- 1691 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Sahneler / Yüzler
En büyük zevkim bir kenarda durup kendime sahneler yaratmaktır. Hayatın gerçek yüzlerini gözlemlemek aralarına dalıp kendime roller biçmektir.
—Çek ağabey çek, durma öyle boş boş bakma, çek beş tane çay, tavşankanı olsun. Yaptığımız sohbetin demi olsun makbule geçsin bari.
Sesin geldiği tarafa odaklandım. Bir köşede üç beş kişi bir araya gelmiş sohbet ediyorlardı. Kulaklarımı ortalarına doğru uzattım anten gibi.
—Bu sene ürün bereketi olmadı bizde, hiç yağmur yağmadı. Yağsaydı tarlada hasat berekete dururdu. Ürün alırdık. Maalesef olduğu yerde ürünlerimiz kuraklıktan dolayı kurudu gitti. Plan yapmıştım. Oğlanı evlendirecektim ama ürün tarlada kalınca ve elde avuçta başka birikimler olmayınca oğlanı evlendiremedim. Ne yaparsın işte. Eh seneye artık Allah büyük bakalım.
— Düğün dedin ya, benim oğlan bir kız kaçırdı. Amasya’dan aldı eve getirdi. Hesapsız oldu hiç düşünmüyorduk düğün yapmayı. Bütçemiz yeterli mi diye hiç düşünmedi. Hesapsızlık işte ne yapacaksın. Yine de kalktık gittik kızın evine, el verdik, gönül dergâhımızı açtık aileye, barıştık oturup düğünlerini yaptık elimizdeki küçük bir birikimle. Bu arada oğlan bir iş buldu kendine yetebiliyor artık. Gelecek senenin ürünü ile birikim yapabilirsek sıra diğer çocuklarda olur herhalde. Evlendir evlendir bitmiyorlar. Hiç düşünmeden habire çocuk yapmışız. Düşünmemişiz geleceklerini. Allah eksikliklerini vermesin yine de.
İçlerinde en genç olana gözüm takılı kaldı. Başını öne eğmiş kara kara düşünüyordu. Biraz asabi düşünceli geldi bana, kafası başka yerlerde sanki, öylece yüzünü incelemeye almıştım ki içlerinden birinin eli omuzuna değdi.
— De hele suskun oğlan de hele, anlat neden suskunsun böyle, gemilerin mi battı Karadeniz’de, dilini arılar sokmuş belli şişmişsin içine doğru, anlat hele belki buluruz bir çare rahatlarsın.
Suskun olan yüzünü kaldırdı içli baktı. Sonra bakışlarını çevirdi oturduğu kahvenin bahçesinden denize doğru.
—Yok, be dayı, yok bir şey
Var kara oğlan, bak biz konuşuyoruz. Bir sen düşünüyorsun. Anlat bakalım.
—Ne bileyim dayı, benim derdim büyük. Düşmüşüm ailenin en ufağı olarak bir derdin içine, aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. Bilmiyorum ne yapacağım nasıl edeceğim. Biz büyük aileyiz tam yedi kardeşiz, babamı yeni kaybettik, annem daha önce ölmüştü, babadan kalan oniki dairemiz var. Rahmetli sağlığında bu işlerle hiç ilgilenmedi. Köyde araziler var. Ağabeylerim ve ablalarım bu miras kavgası yüzünden birbirlerine düştüler. Ağabeylerim köpürüyor ve diyorlar ki ‘’nerde görülmüştür bir kızın mal mülk istemesi konuyu mahkemelere taşıması, şimdi biz erkek kardeşler arazileri avukatların önüne mi dökeceğiz. Nerde görülmüştür büyüklerden habersiz adım atmak, biz erkek kardeşler yıllarca el verdik babayla, emek verdik. Çoğalttık arazileri. Bu arada kızlar ne yaptı, kızlar evlendi gitti başkalarıyla, üstelik onlara evlenirken haklar verildi. Her birine dört adet bilezik yapıldı. Üstelik epey bir çeyiz de yapıldı ‘’İşte böyle dayı, böyle diyor ağabeylerim kudurmuş durumdalar anlayacağın. Kızlar inatçı mı inatçı, bu işin sonu nereye varacak, ne olacak. Aile içi kavga her geçen gün artıyor. Korkuyorum damatlar işin işine girip söz ederlerse ağabeylerim hepten köpürecekler. Şiştim dayı şiştim, dilim şişti susmaktan aşağıya tükürsem sakal yukarıya…
Dayının eli bir kez daha suskunun omuzuna dokundu pat pat vurmaya başladı.
