DÖNDÜM İŞTE...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Humuslu ve bereket dolu toprağıyla, iç Anadolu’lu olduğunu inkâr eden kasabama giden yollardayım. Karadeniz’liyim dercesine, içli bir hıçkırık saklamış içerisinde. Ağlamamış, ağlatmamış içinde yaşayanları. İnadına kucaklamış, dört taraftan sardığı dağlarıyla, avucunun içinde yaşatmış kasaba ahalisini…
Birileri dünyaya merhaba demiş avaz avaz. Bir hayat sunmuş içinde yaşadığı yıllar boyunca. Kimi zaman keder, kimi zaman sevinç dolu… Bazen rüzgârını kışlara yüklemiş, ayaklarını yerden kesmek iddiasıyla, bazen yaz güneşinin yayla havası yakıcılığında, kavurmuş beyaz tenlerini. Ağlamak için çok sebep bırakmamış yine de. Salâlar “Rahmet olsun”larla yan yana, barışık okunmuş minarelerinden. Ölüm, hayata gelmek kadar ehemmiyetliymiş ancak.
Bu kasabanın haneleri, atalarından yadigâr kalırmış bir zamanlar oğullara. Oğullar ata ocağını tüttürmeyi, bir şeref haysiyet ve onur meselesi görürlermiş. Birkaç ufak tadilatla, yıllara meydan okurcasına, nesil nesil büyümüşler aynı hanelerin içerilerinde.
Şimdilerde yeni yetmelerin, süper lüks dairelerinde, müteahhit eli değmiş, üst üste tabutlukları apartmanları, söz geçirir olmuş bu topraklara. Hilkat garibeleri ele geçirmeye başlamış, bu kasabada yaşayanların sadakatlerini, sevgilerini, merhametlerini. Hâsılı insandan olan ne kadar duygu varsa, her şeyi bir hoyrat rüzgâr katmış önüne ve sürükleyip atıvermiş, bilinmez bir karanlık çukurun diplerine… Şehirleşme denilen zorba kuşatmış kendi halinde, mahcup, saygı dolu bu uzakta unutulmuş kasabasını da.
Her evin önüne bir araç park edilir olmuş. Kısacık mesafedeki “hoş ebe”ye, mahalle sakinlerinin sözleşerek gidişleri çoktan unutulmuş. İki lafın belini kıramaz olmuş etine dolgun hanımefendileri. Çoluk çocuk bir araya gelerek ip atlayamaz, top oynayamaz olmuşlar sınıf farkı olmadan. Mangal sefaları son bulmuş çoktan boyuna mavi lacivert çizgili pijamalarının son çizgisinde. Nokta konmuş çoktan samimi ahbaplıklara.
Restore edilen eski ilk okul, belediyenin binası olmuş, tüm geçmişini gıcırdıyan dizemelerinde yaşatmayı sürdürürken. Bahçesindeki yaşlı ağaçlar kesilmiş, komşu ailelerin gözlerinin yaşına bakılmadan. Bebekliği hiç bilinmeyen, hazır çam ağaçları getirilip tutturulmuş üstelik, Doğa kanunlarının çiğnendiği bahçesinde. Delikanlı çamlar türküler tutturmaya başlamış yeni yerlerinde. Eski çamların bardak olduğu günler gelip geçmiş yokluğumuzda bu kasaba da. Fakat kendiliğinden oluveren bardakların ticaretini kimler yapmış, kimlere kâr bırakmış bilinmemiş. Çocukluk anılarımdaki kasabam yok olmuş adım adım neredeyse.
Kışları kış olmaz artık burada, “çatırım ayaz” denilen cinsten ve tirim tirim titreten. “Yaşasın okula geldik, kazasız belasız, düşmeden” deyip, tam da kapının önünde, paldır küldür düşen başka çocuklar olmayacak artık. Anne babaları okulun kapısına kadar arabalarıyla bırakacaklar bu kasabanın yüzlü çocuklarını. Yürümenin zevki, ayakta kalmanın zorluğu anlaşılmadan büyünecek belki de bundan sonra.
Kara kışlar olmasa da, evler kaloriferlerle donatıldığından yaz gibi geçecek kışlar nasılsa. Kömür sobaları tarihe karışacak yavaş yavaş. Kuzine denilen sobanın güzelliği unutulup esamesi bile okunmayacak belki de gelecek nesillerde. Bir taraftan ısınılırken bir taraftan çay kaynamayacak, patates közlenmeyecek. Bu kasabada da zamanla “bazlama”nın nasıl yapıldığı unutulacak. Her şey hazır hale gelecek, unutulacak, unutturulacak. Yazık ki zavallı ve sinsi bir politikanın kurbanı olacak kasabam.
Her şey mi kaybolmuş. Güzel olan hiç mi bir şey kalmamış kasabamda. "Evet" dersem haksızlık olur. Ne yalan söyleyeyim. Okulumun çatısını onarıyorlardı, ben oradayken, belli ki bir güzellik düşünüyorlar. “Okul kütüphanemizin olduğu kısmı, yeniden kütüphane yapsalar” diye geçirdim içimden. Bu küçük kasabada “bir iki meraklı küçük kız çocuğu çıkar, okumayı seven belki de” diyerek.
