SAÇ TOKALARIM
Öyle peri kızının saçları gibi upuzun saç taşımadım hiç bir zaman ama kendime yetecek kadar vardı ben de peri kızı değilim zaten...Dümdüz mısır sapı gibi işte.. Aynı zamanda telleri biraz da kalın olduğundan sertti. Birde sabun ve duru suyla yıkandı mı iyicene at kılı gibi olurdu....Bu yüzden at kuyruk yapmayı çok severdim saçlarımı... :-)
Yaylaya göçtüğümüz vakit, çerçinin biri gider biri gelirdi, kızların saçlarında envai çeşit tokaları görür özenirdim hep. Benim saçlarımı genellikle kendinden minik belikler örerek tuttururlardı, eğer tutmaz ise de çamaşır lastiğiyle toparlayıp bağlarlardı... Bir gün bir çerçi geldi Alllllllllllllaaaaaaaaaahhhhhhhh, tokalar, ne kadar çok ve güzel, çiçekler, çiçekler...Sanki çerçi değil ayaklı çiçek bahçesi....
Ağlaya sızlaya, arsızlığımla bir çift naylon toka aldırdım... Saçlarımı kâh açıp kâh örgü yapıp takıyordum yeni çiçekli tokalarımı, derken en son açık takmışım. O saçlar o tokaya öyle bir dolanmış ki açabilene helâl olsun... Yarısını yolup, yarısını kurtarıp çıkarttılar tokayı ama bende de hâl kalmadı... Kafamın derisi cayır cayır yanıyor...
O meyanda anam köyden yaylaya geldi... Ben durur muyum bastım yaygarayı, toka saçımı şöyle acıttı, böyle yoldu... Bu arada da saçı küt kesilmiş kızlara özenmiyor değilim hani... Kiminin saçları kulak hizasından, kimi biraz daha aşağıdan, daha yukarıdan, yani ellerinde tomar edip basmışlar makası. Anama benim saçımı da kes dedim, bu arada saçlarımız çamaşırdan çamaşıra sabunla yıkanır taranırdı ya birde gözümüze sabun katçımı Allah sabır versin di o saçı yıkayıp tarayana, tarak bulunursa tabi...
Ha denince çamaşır yıkanmazdı, (15-20 günde belki de ayda bir bilmiyorum) taraklar şimşir ağacından olurdu, o saçlardaki dolaşığa tarakların dişleri feda edilirdi, iki ağızlı olurdu taraklar, bir tarafı ince, diğer tarafı kalın dişli ve genellikle kalın dişli tarafı kullanıldığından oranın dişleri çabuk dökülürdü, çabuk dediysem gene beş altı yıl belki de on yıl dayanırdı.
Tüm bu merasimden kurtulmak için elimden gelen arsızlığı yaptım ve sonunda bütün aileyi pes ettirdim... Bu defa da ne kızlar ne de anam kıyamadı saçlarıma, altın sarısı pırıl pırıl bişeydi işte. Hele abim... Hâlâ çok sever benim saçlarımı... Kısa saçı birde önü düğmeli bayan giysisini hiç sevmez bu abim...Ayrıca hem teyze oğlu hem de enişte olan ablamın kocası da kısa saç sevmediğinden ödümüz kopardı o görecek diye...
Komşuyu çağırdılar… Mümüş abaaaaa, hele bi geeeeeeeeelllllllllllll...Mümüş abanın kocası Ahmet Ali ağa, Orman Muhafaza Memuruydu, yazları yaylaya gelirlerdi...Uzun zaman çocukları olmamıştı, onun için mi neden bilmem kocası her Allahın günü döverdi kadını ve adamı görünce şeytan görmüş gibi kaçardık... Bizden başka kimseye göndermezdi kadını, anasının bacısının yanına bile... Sonra peş peşe beş tane kızları oldu...
Adam kadını gene döver... Daha sonra yani ben büyüyüp de yayla sefamız da sonlanınca duyduk ki ikiz erkek bebekleri olmuş kadın da dayaktan kurtulmuş... Meğer Allahın odunu kadın erkek çocuk doğurmuyor diye dövermiş...
Neyse; Mümüş aba geldi, bizim merasim başlayacak diye beklerken kadın elindeki makasla tek harekette ve tek örgü olan saçımı haaarrttttt diye kesti elime verdi… Birden dehşete düşmüştüm, bu kez de hem kısacık kalan hem de elimdeki at kuyruk saçıma o kadar çok ağladım ki... Yolunmuş tavuğa dönmüşüm saçlarım kesilince... Yani ağlamayı pek güzel beceririm...
En çok da uzun zaman ağabeyimin beni sevmemesi dokundu. Benden dört yaş büyüktü ama gene de onun sevgisi şefkati ve ilgisinin eksikliği her şekilde üzüyordu beni.
Hala saç kestirirken o an gelir gözümün önüne, kaç kez kalkıp gitmişimdir kuaför koltuğundan bu sebeple...Ah çocukluğum ve rengarenk saç tokalarım, neredesiniz…? Saçlarımın yolunma pahasına da olsa sizi çok özledim çoookkkkkkkk..