—Ay be kara oğlan seninki de zenginlik derdi. Biz yok diye hayıflanırız sen var diye hayıflanırsın. E bu işler böyle, yok öyle bal köşesinden hep bana hep bana, artık devir değişti kızlarda senin anne babanın çocukları, evlendiler diye onları ötekileştirmek dışlamak olmaz. Senin kafan karışmış kendini kızların yerine koy bakalım, ait olma duygusu endişesi taşırsan o zaman,kızlara hak ver. Ait olamama ne kötü bir duygudur biliyor musun? Ablalarının başlarına kötü olaylar geldi diyelim anlaşamadılar eşleriyle zor durumda kaldılar, dönecek neresi olur onlar için. Ait olamamanın sıkıntısı olmaz mı? Varken vermiyorsunuz. Hadi yoksa anlarız yok deriz. Senin kafan karışmış oğul, bu kadar düşündüğüne göre sende hakkaniyet duygusu var, iyi düşün gerekirse ağabeylerinle konuş bulursunuz ortak bir yolunu.
—Ah be dayı ah şurada dertlerimden uzaklaşmak istedim ama daha çok düştüm içine of
—Çaycıııııııı çek bir beş çay daha…
Onları orada bırakıyorum. Yol alıyorum. Gidip bir kahvehanede oturuyorum. İnsanlar pür dikkat televizyon izliyorlar. Bir köşesine seriyorum minderi ve seyre dalıyorum yüzleri.
— Hay Alladım, hay Alladım şunlara bak ya, şu hatunlara bak ya, utanmadan ev istiyorlar. Hiç yüzleri yok mu bunların televizyona çıkıyorlar koca arıyorlar. Adamların evi barkı yoksa beğenmiyorlar. Hiç kendi kıçlarına bakmıyorlar. Hazırda var mı? Bal börek rahatlık oh.
Göz ucuyla bakıyorum bakışların gittiği tarafa. Evlilik programları izliyorlar. Çöpçatanlık gibi bir şey. Büyük antenlerin koridorlarında bir sürü dörtgen kafalı insanlar geliyor aklıma. Bir diğerinden diğerine koşuyorlar. Sistem nasıl da tuz buz etmiş beyinlerini.
Bu günlük bu kadar yeter diye düşünüyorum. Perdeyi çekiyorum. Akşamın karanlığında evin yolunu tutuyorum. Giderken Halil Cibran’ın sözleri geliyor aklıma…
‘’ İnsan deniz suyunun yüzünde dalgalanan köpük gibidir rüzgâr esti mi sanki hiç varolmamışcasına yok olur gider. İşte böyle olur, ömrümüzün ölüm’ün önüne katılıp gitmesi. ‘’
Demek herkes birer parça bir şeyleri öldürüyor içinde ve parçalar düşüyor sessizce, gün devrilip gidiyor sahnelerden kopuyor perdeleri tutan çengeller ölüme yaklaşan günlerin takvim yaprakları gibi azalıyor baktığımız denizlerin köpükleri yavaş yavaş siliniyor kıyılardan.
Peki, bu kudurmuşluk nedir? , nedir? Hep alıp veremediğimiz kendimizle ve birbirimizle hesaplaşmalarımız…
Hayat dedi içimdeki öteki hayat; korkmak, tedirginlik, ait olamamak, kaybetme duygusu hep bir döngü içinde kaybolup gidiyoruz deniz suyunun yüzünde. Herkesin içinde kaybettiği veya aradığı öyküler var. Herkesin denizi başka, içindeki yolculuk başka. Herkesin köpükleri savruluyor başka yerlere.
