- 1014 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİR ÖMÜR RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ
İnsan her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaşır. Ancak ölüme yaklaşmanın farkına varmadan yaklaşır. İnsan, sık sık aynaya bakar, kendindeki değişikli bir türlü görmez ya da görmek istemez. Kendisinin değişmeyeceğini düşünür. Kendini oyalar da oyalar…
Geceleri açık ve güzel bir havada, gökyüzünü inceleyin. Bu sırada, yıldız kümelerinden birinin kaydığını görürsünüz. Onu görmenizle kaybolması an meselesidir. O zaman içinizde sevinçle karışık bir ılıklık hissedersiniz. Vatanımızda ya da diğer memleketlerin birinde değerli bir şahsiyet öldüğü zaman; o ölen kişi için, bir yıldız daha gitti, bir yıldız daha kaydı derler. İnsanın elindeki nimet, her geçen gün ondan bir adım daha uzaklaşır…
Çocuk, çocukluğunu yaşarken çok sevdiği çocukluk dönemi, hızla uzaklaşır ondan. Gencin gençliği kaçar elinden, koşar adımlarla. İhtiyarlıksa insandan kaçmasa bile insan ondan kaçmak ister, bir an önce bu ihtiyarlıktan kurtulmak için. Güzelin güzelliği kaybolur adım adım…
Şöyle gerinize doğru bir bakın, sizden hızla uzaklaşan yakınlarınız yok mudur acaba? Şunu da hatırlatalım; her maziye bıraktığınız anılar, özlem dolu olarak çıkar karşınıza ve de çok değerlidir. Kim ne derse desin bu böyledir. İnsanın mazideki yaşadıklarını hatırlamak yaşamak gibidir. Çok uzun zaman parçasını birkaç saniyeye taşımaktır. Her çocuk, bebekliğinin özlemini duyar; her genç, çocukluğunun özlemini, her yaşlı da gençliğinin özlemini duyar durur. Bu duyulan özlem, yaşama hissiyle genç ve güzel kalır. Yıldızlar da kayar, durmaz yerinde; solar güzelliğin kalmaz yüzünde…
İnsanın ceset olarak güzelliği yaşlanınca kaybolur. Bu sünnetullahtır. Allah (cc), böyle istemiştir. Her kadın, yaşlanmaktan ve güzelliğinin kaybolmasından korkar. İnanan mümine bir kadınsa, Rabbine teslim olması dolayısıyla, ümitle korku arasında olur. Yüce yaratıcının cennette, buradaki güzelliğinin kat kat fazlasını kendisine vereceğini bilir ve buna inanır. İnsanın ruhu ince ve zarif olabilir.
Vücut güzelliği gelip geçici olduğuna göre, ruh güzelliği kalıcıdır. İnsanı insan yapan da ruh güzelliğidir. Ruhu da terbiye eden İslam’dır. Vücut ve ruh güzelliğinin arasındaki farklardan biri; çirkin biri kendini bedenen değiştiremez ama ruhunu güzelleştirebilir. Kötü ruhlu vücutça güzel olandan, çirkin ama ruhça güzel olan daha iyi ve değerlidir. Vücut olarak aslında herkes güzel olarak doğar. Bizim çirkin olarak beğenmediğimiz birinin, bir telini yaratmaya kadir miyiz? Asla! Öyleyse neden insanları küçük ve hakir görüyoruz?
