- 950 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ön Yargı..!
İşten döner dönmez kıyafetini değiştirip sofra hazırlamaya koyuldu. Yorucu bir iş gününü daha geride bırakmıştı.
Her iş dönüşü evde kendisini kötü bir sürprizin karşılayacağı endişesiyle cebelleşirdi. Kapıdan içeri girip her şeyin yolunda olduğunu görünce içi rahat eder fakat aynı tedirginliğin sabahın ilk saatlerinden itibaren yeniden yakasına yapışacağı bilirdi. Ali Kemal her şeye rağmen bu durumu yazgısı olarak kabullenmiş, alışmıştı.
Yürümekte bile zorlanan yaşlı annesini ve henüz altı yaşında olan biricik kızını evde yalnız başlarına bırakıp işe gitmek onu içten içe yiyip bitiriyordu.
Bir an evvel evlenmeli ve hayatına yeniden çeki düzen vermeliydi.
Lakin buna ne ekonomik olarak ne de duygusal olarak hazır değildi.
Mutsuz bir evlilikten sonra eşinden ayrılmış, kızı ve annesi ile birlikte yaşamaktaydı. Kısa süre öncesine kadar Ankara’nın gecekondu semtlerinden birinde otururken, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında iki odalı gecekondusundan istimlak suretiyle çıkartılmış, Toki’nin yaptığı binalardan birine yerleştirilmişti.
Oysa gecekonduda iken her şey ne kadar da kolaydı.
Ne fakirlik umurunda olurdu ne de beklentisi olurdu lükse!
Her şeyden önemlisi;
Mahallede herkes birbirinin ya köylüsü ya akrabası olduğundan, işe gittiğinde gözü arkada kalmazdı. Ama şimdi annesine ve kızına göz kulak olması için kime güvenip tembihleyebilirdi ki?
Girişken yapısı ve renkli kişiliği ile dikkat çeken Ali Kemal, aynı blokta oturan birkaç aileyle kısa sürede kaynaşmış, dost olmuşlardı. Ama bu kaynaşmaları kısa sürmüştü.
Alevi olduklarını anlayınca komşuları da uğramaz olmuş, sadece karşılaştıklarında kısa bir selamlaşmayla yetinir hale gelmişlerdi.
Bu tip yaklaşımlar Ali Kemal’e hiç de yabancı sayılmazdı. Alışıktı.
Ama en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda komşularının uzak durması, hayatını biraz daha çekilmez kılmaktaydı. Kendisi olmadığı zaman her hangi bir acil durumda ailesine yardıma koşabilecek birilerinin yakınlarda olduğunu bilmek bile yeterliydi oysa!
Yemekten sonra annesi ve kızı ile birlikte televizyonun karşısına geçmiş haberleri izliyorlardı. Kanepenin üzerinde otururken kızı başını Ali kemal’in dizine koymuş, öylece uyuyakalmıştı. Kızını yatağına taşıdıktan sonra annesine sigara almak için bakkala kadar gideceğini, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu.
Bakkaldan dönerken Abdullah ile karşılaştı. Ailece gidip gelmeseler de onu diğer komşularından daha samimi ve içten buluyordu. Ayaküstü sohbet ederek, apartmandan içeri birlikte girdiler. Abdullah merdivenleri çıkarken işten çıkarıldığını söyledi. Çalıştığı şirket, personelin yarısına yakınını işten çıkarmıştı. Kendisine bile hayrı olmayan ağabeyi ile birlikte beş kişilik ailesinin geçimi Abdullah’ın kazancına bağlıydı. Daha ilk günden tedirginlik sarmıştı Abdullah’ı.
Ali Kemal çalıştığı gazetenin şoför aradığını biliyordu. Ama iyice emin olmadan bunu Abdullah’a söylemek istemiyordu. Boşa umutlanmanın işsiz biri için nasıl bir yıkım olduğunu iyi bilirdi.
Ertesi gün ilk iş olarak çalıştığı gazetenin insan kaynakları müdürünün kapısını çalmak oldu. Komşusu Abdullah’tan bahsetti. Onay alınca içini tarifi imkânsız bir huzur kaplayıverdi.
Akşam eve döner dönmez kıyafetini değiştirip sitenin parkına koştu. Park, sitede ki erkeklerin uğrak yeriydi. Etrafına bakındı. Abdullah sırtı oradaki kalabalığa dönük vaziyette cep telefonunda sorununu birisiyle paylaşıyordu. Daha ilk günden yüzü solmuş, birkaç yaş yaşlanmıştı adeta.
Abdullah’a yakın bir noktada orada ki insanlarla sohbete koyuldu. Telefon görüşmezi oldukça uzun sürmüştü. Konuşması bitince oradan ayrılmak üzere kalabalığa iyi akşamlar dileklerini sunarak yürümeye başladı.
Ali Kemal bir çırpıda kendisine yetişti. Kısa bir hal hatır sorma faslından sonra Abdullah’a işten bahsetti ve çalışıp çalışmayacağını sordu.
Abdullah’ın verdiği tepki görülmeye değerdi.
Ne evet diyebildi ne de hayır. Ali Kemal’i kucaklayıp ayaklarını yerden kesti. İri cüssesiyle Ali Kemal’i bir tur döndürüp yere bıraktı. Heyecanı dinince iki elini Ali Kemal’in omzuna koydu ve göz göze bir süre bakıştılar. Abdullah’ın gözünde iki küçük damla oluştu. O iki damla yaş hem sevinci hem de mahcubiyeti ifade ediyordu. Zira kısa süre önce diğerleri kadar bariz olmasa da o da Ali Kemal’i dışlamıştı.