En çok yaşlıların bırakıldığı huzur evleri geliyor aklıma. Bana göre huzursuzluk evleri. En güzel huzur insanın ailesiyle olması değil midir? Eşiyle, çocuğuyla annesi ve babasıyla bağları koparmadan iletişim halinde olması değil midir? Büyük ağacın gövdesindeki dalları kesersen ne işe yarar. Ağaç mutlu olur mu gölgesinden. Bizim Anadolu kültüründe bu var mı? Bizler deliriyoruz büyük kentlerin bulvarlarında ondan ateşböcekleri hiç karşılamıyor bizi. Kayboluyoruz suların köpükleri gibi, yok olup gidiyoruz koca okyanusun içinde.
Bu duygular içinde eve yaklaşmıştım. Anahtarı çıkarıp kapıyı açacaktım ki köşe başında küçük bir tezgâhta meyve satan amcayı gördüm. Meyve almak istedim.
— Nasılsın amca güzel narların var mı? Bana iki kilo nar tart bakalım. Bu arada işler nasıl gidiyor. Narlar iyi mi kesmeye gerek var mı?
—Nasıl olsun işler emekli param yetmiyor. İşte kızım uğraşıyoruz.
Amca özenle narları poşetin içine yerleştirdi. İçlerinden bir tanesini eline aldı. Ortadan ikiye ayırdı ‘’bak kızım gerçek nar bunlar’’ narı ikiye bölmesiyle dudaklarındaki gülümseme anında dondu ‘’ hay Allah bu kötü çıktı ‘’ . Mahçup olmuştu bana.
Narı elime aldım. Dikkatlice baktım içine. Kahverengiye, mora, siyaha dönmüş taneler vardı .Hatta beyaz kalmış, kırmızı olmuş taneler vardı.Meyveyi poşetin içine koydum.
Halil Cibran’ın sözü geldi aklıma yine. Hayat böyle bir şey dedim. Farklı yüzler, farklı hüzünler sevinçler, olgunluklar, olgunlaşıp düşenler olgunlaşamayanlar, Pişenler, pişmeden yananlar , sağlamlar ve çürükler.
Sabah uyanınca sahnenin ortasında bağdaş kurmuş bir yüz gördüm.
—Hayrola henüz perdeyi açmadım sen kimsin
Gözlerimi tam açamamıştım. Karşımdakini çıkaramadım. Sadece konuşuyordu.
—Bu sefer perdeyi senin için açtım.
— Sen kimsin ki
Yüzünü bana çevirince kendimi sahnede gördüm.
—Ne yani kendimi mi anlatmamı istiyorsun seyircilere
—Evet
—Hayır, bunu yapmayacağım. Onlar beni aralarına alınca ve ben aralarına karışınca beni tanırlar ben de onları tanırım. Şimdi sahneyi terk et bakalım. Kalkıp üstümü giyineceğim ve lokantaya çorba içmeye gideceğim. Eminin bir köşede cenaze müziği dinleyenler vardır. Kafalarına Bukovski’nin taşaklı radyosunu fırlatacağım neşelenecekler. Bir başka köşede dört yapraklı yoncalar kesimi mutlaka olacak. Habire seviyorlar mı sevmiyorlar mı paraları bol mu, bol değil mi hesabı yapacaklar adamların yüzlerine karşı. Bir yazarın dediği gibi ıstakozlar dirilip bayanların çorba tabaklarına işeyecekler. Bayanlarda boş durmayacak tabii , pos bıyıklı balıkları canlandırıp adamların ağızlarına sokacaklar kılçıklarıyla…
—Çok mu anlamsız oldu bu sevgili gölgem sahneyi terk et bakayım geç kaldım senin yüzünden.
—Sende delilik durumları var mı? Sana ne milletin köpüklerinden, narlarından takvimlerinden dertlerinden. Sana ne toplumun çivisinin çıkmışlığından. Halil Cibran da kim ? Sabahın köründe nereye gidiyorsun yat uyu.
En büyük zevkim bir kenarda durup kendime sahneler yaratmaktır, hayatın gerçek yüzlerini gözlemlemek onları sahneye almak kendime roller biçmek ve kafamda başka şeylerle kurgulamaktır.
