- 867 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Bir Anı Defteri Buldum
Geçen gün Bayazıt’taki Sahaflar Çarşı’sını dolaşmaya gittim.Eski kitaplar satan bir dükkana girdim.Çöp işiyle uğraşmayı severim de...
Söylemiş miydim?Bit Pazarları benim en gözde gezi yerlerimdir.
O dükkanda eski kitapları karıştırırken 70’li yıllarda bankaların eşantiyon olarak dağıttıkları küçük not defterleri vardı-şimdi ajanda dediklerişey-,işte ondan bir tane gördüm.Çok kirli bir şeydi.Burada kitapların arasında olması tuhafıma gitti.
Göz attığımda bir bayanın genç kızlık dönemindeki bazı anılarını içerdiğini gördüm.Alıp alamayacağımı sorduğumda satıcı,önemsemeyen bir ifade ile:
-Al!Para da istemez,dedi.
Kitap tozları benim astım hastalığına dokunduğundan orada fazla kalamadan ayrıldım.
Umarım,bu yaptığım,defterin sahibine karşı bir saygısızlık değildir; ama bunları sizlerle de paylaşmak istedim:
********
28 Mayıs 1970
“ Anılarımı bu küçük deftere sığdırabilir miyim bilemiyorum,ama bundan sonra onları buraya yazmaya karar verdim.İleride yaşadığım mutluluk ve acılarımı öğrenebileceğim bir rehberim olsun istiyorum.Aysel’e bu düşüncemi açtığım zaman ne kadar da gülmüştü.Aysel en samimi arkadaşım,ama gene de beni bir türlü çekemez.Sözüm ona samimiyiz ama her defasında bana kötü telkinlerde bulunur.O zaman doğal olarak ,bu samimiyet de tartışmalı bir hal alıyor. Neymiş, Kenan iyi bir geleceğe sahip yakışıklı bir çocukmuş,onunla mutlaka arkadaş olmalıymışım. Aysel’in söylediğine göre beni çok seviyormuş,bana aşıkmış falan falan…
O yakışıklı denen çocuğun yaptıklarını bilmesem inanayım.Daha bir hafta önce ablam Tuğba ile onu ,hem de dükkanın içinde sevişirken yakaladım.İkisi de yarı çıplaktı, beni görünce ablamın üstünü başını düzeltmek için nasıl çabaladığını, gözlüklerini bulabilmek için nasıl arandığını hiç unutmayacağım. Önce buz gibi kaskatı kesilmiş,sonra da kahkahalarla gülmüştüm.Çok utandı zavallılar!Hani ablam, Metin’i seviyordu,onunla evlilik hazırlıkları yapıyorlardı?Neyse canım şimdi bu soruları sormanın sırası mı?”
15 Haziran 1970
“Bu gün bir ara çok sevinçliydim.Kapalıçarşı’ya kadar gidip,haftalığımdan biriktirdiğim para ile bir ayakkabı,bir çanta ve bir de elbise aldım.Onları giyince herkesin gıpta ederek bana baktıklarını gördüm.Hani Allah için güzel sayılırım!O pis yılışık Kenan,nasıl döndü durdu etrafımda.İkide bir:
-Kız Sibel,bu ne güzellik böyle!Maşallah yaşın ufak ama her yönden diğer kadınlara taş çıkartırsın.İstersen şu şık kıyafetlerini daha çok kişinin görmesi için seni sinemaya götürebilirim,demişti.
O anda kızdım ve patron da olsa böyle konuşamayacağını,gerekirse işi de bırakabileceğimi söyledim.Ama ne yalan söyleyeyim bu sözler biraz hoşuma da gitmedi değil.Anlatamadığım bir his içindeydim,sanki içimde ılık bir şey dolaşıyordu.Bu ılıklığın dışarıya taştığını zannettim ve yüzüm kızardı.Arkamı dönerek işime devam ettim.
Tuğba kızgın kızgın bana bakıyordu.Ne zannediyordu sanki bu dört göz kendini.Aman korkma şekerim,o tipsizi elinden almam.Yalnız şunda iddialıyım: Eğer Kenan benimle sevişseydi senden aldığı zevkin kat kat fazlasını alırdı.O da bunu tahmin ediyor olmalı ki durmadan bana iltifatlar yağdırıyor.Ama yağma yok,Tuğba hanım ben senin gibi kolay kaptırmam kendimi.Yaşım küçük,ancak aklım her şeye erer.
Sanki içimden geçenleri okumuştu,bir an ne olduğunu şaşırdım.Tuğba üzerime atlamış,o güzelim elbisemi param parça ediyordu.Kendimi savunmaya fırsatım bile olmadı.Biraz sonra da zaten bayılmışım.Kendime geldiğimde Kenan’ın bir yandan yüzüme kolonya sürdüğünü ,diğer yandan da parçalanmış elbisemin altındaki vücuduma baktığını gördüm.Fırsatçı köpek ne olacak!
