- 897 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
FALÇATAYA TAKILAN YÜREK
O kış Kandil Dağları’ndaki hainlerle girdikleri yedinci sıcak temasın sonunda burunları kanamadan uyku tulumlarına girmiş, can güvenliklerini nöbete geçen cephe arkadaşlarına bırakmışlardı. Endişe ve korkunun yerini taktik ve cesaret almış, yaşam çizgisinin uyku ile uyanıklık arasındaki olduğunu kavramışlardı.
Üç gün sonra terhis olacak Arif, her zamanki gibi uykuya teslim olamıyor, ortaokul sıralarında küçük aşk pusulasını kız kardeşiyle gönderdiği ama cevap alamadığı çocukluk aşkı Emine’yi düşünüyordu. Mektubuna cevap alamamış ama her gözgöze geldiklerinde Emine’nin gülümsediğini hissetmişti. O mektuptan sonra hiç konuşmamışlardı aynı zamanda mahalle arkadaşı olan Emine’yle. Evleri hemen hemen karşı karşıyaydı. Ortaokuldan sonra kendisi okumamış, liseyi okuyan Emine’nin okula gidiş-geliş saatlerinde yanında çalışmakta olduğu babasından izin alarak onu hep takip etmeye çalışmış, böyle böyle aşkı büyüdükçe büyümüştü. Emine ise liseyi bitirdikten sonra adını bilmediği bir yerlere okumak için gitmişti.
Dönüşünde doğrudan gidip, Emine’yi ana-babasından bizzat kendisi isteyecekti.
& & &
Eğitim Fakültesi son sınıfına geçen Emine ve arkadaşları, başarılarını kutlamak için bir nargile salonuna gittiler. Pek çok salon gibi burası da doluydu ve müşterisi çoğunlukta kızdı, kadındı.
O zamana kadar hiç erkek arkadaşı olmayan Emine, ortalıkta oranın patronu edasıyla dolaşan uzun boylu, saçları omuzlarına dökülen, entel sakallı gençten gözlerini alamıyordu. Genç, bir süre sonra masalarına gelip, arzularını sorarken gözgöze geldiklerinde Emine, iliklerine kadar titrediğini, kelimeleri söyleyemediğini, yardım istercesine arkadaşlarına baktığını hayretle yaşadı. Genç de gözlerini onun sarı saçlarının çerçevelediği beyaz yüzüne yakışan mavi gözlerinden ayıramamış, siparişini bir süre elindeki kâğıda yazamamıştı. Masadaki kızlar, iki gencin aralarındaki elektriklenmeyi sanki elleriyle tuttular, gözleriyle gördüler ve şaşkınlıkla ağızları açık birbirine baktılar. Ve genç masalarından ayrıldıktan sonra Emine’ye, birbirlerine çok yakışacaklarını söylediler.
& & &
Kar gözlüğünün çevrelediği gözlerinin etrafı bembeyaz olan, soğuk ve rüzgardan yanmış yüzüyle Arif Emine’nin babası evinin kapı ziline bastığında hiç heyecan duymuyordu. İçeri buyur edilip, kendisine de hazır olan çaydan bir bardak verildiğinde Emine’yi çok sevdiğini, onunla evlenmek istediğini, O’nun bir başkasıyla evlenmesine asla izin vermeyeceğini gayet normal şeyler söylüyormuş gibi söyledi ve kendine güvenen tavır ve adımlarla da çıkıp, gitti.
Arif’i günlerce gözledikten sonra gördüler ki hâl ve hareketleri hiç de normal değil. Hemen hergün kendilerine uğruyor, kapıdan Emine’den bir haber alıp-alamadıklarını, ne zaman geleceğini soruyordu.
Endişelenip, kızlarına telefon ettiler; durumu anlattılar.
& & &
Makine mühendisi olacak Tunga’nın ailesi ve tüm çevresi Emine’yi benimsediler. Elele dolaşırken onları görenler, gıpta ile bakıyor, nazardan korunmalarını diliyorlardı. Biraz hercai olan Tunga da çevresindeki kızlarla aralarına bir mesafe koyar olmuş, Emine’nin bazı zamanlarda girdiği kıskançlık krizleri de böylece bitmişti.
Makine mühendisliği 4. sınıfta okuyan Tunga ile sene sonunda ana sınıfı öğretmeni olacak Emine tutku derecesinde birbirlerine bağlanmışlardı. Emine, ailesinin uyarısına uymuş, memleketine bayramlarda bile gitmez olmuştu.
O son kurban bayramı gecesi diş ağrısıyla uyandı. Dayanılmaz bir ağrıydı.
Çocukluğundan bu yana dişçinin koltuğuna oturmaktan hep korkmuş ve kaçmıştı. Sadece memleketindeki son dişçi ona güven vermişti.
Çenesini bağladı. Zıpladı deli gibi odanın ortasında. Gittikçe ağrı artıyordu. Duvardaki saate baktı; 01.30’u gösteriyordu.
