- 791 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölüm yolunda ilk gün
Ah o Yemen’dir,
Gülü çemendir,
…. /…
Giden gelmiyor
Acep, nedendir.
…./…..
Burası Huş’tur,
Yolu, yokuştur,
…../….
Giden, gelmiyor,
Acep, ne iştir.
…..İsmail Beyrut tren istasyonunda, yanında bulunan yüzlerce binlerce askerler ile Hicaz’a giden trene bindirilerek uğurlanmıştır. İsmail üzgündür, çünkü onun çok sevdiği arkadaşı Ahmet Mısır’a ya da Gazze tarafına askere giderken, kendisi ondan bir anda ayrılmış Yemen’e giden çöllerde savaşan Yemen ve Sana’ ki askeri birliğe gönderiliyordur.
….İsmail çok korkuyordur. Çünkü onun gittiği yollar hem çöldür, hem de tehlike doludur. Su içmek için yolları boyunca zehirli kuyular vardır ve yine yollarında Arap şeyhlerinin Arap imamlarının, Osmanlı askerlerini yenmeye çalışan İngiliz casusları tarafından kandırılmış olan silahlı adamlarının çöllerde kuracakları tuzakları vardır. Sonra gidecekleri yollarda oluşması muhtemel çöl fırtınaları hastalıklar hepsi gidecekleri ölüm yolu üzerinde mevcuttur.
…..Bu korkular içinde trene bindiğinde, tren hınca hınç dolmuştur Tren içinde değil oturacak nefes alacak yer kalmamıştır. Ara yerlere çıkarak elinde bir sigara ateş istemek bahanesi ile koridordan dışarıyı seyreden bir gurup askerin yanına yaklaşır. dışarıdaki askerler kendi aralarında tartışıyorlardır, İsmail bunların içlerinden birinden bir ateş isteyip sigarasını yakarken, oradaki askerlerden biri şöyle demeye başlar.
….Sen ne diyorsun arkadaş, şimdi ben mi korkağım düşmandan söyle gardaş sen bana baksana der karşısındaki cepheye savaşmaya giden askere.
….Benim atalarım taa, Cengiz han gibi birine bile bizim şehri teslim etmemişlerdir. Bizler yaşadığımız şehri teslim etmemek için ölünceye kadar savaşmış, bir milletin çocuklaryız demeye başlar. Arkasından da devam eder biz savaştan hiç korkmayız, ölürüz ama zaferi de sonunda kazanırız gardaş der konuşurken. Karşısındakine sen bize korkak gözüyle bakamazsın tamam mı gardaş diyerek çıkışır.
…..Arkasından öbürü konuşmaya başlar, yanındakinin ona cevap verdiği bazı sözlerinden onun Edirne’ li olduğu anlaşılır. Asker baktar ki, kendi aralarındaki bu konuşmaları boşu boşuna söz düellosuna dönüşecek işler, onların sözlerinin arasına girerek sonunda o konuyu değiştiriverirler.
….Bizler de korkmayız arkadaşlar, bizim de atalarımız yıllarca Tuna boylarında, Balkanlarda at koşturdular, düşmanlara karşı kılıç salladılar. Hepimiz buralardaki serhat şehirlerinin akıncı çocuklarıyız neden korkalım ki bizler diyerek hem havayı yumuşatır hem de kendinin de korkusuz biri olduğunu belli eder.
Onlar hem sigara içip hem de bunları birleriyle kendi aralarında tartışırken, onların tartışmasını duyan, bir rütbeli bir subay onların yanlarına doğru yaklaşır ve onlara kızmaya başlar.
…..Nedir derdiniz çocuklar kendi aranızda neyi tartışıp duruyorsunuz burada bana söyleyin bakıyım çocuklar der.
…..Orada bulunan kendi aralarında konuşan her üç asker de, ellerindeki sigarayı birden açık pencereden dışarı atarak hazır ola geçerler, ve üçü birden derler ki,-Hiçbir şey kumandanım hiçbir şey değil, bizler kendi aramızda kimin memleketi daha güzel kiminki değil diye tartışıyorduk kendi aramızda derler.