-Höst,höst,dedim ve elini iterek ayağa fırladım.
Eh,senin de alacağın olsun Tuğba hanım!Anneme olanları bir bir anlatayım,o zaman sen görürsün.İş yerindeki hikayeyi de tabii…Acaba eve gitsem,annemi bulabilir miyim ki?Gene gitmiştir o yaşlı dostuna.Kadının yaşı elliye dayandı ama gene de bu işlerin peşinde.Tuğba da ona çekmiş olmalı.Zavallı babam kendisinden çok genç bir bayanla evlenmenin bedelini ağır ödedi.
Bizim doğumumuzdan kısa bir süre sonra babamı aldatmaya başlayan annem, birkaç sene sonra da adamcağızı evden attı.Bazen görebildiğim babamdan “Allah,o kahpenin belasını versin!” sözünü sık sık duyuyorum.
Her şeyi bilmeme rağmen,babamın annem için söyledikleri gene de beni rahatsız ediyor... “
***
İlginizi çekti ise devam edeceğim,ancak defteri okumada çok zorlanıyorum. Defterdeki yazılar çok zor okunuyor,bazı yerleri de silinmiş.Yazan mı sildi,zaman mı bilemem!Temize çekmek biraz zaman istiyor..
******
Lanet olsun!Defterin bazı sayfalarını okuyamıyorum bir türlü.Başkaları da sanacak ki benim uydurduğum bir hikaye...Tabii ki eklemelerim var,ama başkalarına ait olan bir şeyi kendime mal etme gibi bir küçüklüğü gösteremem.
Defterin bazı sayfalarında ne amaçla yapıldığını bilmediğim toplama ve çarpmalar var.Alınan bazı şeylerin fiyatları da yazılmış.Buradaki fiyatlar hep kuruş cinsinden ya da 2 lira,5 lira filan şeklinde..Ne kadar da ucuzmuş o zaman herşey...
Neyse,biz defteri aktarmaya devam edelim.
**********
27 Haziran 1970
“Of be,bu günler de bir türlü geçmek bilmiyor!Canım çok sıkılıyor.Evde kimse yok.Annem dostuna,Tuğba da sözde sinemaya gitti.Neredeyse gece yarısı olmak üzere.Bir-iki gündür can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyorum.
Aysel’e bakarsan bir erkek arkadaş bunun en iyi çaresiymiş.Acaba doğru mu söylüyor?Yok canım,onun lafına inanılır mı?Kendisi her önüne gelen çocukla geziyor,başkalarını da aynı yola sürüklemeye çalışıyor.Dün Naci,bugün Necip,yarın Ufuk…Ohooo,ona bakarsan günde birkaç tane değiştirmek bile normal.
”Hele Necip” diyor,”çok yakışıklı çocuk.”Çok da romantikmiş.Geçen gün bir pastanede otururlarken elini tutmak için izin istemiş,tabii bizimki hemen elini vermiş.Saatlerce avucunun içinde tuttuğu ele şiirler okumuş.Gece olunca deniz kenarına inmişler,yavaş yavaş yürürlerken Aysel’in omzundan tutmuş,kendine çekmiş ve dalgaların sesleri arasında dudaklarından öpmüş.
”O an kendimi bir kuş kadar hafif hissettim.” diyor Aysel.Nefesi çok yakıcıymış,bizimki adeta sersem bir tavuk gibi şaşkına dönmüş.Sonra bir taksiye binip çocuğun Zeytinburnu’ndaki evine gitmişler.Ohhh!Bundan sonrasını yazmasam,daha iyi galiba.Bana da ne oluyor yani.Ben neden etkileniyorum ki…Öptüyse Aysel’i öptü,seviştiyse Aysel ile sevişti.
Bir ayak sesi duyuyorum,galiba Tuğba geldi.Defterimi saklamalıyım. Görürse dilinden ve alaylarından kurtulamam”
********
Dedim ya defter çok küçük bir şey;çok şey sığdırsın diye ufacık harflerle yazmış.Bu beni biraz zorluyor.Esas söylemek istediğim bu değil.Şu anda bile o olayın etkisi altındayım.
Defterin bir sayfasının içinde üç tane saç teli buldum.Oraya nasıl girmişler bilmem ama bu anıları yazanın olduğunu sanıyorum.
Saçları görünce kafamda bir uyuşukluk hissettim önce.Sonra bu uyuşukluk boynuma oradan da tüm bedenime yayıldı.Neyse duygusallığı bırakalım da defteri okuyalım...
