Bir Yazarın Yeniden Doğuş Öyküsü - 4
Cesaretimi topladığım bir gün evlenme teklifi yaptığım bir mektup bıraktım, çalışma masasındaki çantasının üstüne. Cevabını beklemeye başladım heyecanla!
Aradan iki gün geçmiş ve mektubuma henüz bir cevap alamamıştım. Üstelik sanki hiçbir şey yokmuş gibi günlük yaşantımızı aynı seviyede sürdürüyorduk. Mektubu okuduğundan adım gibi emindim ama ondaki bu kayıtsızlığa bir türlü anlam veremiyordum. Özellikle de gözlerimin içine baka baka her zamanki sevecen ve şefkat dolu konuşması beni iyice çileden çıkarıyordu.
Şimdiye kadar her istediğini elde eden ben, bir bayanın karşısında kendimi hiç olmadığım kadar aciz ve güçsüz hissediyordum.
Neden bu kadar savunmasız hissediyordum kendimi ona karşı bilmiyorum.
Sonunda hırslarıma yenik düştüm ve parasal gücümü de kullanarak, ona baskı yapmaya ve benimle evlenmeye zorlamaya başladım.
Mektubumun üzerinden geçen iki yılın sonunda, beşinci romanımın tanıtım ve imza gününde artık evliydik. Onun orta halli, memur bir ailenin kızı olması, benim ailem için sorun teşkil etmedi. Dedim ya her konu da her istediğim olurdu.
Düğün nerede ve nasıl olacak, nerede oturulacak, eşyalar nasıl döşenecek gibi, kız tarafını ilgilendiren konularda onlara ve özellikle Aynur’a danışma gereği bile duymamıştık. İçerliyordu bu duruma farkındaydım ama bana işkence ve kâbus dolu geçirttiği iki yılın sonunda, kendimi tüm bunları yapmak konusunda haklı görüyor ve kendimce intikam alıyordum.
Evlendikten sonra beni sever sanmıştım ama o her zaman gözlerinde görmeye alıştığım ışık yoktu artık gözlerinde. Onu öyle solgun ve ışıksız gördükçe daha çok küçümsüyor ve daha çok işkence ediyordum. İşkencelerim dayak atmak değildi kesinlikle. Ben bir bayana asla elimi kaldıramam. Daha çok hakaretlerimle ve küçümseyen sözlerimle oluyordu.
Evet! ben onun hayat enerjisini ve ışığını söndürmüştüm. Bunu evliliğimizin üzerinden geçen on yılın sonunda anlamıştım.
Çocuk sesine tahammülüm yoktu, o yüzden çocuk istemiyordum.
O güne kadar…
Üniversite de o gün dersim yoktu. Biraz hava almak için sahile inmiş ve kayıtsızca denizi izliyordum. İnce bir sesle kendime geldim. Bana martılara simit atmak isteyip istemediğimi soran sevimli bir kız çocuğuydu. Onun o sevimli halleri bana Aynur’un, sevgili eşimin yıllar önceki halini hatırlattı. Yani artık bir türlü göremediğim gülen gözlerini.
Ben bu kadar gaddar ve acımasız olabilir miydim gerçekten?
Bir iç muhasebesine girdim kendimle ve yıllardır o üstüme kalıp gibi oturmuş kasıntı halim sanki bir kum tanesi olmuştu. İlk defa elimde çiçekle gittim o gün eve.
Sabaha kadar uzun uzun konuştuk. Yine sabaha karşı ilk defa Aynur’un benim o kendinden başka kimseyi beğenmeyen halimden dolayı benden korktuğunu ve ileri de her ikimizi de mutsuz görmek istemediği için evlilik teklifimi reddettiğini öğrenmiştim. Ona ve kendime karşı daha sevecen olmaya söz verdim.
O sabah benim üçüncü doğumum gibiydi. Artık ailemize üçüncü bir birey şarttı. Bunu deliler gibi istiyordum.
Yaşı ilerlediği için riskli bir hamilelik geçirecekti ama anne olmayı o da çok istediği için tüm riskleri göze almıştı. Kızım doğunca ona can suyum demiştim. Çünkü o benim gerçekten yaşama ümidim ve can suyum olacaktı.
Cansu’yu kollarıma bıraktıkları zaman yaşadığım tarifi imkânsız bir duyguydu, daha önce tattığımı hiç hatırlamadığım.
İşte o an anlamıştım çocuklar bana göre kendini savunmaktan aciz, zavallı yaratıklardı ve ben yine de onlardan korkuyordum; bana güçsüzlüğü hatırlattıkları için.
Cansu’nun doğumundan doğan heyecanla çocuk sevgisini anlatan bir kitap yazmıştım. Bu bana göre şimdiye kadar yazdığım en güzel kitaptı ve emindim ki yine eleştirmenlerden tam not alacaktım.
Ama öyle olmadı!