Harabe haline gelen büyüdüğüm evi seyrettim Adalet ağabeyle Nurhan ablamın balkonlarından. İçimdeki tüm hüzne inat, şen şakrak kahkahalı bir sohbet patlattım yemek masasında. Seneler evvelsinden dikilen asma sarmış, balkonun üzerinde hazırlanan kendi yerini. Dalından, gözlerimin önünde koparıldı birkaç salkım gök üzüm, tadına doyulmaz lezzetinde. Baktığında olmamış zannedeceğin, ağzına attığında lokum gibi tadıyla.
Harabe evimde kaldı, göz ucum. Sanki Rahmetten dönüp gelecek babacığım ve yakacak evimin ışıklarını. Koşarak gitmez miyim o zaman yıkıntısına inat, ter-ü tazeymiş gibi, tepeme yıkılması an meselesi evime.
En saf çocukluk sevgilerimi doldurup döndüm yine pek meraklısı olmadığım “kara”sıyla “an”dığım bu şehre.
Üç günlük kaçışın mizanı; gönül dolusu gülüşler biriktirdim gönül hesabımda. Gecenin dörtlerine kadar, balkonda edilen sohbetlerde. Kavak ağacı yapraklarının el çırpmasına benzeyen seslerine karıştı, mutlu gülüşlerimiz. Gecenin orta yerinde, şehirde hiç mi güzellik yok diyen benim Ülkü’me ilk defa kızdım dün gece. Yutkundum gözyaşımı, pınarında kuruttum, ”sustum” diyerek, içimde biriktirdiğim tüm kederlerimi.
İki gece ve üç günlük, saf memleket toprağına bulandığım yoldan dönüyorum, bu ikindi vaktinde. Daha şehrin girişindeyken, büyüdü gözlerimde trafiği, kalabalığı, keşmekeşi ama her şeyden kötüsü selâmsız sabahsızlığı… Hatır almıyor şehir dediğin. Her akşam hatırlarını kırdığı insanlarını gömüyor adeta, saklandıkları mahpuslarında. Liman saydırıyor hücre misali evlerini. Kimse kimseye çıkarsız gülümsemiyor. Kasabaların içtenliği yok şehirlerde…
Döndüm yine…
Ağız dolusu kahkaha ve gönül dolusu sevgilerimle. Samimiyetini tenime, ruhuma, hücrelerime doldururcasına solukladığım memleket toprağımı. Yeniden adını kara andığım, zoraki efendinin caddelerindeyim.
Döndüm yine…
Sana en uzak kasabandan…
Bir gönül dolusu hatıra, mutluluk, samimiyet ve sevgi yüklenerek.
Döndüm… Sen bunu, sana gelmeye sayıyorsan eğer… Gönlümü, asla unutmadığım ve tamamen bilerek küçük kasabamda bıraktım … Aldırma ama sen. Değil mi ki, senin sokaklarında yaşayıp, senin caddelerinde yürüyorum, daha fazla şey bekleme benden. Hele de gönlümü sana vermemi, hiç mi hiç bekleme şu yorgun gönlümden.
Döndüm işte yeniden sana… Gülümsemesini kaybedeli çok olmuş Ankara’m…
YORUMLAR
hoş geldin....
yağmur gözlü çocukluğunun yağmur renkli anılarıyla yıkanan gönlüne selam olsun azizem...
o muhteşem ferahlığın nasıl bir his olduğunu bilirim...
büyük şehir özentisinin ve o sahte çağ atlatma ve atlama masallarının yuttuğu eski güzelliklerin sindiği her şeyi yana yakıla , içime sokarcasına koklamak istediğim çok olur...
bir sevgili ölünün başında ağlamak gibidir kara lı an ların hüküm sürmesine şahit olmak...azaplı duygudur bu...
harika bir iç döküş olmuş azizem...kalemin, maksadı anlamış ,anlatmış ve aktarmış bize...
kutluyorum canım...sevgimle...cg
CeydaGork tarafından 9/7/2007 6:25:09 AM zamanında düzenlenmiştir.
offf offff...
bu sözleri duyacağıma dönmeseydin be güzelliğim...
gönlünün kaldığı yerde, huzuru bulduğun yerde kalaydın...
biz gelirdik seni görmeye...nasıl güzel bir gezi yazısı olmuş...hemde nasıl güzel...
ama sonunda birden gidişat farkllaşarak vuruyorsun güne damganı...
ahh ahh dedim defalarca nefesimi en derinlere saklayarak...
anlamak neye yarar ki...
burasıda güzel ...canım Ankara'm ...sende mutlu olabilirsin eminim...tebrikler...içimi acıtmayı başardın...
ana menü sonra gelir, bende sizin yazılarınızı hep en sona saklıyorum tadına vara vara okumak için ama buğün sizinle başladım sabah sekizden itibaren hala sizin sayfanızdayım..gecemedim diğer yazılara..cok güzel bir kaleminiz var lezzet ve tat veren yüreğinize sağlık..bu kalemi okumaktan çok mutluyum..Ankaraya iki kere gittim ama şimdi daha cok isdedim gitmeyi..
saygılarımla..