**********
13 Ağustos 1970
“Ne aile be kardeşim?Ahlaksızlığın her türlüsü var bizde.Dün de annemin birinci kocasından olan kızı yani ablam Fatma çıkageldi.Onun başındaki de ayrı bir dert.Kocası işini gücünü bırakmış,zengin bir kadın bulmuş.Onunla birlikte yaşıyor ve kadının parasını yiyormuş.Kadının zenginliğinin kaynağı da belliymiş,çünkü gündüzleri başka erkeklerle gezip tozuyor para kazanıyormuş,geceleri de ablamın kocasıyla birlikte oluyormuş.Ablam hem ağlıyor,hem de anlatıyor:
-Ah,şu çocuk olmasa,bir gün bile durmam ayrılırım.Ah benim kötü kaderim,bununla evleninceye kadar Tuncay ile evlenmiş olsaydım,şimdi mutlu bir yaşam sürecektim.Kaç gündür adamın eve uğradığı yok.Neymiş,ekmek kapımızmış.Kadınla aralarında hiçbir ilişki yokmuş,ama ikisini de çırılçıplak yatakta yakaladığımda ilişkileri var mı yok mu belli oldu.İnanmazsın Sibelciğim,vallahi yüzleri bile kızarmadı.”Gel otur,hoş geldin!” dediler.Çok da misafirperverler canım!Çocuk açlıktan ölecek,para ver de bir şeyler alayım,benim oturacak zamanım yok,dedim.O şırfıntı çocuğu duyunca kudurdu,herhalde bilmiyordu arada bir çocuk olduğunu.”Gebersin piçin,kocanı doyuruyorum yetmez mi?” dedi.
Fatma ablam,evinden getirip bizim koridora koyduğu küçük bir halıyı göstererek:
-Sibel anacığım be,şu halıyı satmak istiyorum.Bana yardımcı olsana.Etraftaki komşulara bir sor bakalım,belki bir alan çıkar.Ben yarın gene uğrarım.
Deyip gitti.Bu sabah da tekrar geldi.Üstteki komşunun 50 lira verdiğini söyleyince hemen ona koştu,halıyı verip parasını aldı ve allahaısmarladık bile demeden kaçarcasına gitti.
Seni gidi seni…Sen de kocanın gittiği,ananın gittiği yolun yolcususun ya…O çocuğa,o yavruya yazık.”
29 Ağustos 1970
“Bir hafta içinde arka arkaya iki tane yangın olayına tanık olduk.Biri bizim evde,diğeri de annemin dostunun evinde.Biz Tuğba ile sinemaya gitmiştik.Herhalde yanık sigarayı aceleyle çıkarken kül tablasının kenarında unutmuşum.Sigara yana yana kül tablasından yere düşmüş,yerdeki kilimi tutuşturmuş,derken alevler sarmış evi. Bereket komşular yangını fark etmişler de kendi çabalarıyla söndürmüşler. Zaten evde değerli bir eşyamız da yoktu ya,onun için isterse hepsi yansın.O kadar önemli değil.İki eski koltuk,iki divan,birkaç kilim,üç tane orası burası kırık sandalye…
İkinci yangın esas önemli olan.Önemliden de öte ilginç.Gece saat tam 23,30’da bir çığlık,bir feryatla bir kadın bir de erkek “Yanıyoruz,yanıyoruz!” diye bağırarak üzerlerini bile giyemeden kendilerini sokağa atmışlar.Bunları görenlerin çoğu gözlerini kapamak ya da arkalarını dönmek zorunda kalmışlar.Adam,”İçeride annem var.Yaşlı ve hasta,n’olur onu kurtarın!” diye yakınıyormuş.Ancak kimse cesaret edip de içeri giremeyince zavallı felçli kadıncağız diri diri yanarak ölmüş.İtfaiye yangını zor da olsa söndürmüş,ama annem ve dostu hâlâ polisin elinden yakayı kurtaramadılar:
“ -Sen kimsin,bu adamın karısı mısın?Karısı değilsen ne arıyordun o adamın evinde?Kendiniz kaçarken,ihtiyar kadını da niye kurtarmadınız?Evde yanık ateş var mıydı,kurabiye imalatında kullandığınız fırını,yatarken söndürmüş müydünüz?” gibi soruların ardı arkası gelmiyormuş.
Bu yangından dolayı bütün mahalleli annemin o adamla olan ilişkisini öğrendi.Oysa herkes annemi orada çalışıyor biliyordu.Utancımdan insan içine çıkamaz oldum.Tuğba için hava hoş:
“-Ne var kızım bunda utanacak?Bir kadın erkeksiz yaşayabilir mi?Hem elâlemin namusu onlardan mı sorulurmuş!” diyordu.Dedikleri belki biraz doğruydu,ama elimde değil gene de utanıyorum.