Valizini hazırladı. Yarım saat sonra memleketi tarafına gidecek bir tren vardı. Ona yetişmeli ve dişçisine gitmeliydi.
Dört saat boyunca ağlamamak için kendisini zor tutmuştu ama son 30’ dayanamamış, yaşlar gözlerinden siğim siğim akmıştı.
Dişçinin muayenehanesinin açılmasına daha çok vardı.
Uykulu gözlerle kapıyı babası açtı. Onu öyle görünce arkası arkasına sorular sıraladı. Kapı ziline zaten annesi de uyanmış, merakla bekler olmuştu. O da kalkıp, kızının ağrıyan dişine çare aramaya koyuldu. Yarım aspirini ağrıyan diş etine korkoymaz Emine sarhoş gibi Tunga’yı annesine anlatmaya başladı. Onu ve çevresini çok sevdiğini, Tunga okulunu bitirince evlenmek istediklerini söyledi. Bazen Tungaların evlerinde kaldığını, cep telefonuna ulaşamazsa onların evinden kendisine ulaşabileceğini söyleyip, ev telefonunu yazıp, komodinin üzerine koydu. Sonra da uyku ağır bastı ve uyudu.
Uyandığında ağrısının geçmiş ve dinlenmiş olduğunu hayretle gördü.
Doktoru çoktan muayenehanesinde olmalıydı. Biran önce dişi için gerekenleri yaptırıp, okuduğu kente, Eskişehir’e dönmeliydi.
Yüzünü yıkayıp, uzun sarı saçlarını parmaklarıyla taradı. Annesinin ihtimamla hazırladığı kahvaltı masasına oturmadı. Dönüşte az bir şey yeyip, öğle sonu trenine yetişmesi gerektiğini söyleyerek evden çıktı.
Elli adım yürümemişti ki omzuna bir el dokunarak ismini söyledi.
Durdu. Seyrek sakalı uzamış, gözleri kan çanağı, saçları dar alnına dökülmüş, boyu kendi omuz hizasına gelen Arif’i gözlerinden tanıdı. Kendine güvenle:
“-Buyur Arif. Geçmiş olsun, sağ salim dönmüşsün askerden.”
“- Senin için döndüm Eminem. Senin için Allah beni korudu. Mektuplarıma niye cevap vermedin? Senden cevap gelmeyince kendimi öldürtmeyi çok istedim ama kör bir kurşun gelip, canımı almadı. Demek ki biz birbirimize yazılmışız.”
“- Lütfen Arif. Ben, birisini seviyorum. Hem de çok. Ve onunla evleneceğiz.”
“- Sen ne diyorsun be!”
“- Dinle Arif. Aynı mahallenin çocuklarıyız. Madem sevgiden bahsediyorsun, sevmenin ne demek olduğunu da biliyorsun demektir. Ben birisini seviyorum.”
“- Ama bu vatanı ben senin için korudum bayrağım için koruduğum kadar. Sen nasıl bu durumda bir başkasını sevebilirsin?!”
‘’- Yeter Arif daha uzatamayacağım acelem var. Sana söyledim ben başka birisini seviyorum
‘’- Ne kadar basit değil mi senin için! Seni bekleyen birinin olduğunu düşlüyorsun.. On beş ay onun ve geleceğinizin hayaliyle yaşıyorsun. Vatan görevinde aşk sürgünü olmuşum, haberim yok. Ben anamı babamın özlemini çekmedim senin özlemini çektiğim kadar.’’
‘’- Aaaaa! Anlatamadım galiba! Bizim aramızda sevgi ve aşk adına hiçbir şey geçmedi Arif. Sen bu düşünce ve duyguya nasıl kapılabidin anlayamıyorum inan. Ben sana hep arkadaş gözüyle baktım. İnan senin adına üzgünüm. Acelem var, lütfen! Dişçime gidiyorum ve dönmem gerek Eskişehir’e.’’
‘’- Eskişehir’e?! O sevdiğini söylediğin kişi her kimse öyle mi?! Hiçbir yere gidemezsin ve seni hiçbir yere yollamayacağım. Hakan’ı arıyorum arabasıyla gelip bizi alacak ve buradan uzaklara gideceğiz.’’ diye sakince söylenen Arif, Emine’nin kolunu sıkı sıkı kavradı.
‘’- Yalvarırım beni bırak. Anlamıyor musun aramızda hiçbir şey olmadı ve olmayacak da.”
Arif, cebinden telefonunu çıkarıp, tek eliyle numara aramaya çalışırken Emine:
“- Sen nasıl bir erkeksin? Başkasını seven birisini nasıl sahiplenmeye kalkarsın? Deli misin sen?!”
Arif, telefonu cebine tekrar soktu. Cebinden elini çekerken elinde bir falçata gözüktü. Sert bir sesle falçata açıldı.
“- Demek öyle? Başkasınıa yâr olacaksın? Ben vatanı seni başkasının kollarında görmek için beklemedim!”
Falçata ilk Emine’nin sağ böğrüne girdi. Kız, ayakları üzerinde yavaş yavaş yere düştü. Arif, defalarca rasgele kızın vücudununa şuursuzca sapladı, sapladı.
