çünkü onlar artık, şehit vermeye ve arkadaşlarının ölmüş yüzlerini görmeye de iyicene alışmışlardır.
….O gece daha çok hasret türküleri, söyleye, söyleye sabahı ederler. Fakat komutanları onlara, vahadaki su kuyulardan bazılarının zehirli olduğunu bildirince, ölüm yolunda cepheye giden askerler birden şaşırır. Bu defa, yollarında karşılarına çıkan kendilerine saldıran Arapları iyice öldürmediklerine hepsi temizlemediklerine kızmaya başlarlar. Neyse ki suların kontrol sonucunda kuyulardan bazıları zehirsiz çıkar’ da, onlardan su içmeye başlarlar ve onlar matararını da o kuyudan çektikleri suyla doldururlar.
….İsmail ise, o günkü çatışmada, orada içlerinde olmadığı gibi, hem ölümden kurtulmuştur, hem de onların içinden ölenleri görmemiştir. İsmail arkadaşları o günkü tuzak savaşında çarpışırken çünkü o başka bir yerde başka bir görevdedir. İsmail şans eseri bu çatışmada bulunmaz.
….İsmail’in vardıkları ve görevli gittikleri vaha küçük bir vahaydı. Tek bir su kuyusu vardı orada, onu da beş altı oba birlikte kullanıyorlardı. Vaha içinde, çok değil ama çok yaşlı bir kaç dönüm hurma bahçesi vardı. Hurmalığın arasında beş on adet oba görünüyordu. Her obanın önünde birkaç deve birkaç da keçisi vardı. Sanırım bir tane de at bağlıydı obaların birinin önünde.
….Sonra geri kalan Yemen yolunda geçen serüvenini şöyle anlattı Yemen gazisi İsmail dayım. Sonradan yanımdaki diğer arkadaşlarımdan, yolda geri dönerken öğrendiğime göre, buradaki çadırlarda yaşayan insanlar o civardaki Kıldani denen göçebe aşiretine ait insanlarmış ve onlar Osmanlıya sıkı sıkıya bağlı olarak hayatlarını huzur içinde devam ettiriyorlarmış karşı gelmeyenlerdenmiş dedi. ve anlatmaya devam etti.
….Adamlar daha bizi karşılarında görür görmez, vahanın girişinde çok güzel karşıladılar. Hemen, hemen hepsi de yaşlı, yaşlı insanlardı. Hele içlerinde bir tane adam vardı ki, o diğerlerine göre daha çok iyice yaşlıydı. Saçı sakalı ağarmış ermiş, bir dedeyi andırıyordu. Sanırım yaşı yüzü geçkin biriydi.
….Yanımdaki sivil kıyafetli olan arkadaşlar, Arapça olarak adamlarla bir şeyler konuşmaya başladılar. Adamlar bizlerle konuşurken, devamlı surette altımızdaki develerin üstündeki kilimlere ve bizlerin belindeki hançerlere bakıyorlardı.
….Ben onlarla hiç konuşmuyordum, sadece mel, mel tat ve dilsiz biri gibi onlara öylesine boş, boş bakıyordum. Konuşanları sadece dil bilen sivil kıyafetli yanımdaki asker arkadaşlarım yapıyordu.
….Onlar ile, ne konuştular, nasıl anlaştılar bilmiyordum. Sonra bizleri bir kara çadırın içine davet ettiler.
….Çadırın içi tamamen, el ile dokunmuş deve tüyünden desen, desen kilimler ile seriliydi. Kilimlerin üzerlerinde kildanı aşiretinin motiflerini taşıyan, her biri ayrı desende olan ve onların sonradan her bir motifin ayrı, ayrı hikayeleri olduğunu öğrendiğim çok güzel kilimlerle döşenmişti.
…..Bizi bu kilimlerin üzerindeki içi deve yünü olan minderler üzerlerine oturttular. Ben çadırın içinde çadırın bir kenarına tek başıma büzülmüş, sessizce konuşurken onların ağızlarına bakıyor, hiç konuşmuyordum.
