SİHİRLİ SECCADE
SİHİRLİ SECCÂDE
Eylül 2001. Kim bilir hayatımın kaçıncı okulu, kaçıncı açılışı. Yine de açılış heyecanını her zamanki gibi yüreğimin derinliklerinde hissediyorum. Yıllar geçmesine rağmen bu heyecan hiç eksilmedi bende.
Önümüzdeki hafta başlayacak olan dersler için hazırlık yapıyorum. Ders notlarımı, planlarımı, kitaplarımı şöyle bir elden geçirip, savaşa hazır olmam lazım. Kitaplığımda bulunan kitapları düzenlerken, sayfalarını da hızlıca açıp havalandırıyorum. İçlerinde bir tanesi var ki, cüsse olarak diğerlerinin dört katı. Onu sadece edebiyatçılar bilir. Hani o fakülte yıllarında, koltuğumuzun altında taşımaya çalışırken, başka bölüm öğrencilerinin bize güldüğü kitap. Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca Lügat”inden bahsediyorum. Onun da sayfalarını tararken arasında sarı renkli bir kağıt buldum. İkiye katlanmış, eskiden saman kağıdı dediğimiz kağıttan. Kağıdı aldım, açtım. Dolma kalemle yazılmış. Yazı, benim yazı. Tarihi görünce iyice heyecanlandım: 27 Aralık 1991 Cuma.
Adeta başka bir zamana ve mekana ışınlandım. Artan kalp atışlarım eşliğinde okumaya başlıyorum:
“Bu yazıyı neden yazdığımı bilmiyorum. Şu anda Adıyaman’ın, Kömür Beldesi’ndeyim. Toprak damlı bir evde. Yanımda kimse yok. Dışarıda müthiş bir yağmur ve fırtına var. Elektrikler kesik. Mum ışığında yazıyorum. Altımda iskemle görevi gören, on sekiz litrelik bir yağ tenekesi var. Kağıdımı, çürük bir ranzanın üzerinde duran bavulumun üstüne koymuşum. Hemen sağ tarafımda, kocaman odayı değil de yalnız beni ısıtması için aldığım küçük teneke sobam var. Yağmurun şiddetlendiğini sesinden anlıyorum.
Öğretmenliğe başlayalı 2 ay, 27 gün oldu. Buraya gelelden beri her hafta sonu Adıyaman’a gidiyorum. Fakat bu hafta, hava çok kötü olduğu için ilk defa evde kaldım.
Okuldaki öğretmen ve öğrencilerle aram çok iyi. Bilhassa öğrenciler genç olduğum için beni çok seviyorlar. İki güne bir eve ziyarete geliyorlar. Zaten benim de onlara ihtiyacım var. Suyumu onlara taşıtıyorum.Bakkaldan ekmeğimi getiriyorlar. Çoğu öğretmenlerine karşı nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, ama hepsinin de iyi niyetli olduklarına eminim.
Dün unutamayacağım bir olay daha yaşadım. Şiddetli yağan yağmur yüzünden, dam her yerinden akmaya başladı. Yatağımı ve kitaplarımı topladım. Bir köşeye yığdım. Zaten başka bir şeyim de yok. Her yer su içinde kaldı. Elektrikler de yok. Her işimi mumla yapıyorum. Dışarıya çıkıp, ev sahibim Abuzer Amca’nın torunu Bahri’yi çağırdım. Beraber dama çıkıp, gece yarısı zifiri karanlıkta, dam loğladık. Sonra sobanın başına oturup, dört yıldan beri ağzıma almadığım sigarayı tüttürmeye başladım. Ayakkabılarım, çoraplarım, pantolonum, kazağım tepeden tırnağa çamur içinde kalmıştım. Kendi kendime güldüm. “Rezillik bıyıklarımdan damlıyordu.”
Neyse bugün müthiş yağmura rağmen dam akmıyor. Yağmur sesinden başka, buğday çuvalları arasında oynaşan onlarca farenin sesi geliyor kulağıma. Yine de keyfim gıcır. Karnım tok ya. Akşam yemeğinde, Abuzer Amca’nın 85’lik karısı Fatma Teyze’nin getirdiği pilavı kaşıkladım. Artık bu bana yarın öğleye kadar yeter.
Yarın cumartesi. İki haftadan beri ne ailemle, ne de arkadaşlarımla konuştum. Bir hafta geçse hepsini özlemeye başlıyorum. İyisi mi, yarın araba bulursam, Adıyaman’a gidip bir postane ziyareti yapayım. Yoksa bu hayat hiç çekilmez olacak.
Başta da dedim ya; bu yazıyı niçin yazdığımı bilmiyorum. Kalem ve kağıdı öyle boş görünce dayanamadım. Ama şimdi biraz daha rahatım. Biriyle dertleşmişçesine.”
27 Aralık 1991
Cuma-Saat 21.40
Kömür- ADIYAMAN
Işınlandığım yerde kalmak istiyorum. Dönmekten korkuyorum. Gözlerimi kapatıyorum:
Tepelerin ardına taştan yapılmış, tek katlı binayı görüyorum. Tabelasını, duvarlara yazılmış kırmızı yazıları. Bahçede oynayanlar Hasso ile Maho olmalı. Az ötede Hatice’yle Müjgan ip atlıyor. Kaldığım toprak damlı, tek odalı ev de var orda. Fatma Teyze, benden habersiz elbiselerimi yıkamış yine. Hepsi ipte asılı. Kız çocukları, eşeklerle su taşıyor. Çocuklar bıkkın, eşekler bıkkın. Sonra karanlık… Elektrikler mi yok gene? Tepeden açılan, taciz ateşleri çınlıyor kulağımda. Hiçbir şey değişmemiş anlaşılan.
Her şeye rağmen Hasso gülümsüyor, Müjgan gülümsüyor. Maho beden dersinde kırdığı kolunu asmış boynuna, o da gülümsüyor. Abuzer Amca kendi kıydığı tütünü sarıyor büyük bir keyifle. Fatma Teyze gülümsüyor…
Gözlerimi açıyorum. Sarı saman kağıdını özenle katlayıp, bu kez kalbimin üstüne koyuyorum. O artık benim sihirli seccâdem, istediğim yere götüren.
ibrahimzeren
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.