86400 SANİYE
Bir gün gelir ve hesap önünüze konulur:
“Ey falan, şu kadar yıl, şu kadar ay, şu kadar hafta, şu kadar gün, şu kadar saat…” diye başlar hesabınız. “Şimdi söyle bakalım falan kişi nasıl değerlendirdin sana bahşedilen bunca ömrü?”
Cevap vermek istersiniz ama nutkunuz tutulmuştur bir kere. Şu kadarını çalıştım, şu kadarını ibadete ayırdım, şu kadarını uyudum, şu kadarını bilmem ne halt yedim gibi abuk sabuk laflarla zayi etmek istemediğinizden susarsınız.
Soru tekrar gelir ve kulağınızda patlar: “Ey falan, sana verilen yaşam nimetini nasıl kullandın?” diye…
“Bu ne zor bir imtihandır yarabbi” dersin içinden. “Bu ne çetrefilli bir sorgudur, bu ne çıkmaz bir sokaktır.”
“Şey ben torpilliydim kafadan, öylesine geçirdim onca yılı” deseniz belki dünya raporuyla falan yırtarsınız.
Oysa zayi olan onca anın hesabı dahi sorulur insana.
Oysa boş zaman diye boşa harcayıp kanıksadığımız anların faturası ödetilir bize.
İki günü eşit olan zarardadır hikmetince irsaliyemiz istenir ahirde.
Her sabah hesabınıza 24 saat yatırılıyor; yani 1440 dakika, yani 86400 saniye…
Bu hesap her sabah yükleniyor ve bir daha geri gelmeyecek, kullanılmayacak şekilde tükenip yitiyor.
Zaman konusunda bonkörüz be kardeşim, hem de nasıl? Giden bizden gidiyor kime ne? Atın ölümü arpadandır canım arpadandır. Kopup giden anlar da bizdendir kime ne?
Boş zamanlarınızda ne yaparsınız sorusu geldi aklıma… Sahi ne yaparız boş zamanlarımızda? Dedikodu, şekerleme, okuma, spor, gezme-tozma, eş dost muhabbeti vesaire…
Hesap sizin, istediğiniz gibi kullanma hakkına sahipsiniz zamanınızı. Yatabilirsiniz mesela 24 saat… Göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Farkında olmazsınız bile. “Zaten yaşayan ölü gibisin kardeşim” desek Nazım Hikmet tarzı uyar bize. Ot gibisin kardeşim,
inek gördüğünde kaç bari kurtul vesellam.
Oturabilirsiniz puf koltuğunuza saatlerce… Hiçbir şey yapmadan öylece… Bir ölü nasılsa mezarda… Tavuklar da oturuyor ama canlılar içinde başarılı olan tek varlık yine tavuk… Hiç değilse bir şey yumurtluyor folluğunda. Tavuk gibisin kardeşim, gıdakla da görelim ne halt karıştırdığını. Yumurtla da görelim kısa günün kârını…
Tadını çıkarabilirsiniz zamanın; hep eğlenerek hep gülerek… Hiç acı yokmuş gibi, hiç hüzün yokmuş gibi… Numara yapabilirsiniz. Nasılsa zaman en iyi ilaçtır lafzı doktor gibi kulağımızda her an. Onu bunu bilmem ama kedi gibisin kardeşim kedi, ne yana düşsen dört ayak üstünesin.
Her sabah hesabınıza 24 saat yatırılıyor; yani 1440 dakika, yani 86400 saniye…
Zaman kontörünüzü nasıl harcarsanız harcayın. Mutlaka 24 saat içinde yok olup gidecek. İstediğiniz kişiye ayrın tüm saatlerinizi… Ona bir anın dahi ne kadar önemli olduğunu haykırın. Onsuz geçen bir saniyenin yüzyıllara denk geldiğini fısıldayın mesela. Mecnun gibisin kardeşim Mecnun, 24 saatin Leyla!
Bir hastaya bakın… Zamanın ne de derinden acılar verdiğini seyredin. Sabır deyin mesela; Eyüp peygamberi örnek verin. Ve ömrünüzü o acıyla zehre çevirin. Cehennem gibisin kardeşim, ateşinle yanıyorsun bu dünyada.
Hesabımızdan tükeniyor. Yaşımızdan, ömrümüzden, nefesimizden hem de… Ne kadar cömert olduğumuzu düşünmenizi istiyorum şimdi… Ne kadar eli açık olduğumuzu… Ne kadar müsrif olduğumuzu düşünün…
Aklaşır saçlarımız, kırışır cildimiz, bükülür belimiz farkında olmadan… Tükettiğimiz ömrümüzdür her geçen saniyenin ardında… Dünkü çocuklar büyümüştür bugün.
