Boşlukta Bir Yolculuk
Yüreğime bir sancı giriyor.Dar geliyor artık dünyaya açılan pencerem.Bilgisayarı kapatıp arkaya uzanıyorum.Esniyorum,belki olduğum yerde uyuya kalırım diye…Ama olmuyor.
Eve gitmem gerek,düşüyorum ıslak yollara.Saat akşamın beş buçuğu.Dolmuş durağına giderken yüreğim bin bir çalıya dolanıyor.Kendimi denize düşmüş gibi hissediyorum, sırılsıklam…
Ve nihayetinde beklenen araba geliyor,biniyorum kayıtsızca.İçerisi tıklım tıklım yine. Evine erkenden gitmek arzusunda olan insanların oluşturduğu bir et yığınından başka şey ifade etmiyorlar bana.Aslında ben de biraz şaşırıyorum bu hissettiklerime. “İnsanlıktan mı uzaklaşıyorum ne?” diyorum kendime. “Yabancılaşıyor muyum insanlara?”.Kafamı sallıyorum düşüncelerime. Sonra da parayı uzatıp veriyorum “Bir öğrenci” diyerek.Evet,bir öğrenciyim… Hep bir öğrenci olacağım hissine kapılarak defalarca yankılanıyor bu küçük cümlecik aklımda. “Bir öğrenci,bir öğrenci,sadece bir öğrenci…” Yaşadığım sürece asla büyüyemeyecekmişim gibi geliyor bana, önümde hep bilinmesi gerekecek bir sürü şey olacak ve ben hep bir öğrenci olacağım…
Saçlarını altın sarısına boyatmış,son derece süslü bir kızın yanına oturuyorum.Telefonda birisiyle konuşuyor geldim geleli.Ne kadar da neşeli Allah’ım… Bu kadar neşeli olduğumu hiç hatırlamıyorum ben.Bir coşku seli, bir sevinç… Haklı olarak kız dikkat çekiyor ve bir süre sonra yarı mahcup yarı sessiz konuşmaya başlıyor telefondakiyle.“Neden bu kadar mutlu acaba,çok sevildiği için mi yoksa çok güzel olduğu için mi?”.“Yok.Hayır.O kadar güzel değil” diyorum kısık sesle. Asla bilemeyeceğim bir şey daha işte,ama merak etmiyorum bu sefer…
Etrafı seyrediyorum.Cadde arı yuvası gibi,vızıldayarak bir sürü araba geçiyor solumuzdan. Ve kaldırımlarda da bir sürü kol kola çift…Her yanda sevgililer ve hepsi benim inadıma mutlu bugün.Hepsinin gözleri ışıldıyor,genç olmanın, hayatı yaşıyor olmanın hafif sarhoşluğu ve baygınlığı var gözlerinde.Bir yerlerde okumuştum,insan hissettiği yaşta olurmuş.Hak veriyorum sözlerine.Ve bir “Of ” çekiyorum derinlerden.Sanki içimde ki bir şeyleri dışarı çıkarmaya çalışıyor gibi,sanki canımı yakan bir şeyi…Yanımda ki kız bu “Of”lamam üzerine suratıma bakıyor bir an. Ben de başımı ona çeviriyorum refleks olarak. Yapay sarı saçlarına,boyadan göremediğim tenine bakıyorum ifadesiz. Erkeklerin duygularında şeffaf olmadığı ibaresi geliyor aklıma.Ve bunu kendilerini olmadıkları şeylere,şekillere çevirip türlü maskeler takıp bu maskelerle aşklarını pazarlayan bir topluluğun söylemesi ironisiyle gülümsüyorum boşluğa. Kız da bana gülümsüyor ve konuşmasına devam ediyor. “Yine oldu diyorum” içimden. Yine yanlış anlaşıldım. Onbeş saniye öncesi için bana ne zaman vardı ne mekan ne de o kız…Boşluğa,hiçliğe gülmüştüm ben her zaman ki gibi…