….Hiç konuşmuyordum, çünkü ben rol icabı bir dilsizdim ve de sağırdım. Saten ben onlarla orada konuşsam da onların kendi aralarında ne konuştuğunu anlamıyordum, çünkü ben Arapça bilmiyordum.
….Biraz sonra bizlere buradaki adamlar, simsiyah bir kahve ikram ettiler. Kahvelerin görünüşü hiç iyi değildi amma, onun tadı fena değildi.Hatta çok güzel olmuştu diyebilirim.
….Arkadaşlarım onlarla konuşarak onlara teşekkür ederken, ben de kendimce el kol işaretiyle memnuniyetimi bildiriyordum.
….Akşam olmuştu, artık hava nerdeyse kararacaktı. Bir de baktım ki adamlar koca bir tepsi pilav ve üzerinde kızarmış etlerle içeri girdiler. Ben burada onlardan bizlere o yerde bu güzel ziyafeti bize çekeceklerini hiç de beklemiyordum tahmin bile edemiyordum.
…..Ziyafeti karşımda görünce, birden gözlerim fal taşı gibi açılmıştı ama, ben onu belli etmedim.
….Biz de tıpkı onlar gibi, önümüze konan yemekleri onlar gibi hiç kaşık kullanmadan ellerimize alarak, ya da önümüzdeki yulaf unundan yapılma yufka ekmeğine sararak bu güzel ziyafetteki yemekleri yemeye başladık.
….Bütün hareketlerimiz, yemek yiyişimiz hepsi onların yemesi gibiydi. Ya da şey imam Yahya’nın adamlarınınki gibiydi.
….Yemekten sonra onlar ne konuşuyordu bilmiyorum, uzun müddet ben hariç arkadaşlarımla bol, bol sohbet ettiler ve tütün içtiler. Ne konuşmuşlardı, ne söğüşlüyorlardı bilmiyordum ama, oradaki buradaki kıldani aşiretinin adamları bizlere çok iyi bakmıştı, ve ben hayatımdan da çok memnundum.
…..Güneş sabahın erken saatinde yenice çölün yüzünde kendini yeni göstermeye başlamıştı, buralarda güneş saten erkenden doğmaktadır çünkü.
….Gecenin ayazı ile güneşin çıkışının karışması çölde, ılık bir rüzgar estirmeye başlar. Güneş her tarafı iyicene kızıla boyamış, kum tepeleri kırmızı ibrişimle işlenmiş bir ipekli gibi parlamaktadır.
….Artık şu gördüğünüz ben İsmail’in ve benim arkadaşlarının görevi orada bitmişti. Allah tan orada başımıza bir iş gelmeden ve orada hiç bir kötü olay olmadan, onlar ve ben bize verilen bu görevi başarı ile tamamlamıştık. Arkadaşlarımız ise, onlardan bazı bilgiler almıştı fakat bu bilgiler bizim için yeterli değildi. Yine de onlar onlardan elde edebildikleri az bir bilgiyle arkadaşlarımızın yolda başlarına gelen olaylardan sonra geceledikleri yere doğru, sabahın serinliğinde kalktık ve yola koyulduk. Sonra yol boyunca ben orada olup bitenleri onlardan öğrendim.
….Göçerlerin olduğu vahaya, görevli giden ben İsmail ve benim arkadaşlarımın altında birer deve, uzaktan konaklama yapan askerlerin olduğu birliğe doğru yaklaşmaya başladık.
….Sabah güneş doğmadan kalkan ve yola erkenden serinlikte yola çıkan ben İsmail ve benim yanımdaki diğer Arap kökenli Arapça konuşmasını bilen diğer asker akadaşlarım, birliğimizin bulunduğu yere daha konaklama yerinden gidecekleri yere doğru yola çıkmadan vardık.
….Artık şu karşınızda gördüğünüz İsmail ile onun arkadaşları gerçek birliğimize ulaşarak arkadaşlarımızın arasına yeniden karıştık.
Neler geldi neler geçti,
o ölüm yolunda, başımdan,
o ölümler zayıfları, seçti,
hasta olduk çöl ,sıcağından.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.