Tam meydanın ortasına gelmiştim ki…
Şeytanın karnından bokböcekleri fırladı. Kocaman tekerlekleri yuvarlıyorlar bokböcekleri ne anlar karıncaların haklarından…
.
.
.
.
Aysu
YORUMLAR
İnsan deniz suyunun yüzünde dalgalanan köpük gibidir rüzgâr esti mi sanki hiç varolmamışcasına yok olur gider. İşte böyle olur, ömrümüzün ölüm’ün önüne katılıp gitmesi‘’
Demek herkes birer parça bir şeyleri öldürüyor içinde ve parçalar düşüyor sessizce, gün devrilip gidiyor sahnelerden kopuyor perdeleri tutan çengeller ölüme yaklaşan günlerin takvim yaprakları gibi azalıyor baktığımız denizlerin köpükleri yavaş yavaş siliniyor kıyılardan.
Çok etkileyici bir yazıydı. Gerçekten de dalgaların üstündeki köpük gibiyiz. Yaşadığımız hayat bir ama her insan ayrı bir hayat... Tespitiniz çok doğru herkes bir insan silüetinde ama kimisi fos çıkabiliyor. Kimisi de sizin nar örneğinde ki gibi olgunlaşıp kıpkırmızı olabiliyor. Bu sahnede ben de şu anda yorum yazıyorum ve iyi ki okumuşum diyorum.. Yani bana da ufak bir rol düştü... Teşekkürler. Tebrik ediyorum güzel ve düşündürücü bir yazıydı. Saygılarımla...
lacivertiğnedenlik
—Sende delilik durumları var mı? Sana ne milletin köpüklerinden, narlarından takvimlerinden dertlerinden. Sana ne toplumun çivisinin çıkmışlığından. Halil Cibran da kim? Sabahın köründe nereye gidiyorsun yat uyu. ..
Aaaa, ne münasebeeeeet,
Mazhar Osman’da ikamet edenleri şöyle bir incele eğer yönetmeni, oyuncusu, figüranı bütün “Holuvud” gelsin ellerine su dökebilirse eğer.
Elinde cımbızı aynası
Cumbada oturur mahmure
Çıktı mı akşam ayazı
Tumba da yatağa mahmure cıstak, cıstak, cıstak
Ulan ormanda mısın hayvan karı, kıs şunun sesini biraz kafam şişti yahu. Ulan biriniz şu alta oturan dangalağa söylesin, inersem aşağı komşu momşu dinlemeyeceğim. Ne diyordum hah, içerdekiler diyorum, bakmayın..
“Ulan bi geberemedin gitti, bunak karı” ! Aneyyyy. Tüpüüü sana or…pu çocuuu, ulan bu laf anaya söylenir mi, içim paralandı gene. Ah alzaymır ah. Sen ne zalim hastalıksın. Bu da üst kattaki yaşlı kadın ile hayırsız oğlu
Rastık çekerek mahmure
Yastık dikerek mahmure
Yaşar yuvada kuş gibi
Sek sek sekerek mahmure cıstak, cıstak, cıstak,
Kadıncağız “alzaymır”(Alzheimer) olmuş, kafa gidip geliyor. Yemeği ocakta, gazı açık unutuyor, asansöre biniyor yanlış düğmelere basıp kat ortasında kalıp apartmanı yıkıyor, gecenin bir yarısında gündüz sanıp televizyonun sesini sonuna kadar açıp bütün milleti ayağa kaldırıyor
Şıkır, şıkır da
Tıkır, tıkır da
Fıkır, fıkır da
Mahmure . cıstak, cıstak, cıstak…
Allah belani versun *okşiyenun garisi, cörursun sen, bilama dur. Ne diyordum işte böyle kadın saatli bomba gibi dolaşıyor apartmanda. Dediler imza toplayalım, dedik vebali ağır olur, yaşlıdır.
Olurken herşey tarihin
Tenceresinde aşure
Kahve de içer keyifle
Penceresinde mahmure cıstak, cıstak, cıstak..
