- 2036 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
bir delinin kaleminden...
Bilir misin içimdeki fırtınaları? Bilir misin beni günde kaç defa nerelerden nerelere sürüklediğini? Bilemezsin… nerden bileceksin ki? Çünkü sen hiç biz olmadın ki… Ben baştan ayağa senken, sen tırnak ucu kadar bile ben değildin…
Demir parmaklıklar arasında oradan oraya volta atarken saatler, pervasız bir (h)içlenme başlar yüreğimde. Kokun gelir önce duvarlara çarpa çarpa… yüreğimde küçük artçı sarsıntılar…. sallanmaya başlar dallarım. Köklerim tutunduğum topraktan çatırdaya çatırdaya kopmaya başlar. Şimşekler çakar beynimin en ücra köşelerinde, o vakitlerde çamurlaşmış sevdalar sağnak olur düşer bedenime. Soluk alıp vermek güçleşir… genzimi yakan hasretinin kokusu işlerken hücrelerime; Azrail kemirmeye başlar ömrümü…
İşte böyle anlarda;
Bir deniz kenarındaysam gözlerim dalar mavilere. Ruhum bedenimi zorlamaya başlar; sanki hapishaneden kaçmak isteyen bir mahkum. Zincire de vursam kar etmez o vakitten sonra… Bir kuş gibi kendini acıtma pahasına da olsa çırpınır durur bedenimde.
Yanımda oturanların gözlerinin içine bakarım önce… sonra bir bir geçer gözümün önünden sahneler…usulca kalkarım oturduğum sandalyeden. “Gel” diye çağıran martılara yaşar adım giderim…
İliklerime işler suyun soğukluğu, titrerim… ve kulağıma çalınan, onlarca kişinin dudaklarından dökülen “neden?” sorusu yavaş yavaş kesilmeye başlar. Şaşkın bakan yüzler silinir gider; işte o vakit suyla bedenimin tangosu başlar…. Bırakırım kendimi suyun ellerine. Dudaklarımdan dökülen birkaç kelime; “hadi götür beni kimsenin bilmediği kıyılara, vur bedenimi kahpe kurşunlarla… ben razıyım hangi kıyı olursa…”
Bazen de en kalabalık caddelerde dolaşırken, yalnızlığımın peşi sıra takibinden sıkılırım… önce arabaları incelerim… acı çığlık hangisinden gelir acaba?... kırmızı olsun rengi…
Kalabalığın oluşturduğu halka ve şoförün şaşkın bakışları… “birden çıktı karşıma, ben bir şey yapmadım…” kulağıma gelen öznesi ya da tümcesi eksik cümleler; “ ambulans… , ... öldü mü…?, nabzı……, …almıyor…, …kan…
Gazete manşetleri gelir gözümün önüne; kimliği henüz belirlenemeyen bir kadın, karşıdan karşıya geçerken feci şekilde can verdi…
Ya da Haydarpaşa’da kopar kasırgalar. Uçuşan saçlarıma engel olmak istercesine başımı saklarım avuç içlerime. Yağmur çiselerken yerdeki demir parçalarının üstüne, çıplak ayaklarıma batan çakıl taşlarına aldırmadan yürürüm. Uzaklardan gelen kömür kokusunu çekerim içime.
Neden ağlıyorum ki sanki? Canımın acımayacağını biliyorum… ben zaten ölmüştüm… hani sen canımdın… şimdi canım yok ki benim…
Gözyaşlarım dudaklarımdan süzülmeye başlar. Karşıdan gelen trenin çığlıkları tırmalarken kulaklarımı, annem gelir gözümün önüne. Son sözlerimi tamamlarım;“söz veriyorum anne artık kimse beni üzemeyecek… artık küçük kızın, hiç ağlamayacak…”
Sonra diner fırtına…
Saçlarımı okşayan bir el; gözleriyle, çok uğraştırdın bizi der gibi bakarken “iyi misin şimdi?” diyor. “dur bileklerini biraz gevşeteyim.”
Sanki dudaklarım mühürlenmiş; ağzımı açamıyorum. Kollarım da çok acıyor… Üşüyorum, sen yoksun…
Şimdi…
Çiğ tanesi kadar soğuk düşlerim... ellerim tebeşir tozu beyazlığında... yağmur olup toprağına düşseydim; acımadan basardın üstüme... sen basmadan ben gömüyorum kendimi soğuk toprağa... vakit geç oldu istersen gelme.
YORUMLAR
Bilir misin içimdeki fırtınaları? Bilir misin beni günde kaç defa nerelerden nerelere sürüklediğini? Bilemezsin… nerden bileceksin ki? Çünkü sen hiç biz olmadın ki… Ben baştan ayağa senken, sen tırnak ucu kadar bile ben değildin…
tebrikler...
güzel bir yazıydı okuduğum
''bir delinin kaleminden..''
''-akıllı olup taş taşıycaksan yüreğinde; deli ol arkadaş kaybetme seven yüreğini...''
efsun dalya
taşıyabileyim diye
aklımı bıraktım onun yüreğine...
ilgi ve özeninize çok teşekkür ederim...
Son derece akıcı,bir o kadar da net mesajlar içeren ve final cümlesi ile son noktayı koyan bir yazıydı.Yüreğinize,kaleminize sağlık...