Ne kadar zamanımız var düşünün bir zahmet? Boş zamanlarımızı hayal edin lütfen. Daha dün açan güller soldu bugün, kanat çırpan kelebekler öldü bugün. Daha dün yediğimiz yemeğin adını dahi hatırlamaktan aciziz.
Her sabah hesabınıza 86400 TL yatırılıyor. Farkında mısınız? Paramızı bu kadar kolay harcamıyoruz oysa… En kıymetli giysimizi sürekli giymiyoruz mesela… Zaman elbisesini çıkartıp atarsak eğer -ki imkânsız - kendimizi kandırmış oluruz. Zamanın dışında hiçbir şey yok, her şey zamanın içinde oluyor.
“Kaç yaşındasın hanım” desek bir bayana. “Ne kadar ayıp bayanların yaşı sorulur mu?” diye ters bir yanıt alırız. Yüz de yüz garantili bir cevap olup hemen denemenizde fayda vardır. Oysa “bilmiyorum her yıl değişiyor” gibi tecahülü arifane bir yanıt hoş durabilirdi. Mesele hatun da değil bey de. Mesele zamanın geçtiğidir, su gibi hem de…
Hocavari bir yaklaşımda bu anlatımda şık durabilir zannımca. Yaşını soran zata:
“20 yaşındayım.” cevabından 20 sene sonra tekrar sorulan:
“Hoca kaç yaşındasın?” sorusuna yine “20” yanıtını verdiğinde Hocamız,
“Yapma be hoca, 20 sene evvel de 20 demiştin.”diye sitemde bulunur soruyu soran zatımız.
Bunun üzerine Hoca da: “Erkek adam, ağzından çıkan sözden geri dönmez.”demiştir. Mesele hocanın yaşı değildir mesele zamanın son sürat geçtiğidir.
En bol olan şey zamandır ömrümüzde… Harcarken en rahat olduğumuz şeydir…
Yatarak, uzanarak, oturarak, “ÖLDÜRDÜĞÜMÜZ” ve boş zaman diye adlandırdığımız… Asıl boşluk içimizde, beynimizde… Katiliz hepimiz, kendi ömrümüzün, bize bahşedilen nimetin katiliyiz.
Bir yanımız yelkovan bir yanımız akrep… Bir yanımız tik bir yanımız tak… Ömrümüz geçiyor laklak ile… Hey hak! Sonumuz hayrolur inşallah!
Akşamları yatağınıza girdiğinizde bir düşünün bakalım. Gününüz nasıl geçmiştir diye? Suyun israfı olur da zamanın olmaz mı? Ekmeğin israfı olur da zamanın olmaz mı? Paranın israfı olur da zamanın olmaz mı? Benim güzel kardeşim kabahatin çoğu senindir ne yazık ki! Başkası seni yaşamaz, sen yaşarsın başkasını kendi hayatında…
Gülleri koklayın, dostlarınızı ziyaret edin. Güzel olanı yaşayın. Bir fidan dikin mesela… Bir bebeği alın kucağınıza… Doya doya sevin. Bir film izleyin, bir kitap okuyun… Bir türkü dinleyin… Tarihi bir mekânı gezin, turistik bir yerde tatil yapın. Bir şairle tanışın, bir yazarla sohbet edin. Bir fakiri doyurun, bir hastaya şifa dileyin. Dua edin, zikredin tanrıyı her daim. Bir güzel söz ezberleyin… Bir güzel yazı kaleme alın.
Zaman geçiyor. Hem de hiç farkında olmadan insan. Bitmeyecek sandığınız onca an elinizden kayıp düşen bir bez parçası gibi… Usulca yitip gidiyor. Daha dün gibi dediğimiz onca şey… Ne güzeldi diye özlem duyduğumuz… Yanımızda olsaydı keşke diye hayıflandığımız… Onca şey, onca kişi…
Bir gün gelir ve hesap önünüze konulur:
“Ey falan, şu kadar yıl, şu kadar ay, şu kadar hafta, şu kadar gün, şu kadar saat…” diye başlar hesabınız. “Şimdi söyle bakalım falan kişi nasıl değerlendirdin sana bahşedilen bunca ömrü?”
Cevap: “Valla içine ettik onca yaşamın; önce yaşadığımız dünyayı evrenin en büyük yüznumarasına çevirdik sonra içtiğimiz suya işedik sonra yediğimiz ekmeğe küfrettik”
Maktul zaman, katleden insan!
YORUMLAR
Bugün okuduğum en güzel yazıydı diyebilirim...
86400 saniye, 1440 dakika, 24 saat, koca bir gün...
“Ey falan, şu kadar yıl, şu kadar ay, şu kadar hafta, şu kadar gün, şu kadar saat…” diye başlar hesabınız. “Şimdi söyle bakalım falan kişi nasıl değerlendirdin sana bahşedilen bunca ömrü?”
Düşündürcü bir yazı, Kaleminize ve emeğinize sağlık...
Sevgi ve saygı ile