Bu olaydan sonra annem,babamdan ayrılıp o adamla evleneceğini açıkladı.Ancak babam inat olsun diye boşanmaya razı olmadı.Annem buna rağmen boşanma dilekçesini yazdırdı,mahkemeye dilekçeyi verdi mi bilemem.Üstelik dilekçede beni de tanık olarak yazdırmış.Benim tanıklığımdan ne olacak?Hem ben babamı nasıl haksız gösterebilirim ya da kötüleyebilirim ki…
*******
Daha önce de söylemiştim,eski kitap v.s’deki tozlar bende astım krizine yol açıyor.O nedenle bir maske takıp okumaya çalışıyorum yazılanları.Bu kısmı okumak daha zor nedense,ekleme yapmak zorunda kalabilirim.Ama çok az....
*******
13 Eylül 1970
(Bu sayfa küfürle dolu.Sayfa dediysem bir tek sayfa değil,tam üç sayfa küfür...Belli ki küfürler Sibel’e ait...Annesine,ablasına,kız arkadaşına küfür yağdırmış...Alçak...... diye yazmış ama kim olduğu anlaşılmıyor.)
12 Ekim 1970
“Ben günahsızım.O nedenle başıma gelen felaket nedeniyle kimse beni suçlayamaz.Ben de zaten bir suçlu arayacak durumda değilim.Tuğba ablama bakarsam,iyi etmişim.Yaşamak işte böyle olurmuş.İtiraf etmek gerekirse hem korktum,hem de çok tat aldım bu olaydan.”Necip,Necibim!” diye onun kollarında inlerken,birkaç günlük tanışıklığımız olmasına rağmen bu çocuğu çılgınca sevdiğimi anladım.Demek ki Aysel onunla ilgili söylediklerinde haklıymış.Doğrusu şu Aysel de çok cömert bir kız.En çok sevdiği erkeği elinden almama ses çıkarmadığı gibi onu elde etmem için ne yapmam gerektiğini de öğretti bana.Bu olayı ayrıntılı anlatmalıyım,çünkü belki de bu yaşamımda bir dönüm noktasıdır:
Aysel,ben ve Tuğba o gün ne yapalım da biraz eğlenelim diye düşünüyorduk. Sonunda ikisi ortak bir öneride anlaştılar:Aysel Necip’e telefon edip,bu gece arkadaşlarını ve birkaç güzel plağını alıp gelmesini isteyecekti.Evde yalnızdı,çünkü anne ve babası hasta olan babaannesini ziyarete gitmişlerdi.Birkaç günden önce de dönmeyeceklerdi.Bu öneriyi önce ben kabul etmedim.Onlar benim müzik dinleyerek dans edenleri izleyebileceğimi,bunda bir kötülük olmadığını söylediler.Ben inat ettim,direndim;ama sonunda kabullenmek zorunda kaldım.
Buna rağmen Aysellere gitmeden önce heyecanlıydım.Sözlerim,davranışlarım ve duygularım arasında açıklayamayacağım bir çelişki vardı.En yeni elbisemi giydim,hafif bir makyaj yaptım,küçük bir kolye taktım.Giydiğim elbisenin bana çok yakıştığını,beni olduğumdan daha büyük gösterdiğini söylerlerdi.Nedense bu gün büyümek istiyordum…Necip’i Aysel’in anlattıklarından tanıyordum,bir kere de uzaktan görmüştüm.O zaman bile çok heyecan duymuştum,peki şimdi saatlerce onun yanında bu heyecanı nasıl gizleyecektim?
Hava henüz kararmıştı ki zil çaldı.Aysel koşarak kapıya gitti.Üç delikanlının içeri girdiğini,en uzun boylu ve kahverengi bir takım elbise giymiş olanın Necip olduğunu gördüm.Hafifçe kızardığımı ve kalbimin yerinden çıkacakmışçasına attığını hissettim.Birisinin bu halimi anlayacağı korkusu içindeydim.Kimseye heyecanımı belli etmemeliydim,yoksa günlerce konuşacakları malzeme vermiş olurdum onlara.Aysel bizi tanıştırdı.Necip’e uzattığım elim tir tir titriyordu.Birden içim geçti ve yere yığıldım.Kendi çabamla kalkmak istediysem de olmadı.Hemen Necip atıldı ve koltuk altlarımdan tutarak beni ayağa kaldırdı.Herkese rezil olduğumu düşündüm.Doğrusu heyecanımı kimseye belli etmemiştim!Bravo bana…İçin için kendime kızıyordum.
-Hepinizden özür dilerim.Sanırım aniden tansiyonum düştü.Ben izninizle gitmek istiyorum.Sizlerin bu güzel gecenizi de zehir etmek istemem,dediysem de hepsi bir ağızdan buna karşı çıktılar.Ah,keşke gitseydim,daha doğrusu gidebilseydim!Belki de o zaman hakkımda çok daha hayırlı olurdu.