Bir oğlu var tam o.. çocuu, kızı da bir komserle evli, torunu da çok meşhur, bir yerli dizide meşhur kötü damatmış. Kardını huzur evine yerleştirip daireyi satmak istiyorlarmış
Rastık çekerek mahmure
Yastık dikerek mahmure
Yaşar yuvada kuş gibi
Sek sek sekerek mahmure cıstak, cıstak, cıstak..
Şimdi s..dum anani, aç ula havu bizim golbastiyi, sonuna gadar..
“Oynayalum uşaklar Trabzon kolbastisi, Trabzon, şıkır, şıkır da, tıkır, tıkır da, fıkır, fıkır da Mahmure, cıstak, cıstak, cıstak, ulan bi geberemedin gitti, bunak karı”
Allahım sen aklıma mukayyet ol
Bazen de böyle "toprağım", kenarda duramıyor insan kah kavgaya, kah horona giriyor.
Saygılar, selamlar
lacivertiğnedenlik
—Sende delilik durumları var mı? Sana ne milletin köpüklerinden, narlarından takvimlerinden dertlerinden. Sana ne toplumun çivisinin çıkmışlığından. Halil Cibran da kim? Sabahın köründe nereye gidiyorsun yat uyu. ..
Pasif direniş yapıyoruz ya suya sabuna dokunmadan!
eskiler demişler ya ''Tavşan pisliği gibi ne kokar ne bulaşır'' öyle mi olduk ne.
Birimizin derdi hepimizin derdi olmadıkça huzur bulamayacağız.
Yerinde yazı ölçen, biçen, tartan.
saygılar
lacivertiğnedenlik
Yüzler aynı görünse de, gözler bencil baktı sahneye..
Yaşadıkları sahnenin farkında bile olmadan, yaşıyor ölüyor yüzler..
Bir ev, bir tarla, çocuk yetiştirmek, oturduğu semt, köy onların tek sahnesi, tek dünyası oldu..
Bunu korumak için de yüzlerinin rengi adeta bukalemun gibi hep değişti..
Öz güvenleri de sığındıkları ideoloji limanları oldu.
Ölürken bıraktıkları mirasta, kendi türü gibi yetiştirdiği bireyler oldu..
Onlar bayrağı devralırken, sahneler, yüzler de ne yazık ki asırlardır değişmiyor..
lacivertiğnedenlik
"Demek herkes birer parça bir şeyleri öldürüyor içinde ve parçalar düşüyor sessizce, gün devrilip gidiyor sahnelerden kopuyor perdeleri tutan çengeller ölüme yaklaşan günlerin takvim yaprakları gibi azalıyor baktığımız denizlerin köpükleri yavaş yavaş siliniyor kıyılardan.
Peki, bu kudurmuşluk nedir? , nedir?"
Tespit ve sorular...tespit ve sorular... hepsi yerli yerinde. ve çarpıcı.
"En büyük zevkim bir kenarda durup kendime sahneler yaratmaktır, hayatın gerçek yüzlerini gözlemlemek onları sahneye almak kendime roller biçmek ve kafamda başka şeylerle kurgulamaktır. "
sonra da yazmaktır di mi? çoğalttığın hayatı, insanlar eksilirken senin sahnelerde arttırdıklarını yazmak sonra sunmak bize..
bu da bir doğum bu da bir yaratım ve hatta bir savaştır. savaş dedim evet. İsmet Özel öyle der: Doğmak Saldırıya Uğramaktır der.Yani doğarsınız ve ciğerlerinize ilk saldırı gerçekleşir. Oksijen yakar. Ama besler de...
Bizi ne yakıyorsa biraz da o besler aslında.
Yazıda yüreğime en dokunan kare, manavcı amca oldu. ve yüzündeki mahcubiyet.
kaleminize bin selam azizim...
lacivertiğnedenlik
BU YAZIYI BİR DAHA BİR DAHA OKUYACAĞIM....
ŞİMDİDEN TEBRİK EDİYORUM O ÖZEL YÜREĞİNİ...
lacivertiğnedenlik
Mehtap ALTAN
GEÇREKTEN SAHNEYİ PAYLAŞAN EMEĞİ SOLUYAN SAYILI İNSANLARIN DOKUNUŞUDUR HAKKI ALMAK ...
SEVGİMLE...