Bana göre bir başyapıt olan eserim tüm eleştirmenlerden kötü not almış ve şimdiye kadar duymadığım ağır tenkitlere maruz kalmıştım. Bu kabul edilebilir bir durum değildi. Ben eleştirilmeye alışkın değildim. Hem üstelik her şey yeni yoluna girmişken ve Aynur’umun gözlerinde o eski parıltıyı yeniden yakalamışken. Mümkün değildi. Kesin yayınevimin kitabımı iyi tanıtamamasından ve belki de gözden kaçırdıkları baskı hatalarından kaynaklanan bir şeyden dolayıydı! Ne bileyim.
Her zaman olduğu gibi bu olayda da benden başka herkes suçluydu. En büyük suç ise hiç kuşkusuz Cansu’daydı. O ilham olmuştu bana nede olsa. Ama varlığıyla konsantrasyonumu dağıtmış ve bir türlü kafamı toparlayamamıştım. Başarılı olsaydım da can suyum hakkında böyle mi düşünürdüm bilmiyorum!
Evet; sonunda suçluları bulmuştum tek tek. Ama yazma azmimi de tamamen yitirmiştim.
Bundan sonra ne makale, ne de roman yazmayacaktım. Böylelikle herkesi yazılarımdan mahrum bırakarak cezalandıracaktım.
Olmadı!
Yapamadım…
Yazarlık benim ruhuma işlemişti bir defa…
Dört yıl ara verdikten sonra dönüşüm muhteşem olacaktı!
Öyle bir polisiye roman yazacaktım ki herkes korkudan küçük dillerini yutacaklardı. Ama önce sıkı bir araştırma yapmalıydım. Suçlu psikolojisini iyice irdelemeli, en ufak bir detayı gözden kaçırmamalıydım.
YORUMLAR
her zamanki gibi harika bir bölüm ...beni çok düşündürdü egosu yüzünden insanların sevdiklerine yaptıklarını fark etmeleri yaşam ışığını gözlerinden sildiklerini bile anlayamamları o kadar aşina bir konu ki...hazır olmadan yapılan evlilikler ve çocuklar tek başına kalmış aynur durumunda olan talihsiz kadınlar çok uzağımızda değil hatta içimizde...keşke herkes o sevgi ışığını hiç yitirmese...kutlarım sevgilerimle..
Ünlü bir yazar dahi olsa, "Ne oldum" dememeli, "Ne olacağım" demeli atasözünü doğrularcasına gidiyor öykü... Her zaman mütevazi olmak en güzel, en ulvi harekettir...Herkese tepeden bakanlar, günün birinde yalnızlığa mahkum olurlar...
Neyse ki yazarımız kendini toparlayacak galiba...
Sevgilerimle...
N. B. Ç.
Çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Ya ben çok kötü oldum cidden.Aynurun çocuksu gülümseyişlerini çalmanız ona verdiğiniz ızdırabın ne denli büyük olduğunu o kuşlara simit atan kızın bakışlarında, minik cansunun ise avuçlarında tuttuğunuz her şey Aynurdu aslında .Sizin aşık olduğunuz ve hep öyle kalmasını istediğiniz ama egonuzu tatmin etmek için ise üzmekten geri kalmadığınız bir küçücük yüreği ne kadar yaralamışsınız.Onun için size kızgınım:((
Ama bir şey daha var kendinizle olan iç hesaplaşma ,dilerim bu suçlamaların ,artık son bulur.Bizde polisiye romanınızı okurken gerçekten ,küçük dilimizi yutarız.zaten yeterince gerildim..:((
güzeldi tebrikler aslında bir dolu şey yazardımya ,vazgeçtim:)
Saygımla
N. B. Ç.
Teşekkürler.
Sevgilerimle...
Canım adım adım ilerleyişini gururla seyrediyorum. Harika bir yazı stilin var. En içten duygularımla kutluyorum. Sevgilerimle
N. B. Ç.
Sevgilerim çokça...
N. B. Ç.
Çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Kahramandaki gibi kendini beğenmiş bir mühendis ve ondan çekinen, ürken, yanında nefes almaktan bile korktuğunu söyleyen bir öğretmen kız var. Ne var ki kahramana benzeyeni çok seviyor. Evlenmeyi düşünmüyor ama ondan çocuğu olsun istiyor.
Bir insanın hayatı asla bir insana örnek gösterilmemeli ama bunu hep yapıyoruz nasihatlarımızda.
Bu gibi durumlarda başkalarının yanlışlarını inceleyerek doğruyu bulmak da metod değil gibi geliyor bana. Çünkü kişileri birbirinden ayıran farklı öyle çok faktör ve etkenler var ki.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
N. B. Ç.
Saygılar benden...
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
ah muazzez tahsin berkant
bize nie güzel duygular enjekte etti
bize neler öğretti
rahmetl i tarık buğra ağabey anlşatmıştı böyle bir öyküyü
içinde bu toplumundan herkes vardı...
o herkesten biri olabildık mı diye sordum kendi kendime
samanlık seyran da
o seyranda kültür etiket ve kariyer de var
olmuyor başka türlü...
seni izlemek
okumak ve yorumlamak benim için zevk
çünkü sen iyi yazıyorsun..
sevgilerle dost kalem...
N. B. Ç.
Çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
N. B. Ç.
Her zaman...
Sonsuz saygı ve sevgilerimle...