Çılgınlar gibi eğleniyorduk,daha doğrusu eğleniyorlardı.Bir köşeden onların dans edişlerini izliyor,etrafa zoraki gülücükler dağıtmaya çalışıyordum.Bu durumum Necip’in dikkatini çekmiş olacak ki benimle ilgilenmeye başladı.Beni güldürmek,eğlendirmek için tüm marifetlerini sergiliyor,akla hayale gelmeyecek şeyler yapmaya çalışıyordu.Bir ara:
-Hassas olan bayanları çekici bulurum.Bu nedenle de bana çok sempatik geldiniz.
-Hassas bir insan olduğumu da nereden çıkarıyorsunuz?
-Bazı şeyler bilinmez,ama hissedilir.Hislerimin beni yanılttığını sanmıyorum.
-Dilerim bu kez de yanılmazlar.
-İnsanlar yanıla yanıla yanılmamayı öğrenirler.Sizi ilk gördüğüm an güzelliğinize ve zarafetinize hayran kaldım.Kızsanız da bir şey söyleyeceğim:Üstelik çok da çekicisiniz.
-Necip bey,iltifatlarınızı bu kadar cömertçe harcamayınız.Bir de bakarsınız ben de gerçek sanıp bunlara inanıveririm.
-Aman efendim,ben iltifat etmiyorum.Aksine gerçeğin çok azını söylüyorum. Hem ben her önüne çıkan bayana kompliman yapan bir erkek de değilim.
Bu sözlere güldüm,o da güldü.Pikapta yeni çıkmış romantik bir parça çalıyordu.Bu parçayı çok severdim:”Mavi bulutlar kadar ulaşılmazsın sen,taptığım tanrı kadar kutsalsın sen!”.Gözlerimi kapamış bu parçanın her kelimesini tüm benliğimle yaşamak istiyordum.Pembe,mavi,kırmızı,sarı rengarenk bir rüyadaydım sanki.Evet bu müziği çok severdim,ama şu an galiba daha da çok sevmeye başlamıştım.Bir başkaydı her kelimenin yarattığı çağrışım,hele o yanımda iken…”Fırtınaların coşkunluğunu arama sen.İçimde yanan ateşi bir bilsen.Bir dal parçası gibi baharla kaplıyım.Senin için aşk kanatlıyım.Peri masallarındaki yakışıklı şehzadem.Artık kimseyi istemem ben.”
Saatler ne kadar da çabuk geçmişti.Tuğba hâlâ dans ediyordu birisiyle.Hiç oturmamıştı saatlerdir.Bir ara Tuğba:
-Biraz da yabancı plak çalalım,dedi ve pikabın yuvarlağı dönmeye başladı.Ben çok yabancıydım bu tür yabancı parçalara.Necip sordu:
-Bu parça ne kadar hoş değil mi?
-Evet,çok güzel.Yalnız biraz fazla romantik değil mi? diye fikir yürüttüm anlamadığım belli olmasın diye.
-Evet öyle,ama romantizm insana bir başka haz verir.Bakınız seven bir insanın hislerine şu sözler nasıl da tercüman oluyor,dedi ve Türkçesini söyleyerek bana da tercüman oldu:”Kötülük ateşinde pişmiş fahişenin sevgisi bile kutsaldır.”
Belki kutsal,belki de değil.Bunun tartışması bana düşmez;fakat bunu yine de benim aklım almıyordu.Sırf sevgi olduğu için en aşağısı kutsal kabul edilen bir şey olabileceğini düşünemiyordum.
Saatler gece yarısını geçtikten sonra bizimkiler ortaya içki çıkardılar. Anlaşılan her şey henüz şimdi başlıyordu.Ben de biraz içmek zorunda kaldım.İlk defa içtiğimden başımın biraz döndüğünü anladım.Bunu söyleyince bana güldüler.Birbirleriyle yarışırcasına kadehleri yuvarlamaya başladılar.Biraz sonra da hepsi sarhoş olmuştu.Hayal meyal Tuğba ve Aysel’in yerde yuvarlandıklarını görür gibiydim,tabii öteki iki çocukla beraber.Necip bana:
-Bak,herkes ne güzel eğleniyor.Biz neden duruyoruz?Sevişmek istemez misiniz?dedi.Bozulmuştum,öfkeyle:
-Bunu teklif edebilmenize çok şaşırdım,
dedim ama doğrusu ,bunları söyleyecek gücü kendimde nasıl bulabildiğimi de hâlâ merak ederim.Başımı avuçlarının içine alıp dudaklarımdan öptüğü zaman ,o anın ve içkinin etkisiyle kendimden geçmişim.Sabahleyin uyandığımda gördüklerim gerçekten de çok korkunç ve iğrenç göründü bana.Ama ben yine de iddia ediyorum ki temizim ve suçsuzum!Tuğba ve Aysel gibi olmaktan kendimi kurtarabildiysem bunda şansımın yardım ettiğine inanıyorum.Olanlardan dolayı pişman mı olmalıyım,yoksa sevinç mi duymalıyım bilemiyorum....