Güzellik ve çirkinlik vasfı gençken ortaya çıkar. Ancak yaşlanınca yine güzelle çirkin eşit olur. Ölümden sonra ise Müslüman olarak canını Allah’a teslim eden, iyi ve güzel ruhlu kimse ebedi güzelliklere kavuşurken; kötü ve çirkin ruhlu kimsenin ebedi bir acıya maruz kalacağı açıktır…
Rüzgâr gibi geçti. Rüzgârın oğlu… Rüzgâr; çevresine fayda ve zarar vermesi dolayısıyla hep anılır ve değer kazanır. Rüzgâr, yağmur yüklü bulutları kovalar da kovalar. Sonunda bulut kaçmaktan yorulur ve yağmur olur yağar. Yeryüzünden bereketler fışkırır. Onun sularını içeriz, onunla hayvanlarımızı sularız. Meyve ve sebzelerimizi yetiştiririz onun suyuyla. Rüzgâr, bazen de hortumlara dönüşür, kasırgalar koparır, tayfunlar oluşturur, fırtınalar çıkarır. Böylece önlenemeyen felaketler oluşur. İnsanlar ölür, hayvanlar telef olur. Evler yıkılır, topraklar kayar, depremler olur…
İnsan ömrü rüzgâr gibidir. Rüzgârın insana faydası da vardır zararı da. İnsanlar da rüzgârlar gibidir. Dünya, faydalı ve faydasız insanlardan oluşur. Yüce Allah’ın kendilerine vermiş olduğu cüzi iradeyi iyi kullananlar, iyi insanlar olurlar; cüzi iradeyi kötü kullananlarsa kötü insanlar olurlar. Çevrenize şöyle bir bakın, zararlı ve zararsız insanlar kümesini hemen fark edeceksiniz… Bir kısmı size yardım etmek isterken, diğer bir kısmı da bırakın yardım etmeyi, size edilen yardımı bile engellemeye kalkışır.
İnsanın kendi ömrü için de aynı şey söz konusudur. Hayat var, hayat kurtarır; hayat vardır, hayatları yok eder. Yüce Allah, hiçbir kimsenin kötü olmasını istemez. Allah, insanlara kullanacakları özgür bir irade vermiştir. İnsan bu iradesini hangi yöne kullanırsa, amelinin sonucu da öyle ortaya çıkar. İnsan kendine verilen bu irade sayesinde; iyiyi, güzeli, doğruyu; kötüyü, çirkini ve yanlışı seçer. Dileyen yüce yaratıcıya teslim olarak kurtulanlardan olur; dileyen de kötü ameller işler ve kaybedenlerden olur. Böylece insan, her iki amelinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalır…
Her şey bizlerden rüzgâr gibi kaçıyor. Bazen tam mutluluğa ulaşıyorsunuz, ulaştığınız anda o mutluluk, avucunuzdan uçup gidiyor. Bazen de acılarla baş başayken, mutlulukları avucunuz da buluyorsunuz.
Terk edilen zaman parçası; bir çocuk, bir genç ve bir ihtiyar olarak karşınıza çıkıyor. Daha dün bebektiniz; bu gün çocuk, şimdide genç değil misiniz? İleride de yaşarsanız, ihtiyar olmayacak mısınız? Evet, bütün bunlar gerçekleşecektir. Ancak insan acelecidir. Her şeyin anında yaşanmasını ister. Okulu bitirsem, üniversiteyi bitirsem, evlensem, bir iş bulsam, bir evim, arabam olsa, çocuklarım olsa, şu makama gelsem, torunlarım olsa, torunlarım okusa, evlense… Ardı arkası kesilmeyen istekler.
Kur’an’ı Kerim’de yüce yaratanımız: “Bu dünyada ne kadar yaşadınız.” diye sorunca: İnsan şöyle cevap verecektir: “Ya bir gün, ya da bir günden daha az.” Allah buyurur: “Pek kısa bir süre kaldınız; keşke bunu (dünyada iken) bilmiş olsaydınız!” (Mü’minûn, 112-114.) Ne kadar yaşarsak yaşayalım, sorumuzun cevabı bundan farlı olmayacaktır. Arkanıza dönüp baktığınızda, yaşadığınız ömür, bir yaprağın dalından düşmesi kadar az değil mi? Yaşayacağınız zaman parçası da, bir düşünceden ibaret olduğu için o kadar kısadır. Şu anki zaman, sizin her şeyiniz; yaşamınız, gayeniz amacınızdır…
28.08.1998
İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.