Ve etrafta olayı takip eden birçok insan bir sinema filmi seyredermiş gibi Emine’nin ölümünü izlediler. Arif falçeteyi öfkeyle kalabalığa fırlattıktan sonra yeri yumruklamaya başladı. Arif’in tüm vücudu kontrolsüz bir şekilde titremeye başladı. Ayağa kalktı, bir süre kızıl kanların boyadığı Emine’nin saman sarısı saçlarına baktı. Sonra ellerini ceplerine soktu, düşük omuzlarıyla bir tiyatro sahnesinden çıkıyormuşçasına ağır adımlarla oradan uzaklaştı.
Ertesi gün medya olayı duyuruyordu:
‘YENİ TERHİS OLAN KOMANDO ASKER, ÇOCUKLUK AŞKINI OTUZ DÖRT YERİNDEN FALÇATAYLA DOĞRADI.’
Yüksel ÖNAÇAN
Yaşanmış bir öyküdür. Anasayfamda gözükmediği için makale kategorisine aktardım.
YORUMLAR
“John Rambo” yu bildin mi hocam, Bu arkadaşların hepsi maalesef yerli John Rambo’lar
Amerikalıların “Vietnam Sendromu” dedikleri psikolojik travma maalesef bizde de mevcut ve “cinnet” deyip geçiştiriyoruz. Aslında Kore, Kıbrıs ve Güneydoğu gazilerinin sonraki hayatları incelendiğinde sivil yaşamda bu tip psikolojik problem yaşayanların sayıları hiçte az değil. Çoğunun sivil hayata adapte olmaları uzun zaman alıyor. Bu sıkıntılı süreçten kişinin yakın çevresi de maddi ve manevi zarar görüyor.
Zira yakın çevremden hem Kore gazisi(rahmetli oldu) hem Kıbrıs gazisi hem de Güneydoğu gazisi vardı. Kore gazisi bir türlü düzelemedi ailesine ve çocuklarına hayatı zindan etti, gitti zavallı. Kıbrıs gazisi yirmi yıl dengesizce bohem hayatı yaşadı, babasının malını har vurup savurdu. Torun torba sahibi olunca anca kendine geldi. Güneydoğu gazisi ise yaklaşık yirmi yıl geçti(ilk gazilerden) hala sallantıda, ha toparlandı ha toparlanacak. Birbirine benzer üç hayat, tesadüf mü bence değil. Üçü de aynı sendroma maruz kaldıkları için böyle oldular.
Dediğiniz gibi devletin teskereden sonra “saldım bayıra Mevlam kayıra” zihniyetinden süratle vazgeçip o insanları rehabilite etmesi hem o insanlara bir vefa borcu hem de yakın çevrelerine karşı da amme görevidir.
Saygılar, selamlar
Yükselenyıldız
.........................................
Çiğnediğin sakız dişlerine mi yapıştı da bu sıralar suskunsun.
Yoksa mürekkep mi bitti de yazmıyorsun?
Öpüldün.
Yükselenyıldız
Saygı öncelikli sevgiler.
Allah bu gibi kabadayı kılıklılardan cümlemizi korusun
Hikaye güzel anlatılmış, insanı içine çekiyor
Bu işte Emine'nin ne suçu vardı da canından oldu şimdi?
Kutlarım sevgiler...
Yükselenyıldız
(İlginiz için teşekkürler.)
Saplantılı aşk cinayetlerinden sadece bitanesini dillendirmişsiniz yazınızda. Tplumun,aslında,cehaletten kurtarılarak tedavi edimesi gereken hastalığını irdelemişsiniz..İlk sırada namus cinayetleri, ikinci sırada ya benim olursun,ya karatoprağın mantığı ile işlenen cinayetleri.Bu bir ibret yazısı ve toplumun yarası. Ataerkil toplumun kaçınılmaz sonu.Egosu zedelenen Arif'lerin işlediği cinayetlerden sadece bir tanesi...Ne yazık ki kurbanı kadın olan bu cinayetlerin olmaması dileği ile kutluyorum duyarlılığınızı.
Yazınız çok anlamlıydı.Paylaşım için teşekkürlr...
Yükselenyıldız
Sonra da cephede savaşan askerlerimizin psikolojik tedavileri yapılıp, öyle terhis edilmeleri şarttır. Buna benzemese de değişik şekillerde davranış bozukluğu gösteren askerlerimiz hayli kabarıktır.
Saygı öncelikli sevgiler.
...acı...
hem can veren
hem can alanın durumu da.
Yaşarken kaybedilenlerimizin artmaması zorlaşıyor geriye gittikçe...
Ne kadar sağlıklı nesiller yetiştirilmek istense de, birçoğunun görülmezden gelinmesi onları kayıp yaparken, kayıpları da artırıyor...
Teşekkürlerimle, bendeki düşüncelerini de yazınızla hissettiğim, paylaşmak istedim...
Saygılarımla her daim...
Yükselenyıldız
Saygı öncelikli sevgiler.