******
Devamı var.Bitse de ben de kurtulsam bu toz işkencesinden.Nerden girdim bu işe.....
********
Başkasının özel yaşamını teşhir ettiğim için vicdanen rahatsızım. “Yapmamalıydım” diye düşünüyorum.Bırakalım vicdan muhasebesini de isterseniz işimize bakalım.
Buradaki sayfanın en üstünde “oğuz” ve yanında 3....diye yazıyor.Bu beş yada altı haneli bir rakam.Silik olduğu için anlaşılamıyor.Bir telefon numarasıdır belki de....O dönemde kaç kişide telefon vardı ki...
******
13 Kasım 1970
“Hemen hemen bir ay oldu,ben bir tek kelime bile yazamadım.Oysa bu bir aylık süre benim hayatımın en hareketli günlerini yaşadığım bir dönem oldu.Doğrusu mutluydum ve neşeden uçuyordum adeta.Bu nedenle belki de günlerin nasıl geçtiğini anlamadım.
O geceden sonra Necip’le aramızda bir yakınlık doğdu.Ona bağlandım ve onu sevdiğimi anladım.Bazen buna hakkım olmadığını,sevmemem gerektiğini düşünüyordum.Çünkü annemin ve ablamın davranışları beni korkutuyordu.Başkaları nasıl düşünür bilmem ama annemin yaptığını bir fahişelik olarak değerlendiriyordum.Buna rağmen bir süre sonra bir fahişenin kızı olduğumu unuttum.
Necip’e ailem hakkında bilgi vermek istiyordum.Bunu yapmak için çok uğraştım.Ancak o her seferinde sözümü keserek ailemi değil beni sevdiğini,diğer insanların önemli olmadığını söyledi.Her şeyi bildiğini sanıyorum,çünkü eski sevgilisi şimdi ise samimi dostu Aysel ona mutlaka bazı şeyler anlatmıştır.Çünkü bir gün bana:
-Bir annenin,bir babanın günahlarını çocukları yüklenemezler.Böylesi bir hüküm vermek mantık dışıdır,demişti.
Anladığım kadarıyla o,yaşamayı,eğlenmeyi,gezmeyi yani yaşamın tüm hazlarını tatmak istiyordu.Para probleminin olmadığını,ancak çok daha fazla parasının olmasını arzu ettiğini,bazen bir boşluğa düştüğünü,bu anlarında korkunç bir sıkıntının onu esir ettiğini söylüyordu.
Bir defasında Belgrat ormanlarına kadar uzandık,çimenlerin üzerine oturduk. Düşünceliydi. Bir şeye üzüldüğü belliydi.Bana derdini söylemeyeceğini tahmin ediyordum.O nedenle söylemesi için üstelemedim.İyi ki böyle yapmışım,çünkü o kendiliğinden konuşmaya başladı:
-Biliyor musun Sibel,sevgililer birbirlerinin oldukları zaman gerçek mutluluğa ulaşırlar.
-Nasıl?
-Seven ve sevilen iki kişi gerçek mutluluğu tatmak istiyorlarsa tam anlamıyla birbirinin olmalılar.
-Ben içinde yaşadığım mutluluktan daha fazla bir mutluluk olabileceğini düşünmüyorum. Hem varsa da istemiyorum.Çünkü çok fazla mutlu olmaktan hep korkmuşumdur.Çoğunlukla bir şeyler olur ve o sihir bozulur.
-Sen de tam mutlu değilsin,bir şeylerin eksikliğini hissetmiyor musun?İşte ben içimdeki bu eksikliği artık anladım.Sana bu teklifle gelmeden önce çok düşündüm,seni kırmaktan korktuğum için kendimle mücadele ederek acılar çektim.
-İnsan elindekilerle yetinmesini bilmeli ve daha fazlasını istememeli,dedim.
O gün keyif vermedi ikimizi de.Onun isteği üzerine o günkü beraberliğimizi erken noktaladık.Eve gelince kendimi yatağın üzerine atıp hüngür hüngür ağladım.Garip bir acı vardı içimde.Şimdiye kadar hiç tatmadığım bir acıyla kavruluyordum.Bir şey boğazıma düğümlenmişti.Bir tehlikenin yaklaşmakta olduğu ihtimali içime doğuyordu.Romanlarda okuduğum kaybetme duygusunun zehrini ilk defa tadıyordum.Hayret! Bu durum içinde garip bir haz da saklıyordu.Belki de çaresizliğim böyle düşünmeme yol açmış olabilirdi.
Onu kaybetmek istemiyordum.Her istediğini yapmak kararındaydım. Birbirimizin olmak benim de arzumdu,ama bu koşullarda değil!
