- 999 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
BAHAR YANIBAŞIMDA
(Müebbetlik Hayatım’dan)
Aşk arayışlarımın yine sonuçsuz kaldığı , yirmi yaşımda başladığım lise birinci sınıfı, inatla, çoğu kez sabahlara kadar ders çalışarak, uykusuz günlerle de olsa, o zamanlar her sınıftan ancak bir-iki kişinin alabildiği bir teşekkür belgesi alarak geçmeyi başardım. Tüm öğrencilerin gözünde en zor sınıftı lise bir. Aslında benim için de öyle olmuştu ama başarmıştım sonunda ve mutluydum.
Kalbimdeki aşk ve sevgi boşluğunu yaz tatilinde de doldurabilmek için arayışlarıma devam ettim. Geriye doğru şöyle bir baktığımda ; köylü sevdiğim kolay vaz geçmişti benden,ona kızıyordum, babasından hamile kalma talihsizliğine düşen Hatice için üzülüyordum, köyüme geldikten sonra birden bire beni terk eden Suna’ya ise kızamıyordum bile.
Bir tek Bahar kalmıştı gönlümde. Galiba kalbim onu arıyordu. Oysa o, ayağıma kadar gelip benimle tanışmak istemiş, bana bir şans vermeye hazır olduğunu o davranışıyla belli etmişti. Fakat ben anlayamamış ve terslemiştim onu. Şimdi içim onun için yanıyordu ve bas bayağı özlüyordum işte.
Lise ikinci sınıftan itibaren kol seçmemiz gerekiyordu. Okulumuzda sadece iki kol vardı ; Fen ve Edebiyat. Başarılı öğrenciler Fen, zorlananlar ise Edebiyat kolunu seçerlerdi. Eğitim sistemimizin çarpıklığı daha burada başlıyordu işte. Niçin Edebiyata yatkın olanlar değil de, zayıf öğrenciler bu bölümü seçiyorlardı ? Böyle saçma bir kural olmasa , ben Edebiyat kolunu seçmek isterdim. Fakat istesem, söylesem saçma bulunur ve asla kabul edilmezdi. Dolayısı ile ikinci sınıftan itibaren Fen kolunda okuyacağım otomatikman belli olmuştu bile.
Bahar da başarılı bir öğrenci olduğuna göre, onun da Fen kolunda okuyacağı belli bir şeydi. Normal şartlarda, ikinci sınıfta da aynı sınıfta olma şansımız yoktu. Biz 5/Fen/B’ye gidecektik, Bahar’lar ise 5/Fen/C’ye.
Nereden aklıma geldi, nasıl cesaret ettim bilemiyorum. Okulun ilk günü doğruca idareye koştum. Geçen seneki sınıftan arkadaşlarla aynı sınıfta olmak istemediğimi söyledim müdür yardımcısına. O sınıfın yaramazlığı, gürültüsü herkesçe bilinen bir gerçekti. Tüm öğretmenler bıkmışlardı zaten. Müdür yardımcısı bir süre yüzüme bakarak düşündükten sonra, haklı olduğumu söyledi ve gönlümden geçenleri bilirmiş gibi, sanki o sınıfı ısmarlamışım gibi, doğruca 5/Fen/C’ye verdi beni. Yani, Bahar’ın sınıfına.
Yeni bir ödüldü bana. Büyük bir mutlulukla girdim sınıftan içeri. Bahar’la ilk göz göze geldiğimizde kızardı yüzü. Üç dizi sıradan oluşan sınıfın orta sıralarından birine oturdum. Bahar, sağ tarafımdaki dizide idi. Oldukça yakındık bir birimize. Bahar, yanı başımdaydı artık.
Yirmi üç kız, on iki erkek öğrenciydik sınıfta. Tamamen seçme öğrencilerden oluşan, okulun örnek sınıfı idi burası. Daha önce beni okula kayıt etmek istemeyen müdür yardımcımız İbrahim beyin kızı da bu sınıftaydı. Öğrenciler gibi öğretmenler de kesinlikle seçme idi.
Hayatımın en önemli maratonlarından birine başlamış gibiydim. Derslerime daha bir özenle ve inatla çalışıyordum. Artık her gece sabaha kadar ders çalışıp, sabahleyin de duşumu alıp, traşımı olup öyle okula gidiyordum. Film almak için İstanbul’a gitmediğim günlerde, öğleden sonra okuldan dönünce biraz uyumaya çalışıyordum.