…..Komutan eliyle onların kafasını birkaç kez okşadıktan sonra, yavaşça onlara der ki, İyi, iyi hadi bakalım yeter o zaman tartıştığınız. Bizim memleketimizin her tarafları çok güzeldir bunu tartışmaya gerek yok der.
…..Yeter ki sizler onu, düşmanlarımıza karşı korumasını iyi koruyun ve sakın ola ki, memleketimizi düşmana vermeyin deyiverir.
…..Arkasından da, verirseniz işte o zaman bizim bu güzel memleketimiz bize zehir zemberek olur. Çünkü insanın kendi memleketinde düşmanlarının esareti altında yaşaması çok zordur çocuklar der.
….Askerler arkadaşlar hep bir ağızdan bağırırlar. Vermeyiz kumandanım, vermeyiz. Bu sözlere orada aralarına yeni katılan İsmail de iştirak eder.
….Kumandan onlara bakarak tekrar, tekrar gülümsedikten sonra da yine onlara gülerek gitmelerini yerlerine yatıp uyumalarını gelecekte zorlu günlerin onları beklediğini söyler.
…..Peki, peki haydi öyleyse doğru kamaralarınıza girin de istirahat etmeye çalışın diyerek onlar yerlerine gönderir.
....Yemen’e savaşmaya giden İsmail’in anlattığına göre kumandanın bu emri üzerine bütün asker oradan ayrılıp, herkes yeniden tıka basa askere giden insanlarla dolu kamaralarına dönerler.
….Askere gidişindeki yolculuğunu anlatan İsmail de oradan ayrılıp kendi kamarama girerek yine o içerdeki askerlerin kokusundan oluşan o kokuşmuş kirli havayı yeniden istemeye, istemeye solumaya başlardır.
…..İsmail içeri girince pencereleri en sonuna kadar açılmış ve camı da indirilmiş olan bindikleri kara trenin açık penceresinden, içeriye kirli havanın yerine girmeye çalışan temiz fakat oldukça yakıcı olan kurumuş sıcak çöllerin boğucu sıcak havası , içerdeki askerleri sanki uyutmamış, sanki oracıkta hepsini birden olduğu yerde bayıltmış olduğunu görür.
…..Yemen çöllerine savaşmaya giden İsmail de, onların arasında, bulabildiği daracık bir yere sıkışır, ve orada diğer askerler gibi o da, biraz olsun uyumaya çalışırdır.
…..Sabah güneş doğmadan önce, o da biraz uyumalıdır çünkü.
…..İsmail hem içinde bulunduğu kompartmanın içindeki o nefeslerden ve başka şeylerden kirlenmiş kirli havası içinde orada uyumaya çalışsa da, içerisinde uyuyan askerlerin hırıltılı sonra horlamaları, hırıltıları , hele, hele sıcaktan terleyen vücutlarındaki ekşi, ekşi kokuları hiç de çekilecek gibi bir koku değildir.
…..Bizim askere bir hevesle severek giden genç İsmail zorla sıkıştığı, bu küçücük bir yerde, başının altına sırt çantasını koyar ve güç de olsa o da o gece uyumaya çalışırdır.
…..Askerlerin bindikleri o kara tren, uçsuz bucaksız çölün üzerinde Hicaz’a doğru ilerlerken, dışarıdaki kavurucu çöl sıcakları da çekilir gibi değildir.
….Sabah olmuş güneş masmavi gök yüzünde yükseldikçe, sıcaklık da artık iyice artar mı artar çekilmez hale gelmeye başlar.
…..Nisan ayının son haftası olmasına rağmen, askerlerin yüzlerinden oluk gibi terler boşalıyordur üzerlerindeki giysiler dersen terlerinden sırılsıklam olmuştur ve kokuyordur.
…..Onlar da yüzlerindeki terleri ya mendillerine, ya da giydikleri elbiselerin yan kollarına siliyorlardır, biraz olsun üzerlerindeki terin tesirinden kurtulmak için.
Bindikleri Hicaz kara Treni kızıla boyanmış kum çölünde hızla ilerleyip giderken, uzaktan bir vaha görünür ve yavaşlayarak bu vahaya gelince tiren dururdur.