Akşam Tuğba eve erken geldi.Gözlerimdeki kızarıklıktan ağladığımı hemen anladı.Anlatmam için beni zorladı.Aslında anlatmaya,açılmaya benim de ihtiyacım vardı.Öyle de yaptım.
Her şeyi anlattıktan sonra,nasıl davranmam gerektiğini ona sordum:
-Gayet basit kızım,adam ne istiyorsa onu verirsin,olur biter.Hem belki o zaman seninle evlenmek zorunda da kalır.Bu kadar korkak ve kötümser olma!Yarın sevmediğin bir adamın kollarına kendini atacağına,ayağına kadar gelen bu fırsatı değerlendir ve çılgınca sevdiğin Necipciğinin ol!Sen bu İstanbul’da kız oğlan kız kaç kişi var biliyor musun?Binde bir ya çıkar,ya çıkmaz!Elalem yaşıyor kızım,sen uyu daha uyu…
-Peki öyle de bu kızlar sonra nasıl evleniyor,evlendikleri adam anlamıyor mu?
-Zaten çoğu seviştikleri adamla evleniyor.Aldatılanlar ise buluyor bir enayi.Erkekleri kandırmaktan daha kolay ne var?Adamın gözü dönmüş bir halde saldırıyor,biraz direniyorsun,sonra kendini bırakıyorsun.En sonunda da “Ne yaptım ben?” diye başlıyorsun ağlamaya.Erkek kısmı ağlamaya pek dayanamaz.Bir hafta,on gün sonra da anlı şanlı bir düğünle evinin kadını olup çıkıyorsun.Ve bir gün bir de bakmışın ki , namus budalası kesilivermişsin!
-Olur mu öyle şey,çocuk bile inanmaz bunlara…
-Aptal kardeşim,seni ben bile adam edemem!Öyleyse kendi başının çaresine kendin bak!Ne demeye benden akıl soruyorsun?Nasıl biliyorsan öyle yap!Bir kaç güne kadar ayarlayacağım adamı nikah masasına oturttuğumu görünce ne demek istediğimi anlayacaksın. Çok yorgunum ve şimdi uyumak istiyorum, deyip yorganın altına girdi.
Aradan beş dakika bile geçmeden horlamaya başladı.Ohhh,ne rahat kız!Keşke ben de onun gibi olabilsem.Aslında istemiyorum onun gibi olmayı.Öyle kurnazlıklara aklım ermez benim.İyisi mi ben gene böyle kalayım.
Bunları düşünürken sabah olmak üzereydi.Çelişkili düşünceler vardı kafamda.Çünkü bazen ablama hak veriyor bazen de onun gibi düşünenleri suçluyordum.Bazen Necip’in isteklerini yapmaya bazen de direnmeye karar veriyordum.
Sabahleyin uykusuzluktan şişmiş göz kapaklarımı ovuşturarak işe gitmek için hazırlanıyordum.Geç kalarak patron bozuntusu Kenan’ın konuşmalarına fırsat vermemeliydim.Buna rağmen işe gittiğimde o,yine:
-Ne o güzelim,yoksa bütün gece beni düşünmekten uyuyamadın mı?dedi.
Mümkün olsa bu adamı kendi ellerimle boğarım.Yılışık ,mendebur şey....
********
Defterin sonuna yaklaştık.Bu kısımda yırtılmış sayfalar olduğu anlaşılıyor.Çünkü defterin ciltli kısmında parçaları kalmış.Bu tip defterler birer minik ajanda oldukları için tarih sırasına bakıldığında buradan da bunu anlamak mümkün...
Acaba Sibel bu sayfalara ne yazmıştı ve neden yırttı?Yoksa ileride okuduğunda kendisini bile rahatsız edecek bir şeyler mi karalamıştı?Sorular çoğaltılabilir,ama biz defterin son sayfalarını aktaralım:
********
1 Mayıs 1971
“Her şey bitti artık.Ben Kenan Mantar’ın karısı Sibel Mantar,karnımda taşıdığım çocuğumun babasıyla,ama gerçek babasıyla evlendim.Bir kaç gün önce hamile karnımla giydiğim o bembeyaz gelinliğin bile bana yakışmadığını ve oradaki insanların riya dolu,alay dolu bakışlarını hiç unutamıyorum.
Çok da komik bir halim vardı,çünkü neredeyse çocuğum yürüyerek düğünüme gelecekti.
Kocamustafapaşa’da mavi boyalı,tek katlı bir evim var artık.Bundan böyle evimin hanımı olacak,çocuk üstüne çocuk doğuracak,onları büyütmekle ve tiksindiğim şu adama hizmet etmekle ömrümü geçirecektim.Şimdi bir alın yazısı olduğuna ve ne yaparsan yap bunun değişmeyeceğine inanmaya başladım.
*******
Necip’in isteğini yerine getirecektim.Onunla buluştuk.Ama olmadı,olmadı…İstememe rağmen onun olamadım.Daha doğrusu beceriksizliği yüzünden hem hayatım mahvoldu hem de Necip’i kaybettim.
