- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Emineler, Ahmetler, Oğuzlar... (Bu Vatan Kimin? - 1)
BİRİNCİ PERDE
__________________________________________________________________
(Ahmet ve Emine, eski bir apartman dairesinden çıkmak üzere... Emine kapıyı açmış, dairenin içine doğru, Ahmet’e dönük, Ahmet ayakkabılarını giymeye uğraşıyor.)
AHMET: Tamam hanım! Çekiştirip durma, ayakkabılarımı giymeden gelemem herhalde!
EMİNE: Tamam tamam kızma, hadi çabuk ol ama…
AHMET: Sanki istasyona erkenden gitsek tren daha erken kalkacak…! (sıkıntıyla)Allah Allah…
EMİNE: Aman Bey, ne biliyim işte, bendeki de akıl! Heyecanlanıverdim birden.
AHMET: (Aceleyle, geçiştirerek)İyi iyi! Hadi…
(Nimet Teyze karşıdaki kapıyı açar, dairesinden çıkar.)
NİMET TEYZE: Hayırlı sabahlar kızım, gidiyorsunuz demek… Allah yolunuzu açık etsin.
EMİNE: (Arkasına döner ve cevap verir)Evet, Nimet Teyze, gidiyoruz. Allah izin verirse oğlumun yanına… Tren saat yedide…
NİMET TEYZE: Tabi tabi kızım, erkenden gidin, yolcu yolunda gerek. Ben her zaman demişimdir, böyük adam olacak benim Oğuz’um diye. Yavrumun kafası kâğıttan kalkmazdı maşallah. Bol bol selamlarımı iletin emi.
EMİNE: Tamam, baş üstüne Nimet Teyze…
NİMET TEYZE: Hep dua ederdim onun için Allah sizi inandırsın, daha şimdi de sabahın abdestiyle duruyorum, o dualar sayesinde birinci oldu benim oğlum, getiriverin de alnından bir öpeyim. Ha, Emine kızım, bizim deli kız dünleyin bir de Yel Üniversitesinde yüksek lise mi ne okuyacakmış diyordu, orası da mı Istanbul’daymış?
EMİNE: Yok teyzecim, yok. (Hüzünlenir bir anda)O Amerika’da, çok daha uzaklarda... Yani bizim hasret yine bitmiyor. Kaderim mi böyle yazılmış, anlamadım ki, daha küçücük yaşında evinden bir çıktı, çıkış o çık-(Emine ağlamaya başlar…)
AHMET: (Emine’nin sözünü keser)Ağlama yine ya…! Sulu göz…
EMİNE: (ağlamaklı) Valla Nimet Teyze, biliyorsunuz, liseye diye bir çıktı evden, o zamandan beridir hasretliğim. Alışır falan diyorlar ama, aha şuramda (yumruğuyla kalbini tutar) öyle bir yumruk var ki, her zaman… Senelerdir ne yediğimden bir zevk alıyorum, ne de içtiğimden. Sadece yazları bir üç ay… Sayılı gündür, geçer dediydik, ama şimdi…(hıçkırıklara boğulur…)
AHMET: (gözleri yaşarmış, kendisini tutmaktadır)Tamam tamam, hadi, ağlama artık.
NİMET TEYZE: Olacak kızım, Olacak, bunlar da geçecek. Tek çocuk tabi, dayanması zor... Hadi ben sizi daha fazla tutmayayım, Allah yolunuzu açık etsin. Taa Istanbullara gideceksiniz, kolay değil. Hadi hadi…
AHMET: Haydi Nimet Teyze, kal sağlıcakla…
NİMET TEYZE: Güle güle…
. ***
İKİNCİ PERDE
__________________________________________________________________________
(Trendeler, Emine cam kenarında... Arkadan ritmik tren sesi geliyor, arada sırada hafifçe sallanıyorlar.)
AHMET: Arslan oğlum benim! Hiç kara çıkarmadı yüzümüzü okula başladığından beri. Artık Amerikaların da altını üstüne getirir o, bak görecen sen. Orada da birinci çıkacak. Tuttuğunu koparır benim oğlum… (kısa bir sessizlik…) Değil mi hanım…?
EMİNE: ………
AHMET: Yav sil şu gözlerini, ne ağlayıp duruyon! Allah Allaaaah… El çocuğum okumuyor diye ağlar, bizimki de…
EMİNE: Tamam tamam… (Gözyaşlarını siler) Ağlamıyom işte. Sen ne anlarsın halimden, küçücüklüğünden beridir, hiç doyamadım ki yavruma.