…..İsmail yine bindiği ve uyuduğu trenin dururken çıkardığı seslerinden yattığı yerde uyanır ve kalkar gider, bulundukları vagonun kamarasından pencereden, dışarıya doğru hemen bakmaya başlar.
….Dışarıdaki hurma ağaçlarının arasında oradaki istasyona ait olduğu hemen anlaşılan büyük, büyük su depolarının olduğunu görmüştür. İyice yavaşlayan tren, düdüğünü çalarak, bu büyük, büyük su deposunun tam yanına gelince tamamen durmuştur artık.
….Tren durduğunda birkaç adam, içi cepheye giden askerler ile dolu olan bindikleri bu kara trene, gördükleri su deposundan su boşaltırken, bir kısım adamların’ da yine oradaki bir kömür deposundan trene oradaki kömür deposundan kömür dolduklarını görürler.
….Tren artık oradan yeniden hareket edip kalkışından sonra, uzun bir süre çöllerin ortasında gider Bazen çölde küçük, küçük vahalardan geçerek, bazen hızlı bazen yavaş yol aldıktan sonra artık akşam olmaya başlar.
…..Güneş öyle güzel görünür ki, çevredeki uçsuz bucaksız kızıl çölün ufkundan kaybolup artık tamamen batmak üzereyken, kumlarla kaplı olabildiğince uzanan o uçsuz bucaksız çölün yüzünü, sanki kızıl bir ateş cehennemine çevirmiş olduğunu görürler.
…..Alevler çölün yüzünde kızılına dönüşerek, kum çölünün yüzünü kendi rengiyle boyamıştır sanki o akşam güneş, akşam olup da oradaki çölün yüzünde batarken.
…..Fakat burada onların akşamüzeri gördüğü çöldeki akşamın görüntüsü o kadar güzel görünüyormuş ki, insanlar gözünü ayıramıyormuş yolda ona bakarlarken.
….Onlar içinde bulundukları kara trenin tamamen açık penceresinden, şimdi de çölün yüzeyini kaplamış olan kıpkırmızı kızaran, fakat güzel bir görüntü veren ufka bakarken, tren her yerleşim yerinde çıkardığı yine o yanık, yanık siren seslerini çalmaya başlar.
….İsmail bu defa tam karşısında o güne kadar hiç görmediği , o ana kadar hiç bilmediği, ve tanımadığı şimdi orada hayatında ilk defa orada görmüş olacağı Hicaz daki kaleyi görmüştür amma, oranın ilk bakışta neresi olduğunu bile bilmiyorlardır.
….Onlar ta ki tiren varıp oraya varıncaya kadar. Sorsa da kendisi gibi oranın neresi olduğunu anlamazlar, onlar sadece tahmin etmeye başlarlar.
….İsmail etrafına bakınır orada ilk defa gördüğü ve aslında neresi olduğunu bile bilmediği Hicaz kalesini görmüştür. Kamarasındaki diğer asker arkadaşlarına birden bağırmaya başlar
…..Geldik, geldik bakın arkadaşlar herhalde bizler bu gün sonunda geleceğimiz yere geldik arkadaşlar der, Bakın,bakın şuraya diye bağırarak.
…..Sanırım geldik, geldik sanırım geldik geleceğimiz yere diyerek sözünü tekrarlar dururdur.Gerçekten de onlar o günün sonunda Hicaz şehrine varmışlardır ve gördükleri kale de Hicaz kalesidir.
…..Şimdi onların tam karşılarında dimdik, bir Osmanlı şaheseri olan, Hicaz kalesi karşılarındadır, dimdik olanca ihtişamı ile, savaşmaya gelen onları bekliyordur. Onları o günün kızıl akşamında karşılamaya hazırlanıyordur.
….Kaleyi onlar karşılarında görünce, içlerinden biri yüksek sesle konuşmaya başlardır.
….Ben bu kalenin hikayesini de çok iyi biliyorum arkadaşlar der. Daha önce de komutanlarımız bize buralar ve gideceğimiz bu yerdeki bu Hicaz kalesi hakkında bazı bilgiler vermişlerdi demeye başlar ve onu anlatır.