O gün günlerden Pazar’dı.Bindiğimiz taksinin penceresinden giren rüzgar saçlarımı dağıtıyordu.Gecekonduların bolca bulunduğu Zeytinburnu’nda bir evin önünde durdu araba.Nasıl bir evdi,merdiven çıktık mı çıkmadık mı hatırlamıyorum.Girdiğimiz odanın duvarları dergilerden kesilip yapıştırılmış açık saçık resimlerle doluydu.Onları görünce utandım,başımı öteki tarafa çevirdim ama orası da aynıydı.Başımı nereye çevirsem aynı resimler karşıma çıkıyordu.Bir ara utanmayı bir kenara atarak bu resimleri incelemeye başladım.O:
-Bu oda bir seks albümüdür.Bak burada seksolojinin her türlüsünü görebilirsin.İlginç pozisyonlar görmek istiyorsan bu tarafa bakmalısın.Bunları bulmak için çok uğraşmadım.Hepsi yurt dışından gelen dergilerden kesilmiştir.Almanya’da amcamın oğlu var,istediğim zaman hemen gönderiyor.Nasıl beğendin mi?
-Bilmem.
İtiraf etmek gerekirse bir an önce ne olacaksa olmasını istiyordum.Necip bir şişe iyi şarabı mutfaktan alıp getirdi.Yanına biraz fıstık ve leblebi de koydu.Kadehleri birbiri ardına yuvarlarken içmem için bana da ısrar ediyordu.Derken şişeler birken iki,ikiyken üç oldu ve dördüncü şişe de bitti.Fitil gibi sarhoştu.Ellerimi,yüzümü,ayaklarımı öpüyor,bir yandan da üzerindekileri çıkarıyordu.Sapıkça şeyler söylüyor,kendisine ayak uydurmamı istiyordu.Her dediğini yaptım,ama öylesine kendinden habersizdi ki oracığa sızıp kaldı.
Kendine gelmesi için üç-dört saat geçti.Gözlerini açtığında :
-Sibel,artık benimsin değil mi?En kısa zamanda seninle evleneceğiz, göreceksin seni senden daha çok seveceğim.
O günden sonra Necip,beni ihfal ettiğini zannederek günlerce aramadı. Umudumu yitirdim,yemeden içmeden kesildim.Yapılan bu hakareti hazmedemiyordum. On beş gün sonra tesadüfen yolda karşıma çıkıverdi.Yüzüne ondan nefret ettiğimi haykırarak oradan kaçtım.En ufak bir tepki vermedi.Ne bir söz söyledi ne de peşimden koştu…
****
İki gün işe gitmedim.Kimseyi görecek durumda değildim.Patron eve haber yollayıp işe gelmemi yoksa gelmediğim günleri haftalığımdan keseceğini söylemiş.Mecburen gittim.
Kenan’ın kollarına düştüğüm günü ise lanetle anıyorum.Tatminsizlik içindeydim,biraz da Necip’e inat doyum arıyordum.Bu şartlarda karşıma kim çıkarsa çıksın onun olacaktım.Şans galiba Kenan’dan yanaydı!...
Kim ne derse desin Kenan, gene de Necip’e göre namuslu bir insanmış.Üstelik o da beni sevdiğini söylüyordu.Hamile kaldığımı öğrendiği zaman derhal evlenmemiz için ailesini devreye soktu.
Buna rağmen Kenan’a karşı hiçbir şey hissetmediğimi biliyorum.Bir anlık duygu beni benden aldı.Karnımdaki çocuğu da sevemedim.Sanki bu çocuk benim canım kanım değilmiş de muzur bir tümörmüş gibi geliyor.
Bundan sonra yazacak bir şeyim olacağını da zannetmiyorum.Bu yarım kalmış defter de bir gün benim tarafımdan yada başka birisi tarafından okunur mu,onu da bilemiyorum.
Elveda Sibel,elveda güzel günlerim,elveda anılarım,elveda Nec….
*********
Son sözlerinde,bu defterin başkaları tarafından okunmasını istemesi içimi biraz rahatlattı.Buna rağmen yine de bu emaneti götürüp ait olduğu yere bırakma kararındayım..
Sevgili Sibel,senin adına zamandan bir şeyler kurtarmaya çalıştım.Umarım beni anlar ve bağışlarsın!...
Yarın erken kalkmalıyım.İstanbul trafiği malûm...Sahaflar Çarşısı’na gitmek birkaç saatimi alacak,ama olsun....
********
YORUMLAR
Ömer Faruk Hüsmüllü
Bu eserin devamı da var, yani kısa bir roman oldu.
Ayrıca kitap olarak da basıldı ama tamamı tükendi.
Teşekkürler. Selam ve sevgilerle...