AHMET: Büyüdü artık o, kocca adam oldu, bırak bebek muamelesi yapmayı.
EMİNE: Bir de bana sor. O benim için hep aynı, büyümedi, her gece düşünüyorum küçükken hastalandığı zamanları, ağlamalarını, okula giderken önlüğünü giydirmemi… Ah, ah… Küçücükken hatırlar mısın, geceleri uyutmazdı beni. Gerçi sen fark etmezdin ki, horul horul uyurdun tabi. Bense başında uyutana kadar beklerdim. O zaman varlığı uyutmuyordu, şimdi ise yokluğu.
AHMET: Yeter yahu, evlenecek yaşa geldi oğlan. Çocuk falan değil! Artık Amerikalarda gözelinden bir de ecnebi hanım buldu mu! Zengin de olsun şöyle bi de, hem-
EMİNE: (dışarı bakarak, sitemle) Ne soyu ne sopu! Hiçbir şeyini düşündüğün yok tabi. Hiç birini, hiç kimseyi tanımaz etmez. Garibim kendi başına ne yapacak oralarda, ne edecek. Yer bilmez, yurt bilmez, küçücük çocuk…
AHMET: (Sinirli bir şekilde)Hanıım…!
(Emine trenden dışarı bakmaya devam ederi bu kez daha derinden… trenin ritmik sesleri gelmekte kulaklara…)
. ***
ÜÇÜNCÜ PERDE
__________________________________________________________________________
(Emine önde, konferans salonunun girişine doğru acele etmektedir. Ahmet daha rahat…)
EMİNE: Geç kaldık Bey, haydi acele et.
AHMET: Aaah! Hanım… Ya, fakülteyi birincilikle tamamlayan zaten bizim oğlumuz. O kadar da ağırlığımız olsun. Ne olcak, beklesinler azcık.
EMİNE: Beklemezler ki ama Ahmet Bey, o kadar adam var. Bak Oğuzum karşılayacaktı bizi, geç kalınca o da salona gitmiş demek. Kavuşmak salonaymış meğer.
AHMET: Ya… Sabret azıcık. Geldik sayılır…
EMİNE: Ne çok özledim bir bilsen… Oğuzum…!
(Salonun Kapısına gelirler, içeride Oğuz konuşma yapmakta, onun sesleri gelmektedir. Güvenlik görevlisi karşılarına dikilir.)
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Afedersiniz beyefendi… Salona mı girmek istiyorsunuz?
AHMET: Evet oğlum, ta uzak memleketlerden geldik. Ne oldu, bir sorun mu var, biliyoruz geç kaldık ama…
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Şey…(Sıkıntılı, yapmak istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalan birisi…)
AHMET: İzin ver de girelim, yahu, fakülteyi birincilikle bitiren bizim oğlumuz…
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Bi saniye efendim. Lütfen bekleyin. (Güvenlik görevlisi birkaç metre ileri gider, telefonla bir şeyler konuşur. Yüzü üzüntüyle buruşur.)(Telefona)Tamam efendim, peki efendim, anladım efendim… (Döner, Ahmet ve Emine’ye) Afedersiniz efendim, eşinizi bu şekilde içeri alamayız.
AHMET: Neden, bir kusuru, bir ayıbı mı var?
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: (Kendi Kendine mırıldanır) Asıl ahlaksızlar içeride ama… (Ahmet’e) Yok, efendim, estağfurullah. (Kendi Kendine) Zaten sorun ahlaklı, edepli olması ya zaten… Ahlaksızların istediği kıvamda olmaması ya zaten… (Ahmet’e) Rektörün doğrudan kendisinden emir var, efendim, türbanlıları içeri alamıyoruz.
AHMET: Türban mı? Sebep?(Sinirli bir şekilde)
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Ben de bir emir kuluyum efendim, elimden bir şey gelmez.(Başı öne eğiktir.) Başörtüsünü çıkarması gerekiyor hanımefendinin.
EMİNE: Bey… Sinirlenme, tartışma. Bu çocuk da elin garibi, haydi, zorda bırakma çocuğu, sen gir içeri, ben beklerim dışarıda.
AHMET: (Bağırarak) Ne demek! Olmaz! Nasıl yani, neden!!! Kime ne benim eşimin başörtüsünden! Bu ne biçim iş! Çekil, giriyoruz biz. Ne olacaksa olsun.