İlk okunan yazılı sınavımız Fizik oldu. Hocamız Ayşe Onsekizoğlu. En yüksek notların biri Bahar’ın, diğeri benim : On üzerinden yedi. Bir yıl önce bizim sınıfa geldiği günü saymazsak, ondan sonra tek kelime bile konuşmamıştık Bahar’la. Bir cesarete gelip, ona doğru döndüm ve,
- Bahar, galiba ikimiz de aynı hatayı yapmışık. Hocaya sorup öğrenelim mi ? diye sorduğumda, öyle bir bakış baktı ki bana, inanın korktum. Demek ki bir yıldır bana karşı içinde bir öfke beslemiş ve bir anda tüm öfkesini dışa vurmuştu. Tek kelime bile etmedi. Sadece dövecekmiş gibi baktı ve yüzü kıp kırmızı oldu.
- Sen ona aldırma. Kendinden başkasının yüksek not almasına alışık değildir, diye söze girdi çocuklar. Kafam karıştı benim ; gerçekten kıskançlık mıydı onunki, yoksa bana duyduğu öfke mi ?
Bir gece yarısı aynı odada yattığımız babam uyandı. Leğende çamaşır yıkadığımı görünce ;
- Ne yapıyorsun oğlum bu saatte , diye ,biraz da hüzünle sordu.
- Çamaşır yıkıyorum baba, dedim. Onunkileri de yıkıyordum ve bu halimden asla şikâyetçi değildim. O, yıllarca benim çamaşırlarımı da yıkamıştı, kendimi de yıkamıştı. Hem de kahve köşesinde. Şimdi ise, eski de olsa bir evimiz vardı işte.
- Oğlum, nelere para vermiyoruz . Çamaşır makineleri çok mu pahalı ? Taksitle alınamaz mı ? dedikten sonra, elini pantoluna uzatıp cüzdanını çıkarttı. İçinden beş yüz lira para verdi bana.
- Televizyon aldığımız adama bir sor bakalım. Eğer bu peşinatla verirse, taksitle al bir tane, deyip en masumane bakışlarından biri ile uykusuna devam etti.
Babamla yıllarca atışıp durmuştuk. Sinirli ve öfkeli biriydi o. Hayattan çok tokat yediği ve sevgi görmediği için, bana olan sevgisini de asla belli edememişti. Ancak o günlerde bana karşı davranışları daha bir sevecen hal almıştı.
Çamaşır yıkamayı bitirip, dışarıya da astıktan sonra ,derslerimin başına geçtim. Sabaha kadar çalıştım yine. Sabahleyin de duşumu alıp, traşımı olup , koşarak gittim okula.
Babam , sabah namazında açardı kahveyi. Kahvaltıyı genellikle kahvede birlikte yapardık. Bazen bisküi, bazen de peynir, ekmek ve çay. Şükürler olsun ki, yokluk çekmiyorduk. Gündüzleri lokantada yemek yemeye de gücümüz yetiyordu. Babam hiç bir şeyini benden esirgemiyor, asla hesap sormuyor , fakat para biriktirmek gibi en önemli ihtiyacı hiç aklına getirmiyordu.
O gün okuldan çıkar çıkmaz mağazaya koştum. Babamın verdiği beş yüz lira peşinatla, o zaman çok moda olan merdaneli makinelerden daha da gelişmiş olanı, döner kazanlı ve döner sıkmalı AEG-Turnamajik çamaşır makinesi aldım. O günlerde Kurtköy’de bir-kaç kişide ancak vardı çamaşır makinesi. Onlar da merdaneli.
Her gün çamaşır yıkadım. ’Amma da hamarat çocukmuş!’ diye lâf atmaya başladı köyün kadın ve kızları. Her gün temiz gömlek giydim. İki takım elbisemi sırayla her hafta kuru temizlemeye verdim. Sınıfta zengin çocuğu intibası yaratmıştım.
Bir alışkanlığım daha vardı benim. Yazılı kâğıtlarını topuyla alıp çantamda taşırdım. Genelde yazılılarda çok kişi kâğıdını benden alırdı. Ben onlara kâğıt vermekten bile zevk alırdım.
Kısa sürede yalnız sınıfta değil, okulda bile reklâm olmaya başladık. Sınıfta en yüksek notlar ikimizin oldu. Her derste, her soruda ikimizin parmağı havaya kalktı. Sürekli gönüllü olarak ders anlatmaya ikimiz kalktık. Her soruya ikimiz cevap verdik.
Herkesin birlikte andığı ve methiye ile, övgü ile andığı bir bütünün iki parçası gibi, ayrılmaz ikili gibi olduk : Fikret ve Bahar.
Yalnız değişmeyen bir şey vardı ; bir birimizle hiç konuşmuyorduk. Acaba diğer çocuklar ve hocalar bunun farkında mıydı ? Farkında olanlar sebebini biliyorlar mıydı ?
Konuşmazsa konuşmasın ; yanı başımdaydı ya ! Ben her gün onu görebiliyor, onunla yarışa biliyor, onun yanında övgüler alıyordum ya ! Başka ne isterdim ki ?
(Devamı ; Seviyorum, diyemedim )
Fikret TEZAL