Takip eden günlerde sitedeki herkesin yaklaşımında farklılık gözlenmişti. Kendisine daha sıcak yaklaşıyor, her gördüklerinde hal hatır soruyorlardı.
Yine bir akşam parkta toplanmış sohbet ediyorlardı. İçlerinden biri biraz ileride ki çimenli yamacı işaret ederek;
- Neden bir hafta sonu şurada piknik yapmıyoruz, dedi.
Bir diğeri;
- Hem çocukları da götürürüz, hiç olmazsa hava alırlar. Dört duvar arasına tıkıldı kaldılar garipler.
Abdullah, Ali Kemal’e dönerek;
- İsterseniz siz de gelin, dedi.
Ali Kemal;
- Olabilir tabi ki. Çok da iyi olur.
Ortaya öylesine atılan piknik fikri ciddiyet kazanınca, bazılarının yüzünde belli belirsiz huzursuzluk ifadesi oluştu. Ali Kemal’in gözünden kaçmayan bu yeni durum, mutlaka üstesinden gelinmesi gereken konu olarak görünüyordu. Bu engeli aşmaya kararlıydı. Üstelemek istiyordu.
- Arkadaşlar sağ olun ama, bu fikri ben ortaya atmış olsaydım ne pahasına olursa olsun onu gerçekleştirmek isterdim. Şimdi ise top sizde, dedi.
İçlerinde en sabit fikirli ve fanatik olan Osman itiraz etti;
- Ne yani verdiğimiz sözde durmaz mıyız demek istiyorsun.
Ali Kemal;
- Estağfurullah da, evdekiler ne diyecekler?
Osman;
- Biz evet dedikten sonra…
Hem pikniğe hayır mı diyecekler sanki!
Hele çocuklar duymaya görsün.
Abdullah;
- Tamam o halde. Zamanını da kararlaştıralım bari.
Osman;
- Haftaya Pazar olabilir mesela.
Ali Kemal;
- Bence de uygun. İçecekler benden.
Ali Kemalin “İçecekler benden” demesiyle kısa bir suskunluk hâkim oldu. Kendi aralarında göz göze geldikten sonra isteksiz şekilde “olur” dediler.
Piknik günü yaklaştıkça katılımcıları huzursuzluk sarıyordu. Nihayetinde Cumartesi akşamı yine bir aradayken her biri kendince bir bahane uydurup pikniği ertelemeye karar verdiler. Bir sonraki hafta için sözleştiler.
Pazar günü gelmiş piknik hazırlıkları yapılıyordu. Ali Kemal içecekleri, Abdullah mangal ve karpuz, kavun gibi şeyler alacak, Osman da tavuk alacaktı.
Ali Kemal bu piknikte bir ön yargıyı yıkmak niyetindeydi. Lakin öyle yıkmalıydı ki sonrasında oradakiler kendi aralarında bu konuyu bir kez daha düşünmek zorunda kalsınlar.
Uğradığı marketten kola ve diğer meyve sularından bir çeşit yaptırdı. Aldığı içecekleri evde önceden hazırladığı sepete birer gazete kâğıdına sararak yerleştirdi. Aldığı içeceklerin ne olduğu anlaşılmasın diye sepete özenle yerleştirdi.
Piknik yerine hep birlikte yürüdüler. Vardıklarında kadın ve çocuklar bir yerde, erkekler de onların yaklaşık 15-20 m. ilerisine yerleştiler.
Mangal yakılmış tavuk kanatları pişmeye başlamıştı. Ali Kemal Osman’ın 12-13 yaşlarında olan oğluna seslenerek
- Yakup gel size de içecek bir şeyler vereyim diye seslendi.
Osman şaşkınlıkla;
- Onlar içmezler, diye karşı çıktı.
Ali Kemal bir yandan gazeteye sarılı şişeleri yavaşça sepetten çıkarırken diğer yandan laf yetiştiriyordu.
- Neden?
Onlar içmeyecekler mi?
Osman;
- Yahu olur mu öyle şey(!) içmez onlar.
Ali Kemal;
- Biz içeceğiz onlar bakacaklar mı? Diyerek muzip bir ses tonuyla cevapladı.
Osman;
- Teyze de içecek mi yani? Diyerek Ali Kemal’in annesini işaret etti.
Bu arada Abdullah gazete kâğıdına sarılı olan içeceklerin meşrubat olduğunu fark etmiş, hafif bir tebessümle ikilinin söz düellosunu izlemekteydi.
Ali kemal;
- Elbette içecek. O da içer, kızım Gonca da içer. Biz evde hep beraber içeriz, diye cevapladı.
Osman şaşkındı. Ne diyeceğini bilemiyordu.
Ali Kemal yavaş hareketlerle içecekleri ortaya çıkardı.
Abdullah kahkahayı bastı.
Osman utancından kızarmış, bir kenara geçip oturmuştu. Yaşı seksene yakın olan kadına ve henüz altı yaşlarında bir kız çocuğuna alkollü içkiyi yakıştırmış olmanın utancıydı bu.
Pikniğin kalan kısmı sessiz ve daha ciddi yüz ifadeleriyle sürmüştü. Ancak çocukların keyfine diyecek yoktu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.