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Efendim, keşke elimden bir şeyler gelse. Biliyorsunuz, kurallar… Lütfen, eşiniz başını açsa olmaz mı? Sadece bir iki saatliğine…
AHMET: Kardeşim, kime n-(Emine sözünü keser Ahmet’in)
EMİNE: (Sert bir şekilde) Evladım, yumuşak başlıyızdır, elimizden ekmeğimizi alana ses çıkarmayız ama, bu bizim namusumuzdur. Bu bizim kutsal bir değerimizdir. Sen kabul et ya da etme. Kimse çıkaramaz onu başımdan. Çıkartmam. Sen bilmez misin, okumaz mısın hiç bizim oralarda anlatırlar, derler ki Sütçü İmam bir kızımızın örtüsüne el uzatıldı diye hayatını feda etmiş, Maraş’ın adına kahramanlık getirmiştir. O hareketi gâvurlara karşı yapmıştır. Şimdi ne oluyor, bu kuralları gâvurlar mı koyuyor?
AHMET: Çekil kardeşim, kim gelecekse gelsin, rektörüne de, kim koyduysa kuralına da…
GÜVENLİK GÖREVLİSİ: Efendim, bu da benim ekmek param, lütfen…
AHMET: (Duraklar. Geri adım atar. Emine’ye döner.) … Gel hanım, gel… Sen bensin, ben de sen. Neyleyim sensiz gururu, neyleyim senin yüzün kızarırken sevinmeyi… Gel.
. ***
DÖRDÜNCÜ PERDE
__________________________________________________________________________
(Ahmet, Emine ve Oğuz bir bankta oturuyorlar.)
OĞUZ: Anne, onlar adına senden tekrar tekrar özür diliyorum. (Sinirli bir şekilde) Zırcahiller, örümcek kafalılar!
EMİNE: Boşver oğlum, Allah büyük. Ne olmuş o salona girememişsem, şimdi görüyorum ya seni… Ne çok özlemişim... Çok şükür Allahıma… Kavuştuk ya sonunda.
AHMET: Oğlum, arslanım, Amerika’ya gidiyorsun, çok şükür. Orada özgürlük varmış, böyle yasaklar falan yokmuş. Güvenlikçi çocuk anlattı, peşimizden gelmişti, garip çocuk, zor olsa gerek ciğeri yana yana bir işi yapmak… Onun kardeşi de, başı kapalı olduğu için Türkiye’de okuyamadığından dolayı Avustralya mı ne dedi, oraya gitmiş. Çok akıllı bir kızdı dedi, ama geri dönmek istemiyormuş Türkiye’ye. Ne garip iş bu oğlum, bizim çocuklarımız… Bu vatanın öz çocukları…
OĞUZ: Öyle baba, her sene liseden ya da üniversiteden sonra pırlanta gibi yüzlerce akıllı çocuk yurtdışına gidiyor bu yasaklardan dolayı ve maalesef geri dönmüyorlar. Buna beyin göçü diyorlar. Türkiye, en fazla beyin göçü veren ikinci ülke… Ülkede de devlet kademelerine kaliteli ve hak eden kişiler yerine orada burada dayısı olanlar geldiği için, geri kalıyoruz baba. Şanlı tarihimize rağmen, işte bu örümcek kafalılar yüzünden demokrasinin tam uygulanmadığı, insan haklarının hayal olduğu bir ülke oldu Türkiye.
AHMET: Sen geri döneceksin değil mi oğlum, bizi buralarda unutup gitmeyeceksin değil mi? Ne olursa olsun seni besleyen bu ülke, bu topraklar.
OĞUZ: Aslına bakarsan baba, gönlüm hiç istemiyor. Daha hiç gidip görmedim ama oralarda insan haklarına saygı var, refah var, devlet kademelerinde bir beyne sahip olan akıllı insanlar var. Orada insanlar “yaşıyor”. Ama, ne sizi bırakabilirim, ne de ülkemdeki eziyet çeken milletimi unutabilirim. Biliyorsun, az çekmedi bu millet baba, sömüren sömürene… Ama, değişmesi lazım değil mi, değiştirilmesi lazım bunların. Onun için, dönmeliyim.
AHMET: Sana da bu yakışır oğlum, onların istediği bu değil mi zaten, köylünün çocuğu okumasın, maneviyatı yerinde olanlar bir şekilde okumasın, okusa da devlette bir yere gelemesin.
OĞUZ: Neyse, baba, inşallah bir şekilde düzelecek bunların hepsi. Çünkü işin doğasında bu olmaz, olamaz. Toplum müdahaleye gelmez, çatlar, patlar, kabına sığmaz. Hadi, gidelim buralardan, yolcu yolunda gerek, Nimet Teyze nasıl?
(Arkalarını seyirciye dönerler ve sahnenin dışına doğru yürümeye başlarlar.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.