….Bu Hicaz kalesi denen kale, komutanlarımızın bize anlatıldığına göre, bizim eski Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim han zamanında başlayan, 1700 yüzüncü yıllarda bitirilmiş olan, tarihi Hicaz kalesi olması gerekir sanırım bu yer başkası da olamaz çünkü demeye başlardır.
….Bize öyle anlatmıştı kumandanlarımız kışlada eğitim yaparken diyerek konuşmasına devam eder.
…..Gerçekten de şimdi onların karşılarında gördükleri kale odur.
….Kale şehrin tam ortasındaki tepenin üzerinde, bir abide gibi dimdik ayakta ve üzerinde dalgalanan Osmanlı bayrağı ile onlara bakıyordur ve sanki onlara uzaklardan hoş geldiniz ey ölüm yolcuları diyordur.
….Tren onların’ da orada düşündüğü gibi, buraya doğru kalenin bulunduğu yere doğru yaklaştıkça artık iyice yavaşlamıştır. Siren düdüğünü acı, acı çalarak, içi Anadolu ‘dan gelmiş askerlerle dopdolu olan bu kara tren nihayet tam kalenin önüne gelince artık tam olarak durmuştur.
…..Tren daha oraya gelmeden önce oradaki askerlerden, bir bölük silahlı asker, yolun üzerine sıra olmuşlar önlerindeki marşlar çalan bando takımıyla onları karşılamak için orada bekliyorlardır.
….Daha askerler duran trenden inmeye bile başlamadan, orada gördükleri Hicaz kalesinden atılan, arkası arkasına yirmi bir pare top sesi işitiverirler.
….Bu atılanlar onlara orada bir selam ve karşılama ve çöllerde yollarda savaşlarda ölüme hazırlanan Anadolu gençlerine bir karşılama ve ölüm topudur. Ama onların içinde korkudan eser yoktur, kimse öleceğini düşünmemekte bir gün yine onlar sağ olarak döneceğini düşünmektedirler.
…..İstasyondaki onların gelmesini bekleyen oradaki askerler, trenin istasyona gelmesiyle mehter marşını çalmaya çalışırken, komutanların emriyle trendeki askerler’ de artık yavaş,yavaş aşağı indirilerek içtima edilmeye başlarlar.
….Hava kararmadan önce, oraya gelen askerleri bir an önce yerine cepheye ulaştırmak için acele eden oradaki komutanlar, orada durmadan askere bağırıyor çağırıyor, kimiler de trenden aşağıya inen askerleri, elindeki silahın dipçiği ile, ite kalka sıraya dizmeye çalışıyordur.
….Bir ara, buradaki trenden aşağıya inmeye çalışan asker kalabalığın arasından, sırtındaki ağır sırt çantası ile aşağıya inmeye çalışan, İsmail’e gençliği ile vurur o da o kadar yoldan sonra orada ilk nasibini almıştır..
….Görevli çavuş İsmail’i dipçiği ile İsmail’i kalabalığın arasında itelemiştir, de sonra şöyle demiştir Yemen!e savaşmaya giden İsmail’e.
…..Haydi asker kıçını topla, yeter oyalanıp durduğun der.
…..İsmail orada askerlerin arasında kendine dipçik vuran çavuşa kızmıştır amma, yine de sesini çıkartmamıştır. Sonra sesini çıkartmadan çavuşun gözlerine sert, sert bakar. Ne de olsa gençtir ve bilmediği yerler için savaşacak belki de bir gün şehit olup ölecek biridir.
….Fakat görevli olan bu tanımadığı çavuş onun kendisine orada kızgın baktığını görünce ne yaptığını anlamamış şaşırıp kalmıştır.
….Yemen çöllerine askere giden İsmail in tren yolculuğu burada biter amma, onların esas yolculukları bundan sonraki Yemen e giden çöllerde geçecektir.
Ne demişti, yola çıkarken baban,
Yemen denilen yer, ıraktır çöldür,
Serap dolu, ateşle dolu bir göldür,
Sakın sevinme, gidene ağlar anan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.