İçeriye bakıyorum, yaşlı bir bey amca ayakta kalıyor dolmuşta. Yer veren kimse yok ben de dahil. “Gerçi çok uzağımda dede, en köşedeyim ben” diyorum kendime.Fakat yine yarı isteksiz yarı mahcup ayağa kalkmaya yelteniyorum amca için.Tam o sırada bir kız benden önce davranıyor ve yer vermek istiyor amcaya. Amca “Yok kızım,şimdi ineceğim ben zaten” diyor. Zaman geçiyor,amca inmiyor bir türlü,kimse de bir şey demiyor…
Akıp giden hayata bakıyorum her şeyi bırakıp.Yıllarımın geçtiği şehri süzüyorum sanki ilk defa görüyormuş gibi.Harcadığım yılların resimleri geçiyor önümden,sinemadan farksız bana. Ama beğenmiyorum bir türlü…
Dört bir yana renkli ışıklar saçmışlar cadde boyu.Parlak,göz alıcı,rengarenk ışıklar…Ve bir o kadar sahte…Ve soğuk….Buz gibi adeta…İçim titriyor boşluğu gördükçe…Güneşi,ayı bırakıp bu plastik bozması şeylerde mutluluğu aramak,vitrin önlerinde yaşamak, onlara bakıp hayal kurmak…Hayallerde yaşamak… Solacağını bildiğin bir çiçeğe aşık olmak kadar iğrenç ve kahredici! Ölümü özlemek gibi adeta… Vitrin insanları ve onların asla gerçek olmayacak pembe hayalleri… Sanırım benim cehennemim böyle bir yer olurdu…
Dolmuşun içi giderek tenhalaşmış gibi geliyor gözlerime. En önde oturan yaşlılar ve ayakta ki amca çoktan inmiş gibi, içerde orta yaşlı birkaç kişi ve bir de serseri genç grubu var,o kadar.
Sonra yanımdaki kıza bakıyorum,bilmem neden, o da somurtmaya başlamış benim gibi.Telefonun ucundaki ses aynı halbuki,uzaktan az da olsa duyuluyor.Eski neşeli sesinin yerini sorgulayıcı ve yarı kırgın bir ton almış. Kıza bakıyorum,omuzları düşmüş, sanki bir kabuğu varmışta çekilmeye çalışıyor gibi.Sanki yükseklerden düşmüş gibi…Evet, bu o his,iyi bilirim ben o hissi.Ne kadar yüksekten düşerseniz o kadar acır…Ve tekrar uçamama ihtimaliniz o kadar da artar…Bu kızda,kim bilir kimler çelme takmıştı da düşmüştü şimdi,az evvel ki bulutlarının üzerindeki camdan sarayından. Onun bu halini görünce bir an yüreğim kabarırmış,sanki konuşurmuş gibi oluyor.Fakat hemen susturuyorum onu…Zorundayım da.Çünkü o ne zaman konuşsa,dalgaları ruhumun duvarlarına kadar dayanıyor,onları zorlayıp zaten delik deşik zırhımı daha da eskitiyor daha da yıpratıyor.Aynı suların yükselmesi gibiydi onun konuşması,ay ne zaman parlasa,ay ışığı ne zaman yağsa bir sağanakla yeryüzüne, kabarıp tüm karalarımı yutuyor, ve avunup geri çekilince, kalan enkazlarımı toparlamak,ruhumun hudutlarını tekrar çizmek yine bana hep bana kalıyordu.O yüzden susturmuştum onu.Ve yine o yüzden duvar gibiydi yüzüm. İfadesiz ve hissiz…
Dolmuş son sürat yol alıyordu.Bazen duraklarda durup yolcuları indiriyordu, pek binen yoktu bu sefer.Bir kaç genç ve bu saatte dışarıda gezdikleri için biraz kınadığım birkaç çocuk sadece.
Birden yanımdaki kız çat diye telefonu kapattı. ve şoföre yarı ağlamaklı “İnebilir miyim?” dedi.Sesi o kadar buruk o kadar üzgündü ki ben dahil dolmuşta ki herkes kıza baktı.Şoförde kıza baktı ve aynı anda arabayı yavaşlatmaya başladı ve durdu.Ardında da kız indi. İnerken göz göze geldik ikinci ve son kez. Yalnız bu sefer çok farklıydı, çok acı çekiyordu, yüzünün her nakışından belliydi bu.Anlaşılan çok çok yükseklerden düşmüştü yıldızlara ait olmayı beklerken. Ama bomboştu göz bebekleri, tıpkı benimkisiler gibiydi şimdi…Ve devam etti otobüs…
Kim bilir belki parlak güzellik tacı ezilmişti tozlu,çamurlu ayaklar altında.Yada benim gibi kutbun en ortalarına atılıp unutulmuştu kullanılmış eski bir eşya gibi.Bilemezdim,asla bilemeyecektim.Aşk zafer kazanılacak bir savaş değildi ne de olsa…Sadece aramaktı,aramak, aramak…Ve boşluğa yalvarmak…Nefret etmek bazen de…En çokta buna şaşırırdım zaten. İnsan nasıl deliler gibi aşık olduğu bir insandan bir anda sanki doğduğundan beri nefret ediyormuşçasına tiksinebilirdi ki?Nasıl kin bileyebilirdi? Cevabını bulmam bana yıllara mal olmuştu,ama bulmuştum sonunda.Isınmak için olmalıydı bu… Isınmalıydı insan….Evet,tek cevabı buydu.Yüreği aşk ateşinin sıcaklığına alışmıştı çünkü.Birden o ısındığı ateş gidince yapayalnız,çırılçıplak hissederdi insan kendini. Donardı soğuktan… Umutsuzca yapay güneşlere,yapay mutluluklara sarılırdı. Örneğin spot ışıklar en çok onun gözünü alırdı.En çok o bakardı vitrinlere. En çok yemeği o yerdi yada en çok o dışarı çıkmazdı. Çünkü temmuzun ortası da olsa en çok o üşürdü…
Ama ısınmalıydı işte bir şekilde,o da nefret ateşini seçerdi mecbur.Büyük nefretlerden büyük aşklar,büyük aşklardan büyük nefretlerin doğması… Tek sebep vardı ,aşkında nefretinde aynı şeyden yapılmaları…Ateş…İkiside sahibini yakardı…Yada yüreğini sıcak tutardı.Ancak ateşin sahibi bilebilirdi ateşin büyüklüğünü.Başkalarından nefret eden insanlara bakın,en çok kendilerinden nefret ederler aslında.Ve en çokta onlar yalnızdırlar,dışarıda olmasa bile,kendi içlerinde…
Fakat ben herkesten farklı olarak boşluğu seçmiştim.O yüzden boşlukla konuşurdum,boşluğa susardım.Boşluğaydı tüm sözlerim…
Ve işte en sonunda şehrin boğucu ışıklarından kurtulmuş,eve çok yaklaşmıştım.Benden ve önümde oturan çocuklardan başka kimse yoktu şimdi minibüste.Birden tuhaf bir duygu kapladı her yanımı.Sanki evren bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.Varmam gereken yere varmıştım artık,inmeliydim.Ayağa kalktım ve kapının önüne gidip “Müsait yerde” dedim.Araba yavaşladı,kapı açıldı.Ve ben ayağımı yere basar basmaz içimden bir ses “işte şimdi sen de öldün,buraya kadarmış” dedi. “Öldüm mü?”diye sordum kendime .
Evet,ölmüştüm….En başta yaşlılar,sonra orta yaşlı olanlar,gençler ve en son da ben…Devam edenlerde vardı kuşkusuz,nerde ineceklerini bilmiyordum.Ama er geç ineceklerdi nede olsa…
Ne garip tesadüf dedim kendime,sonra da tesadüfe şimdiye kadar hiçbir yerde tesadüf edilmediği gerçeğiyle kendi söylediklerime güldüm.Garip bir duygu sarmıştı her yanımı.Bir an için o otobüs zaman yada hayat denen kavrama benzedi gözümde,bende yolcusuydum diğerleri gibi. Biz sonlu bir yolculuğa çıkmıştık ve ben asla ineceğimi düşünmedim.Sadece izlediğimi fark ettim,sadece seyrettiğimi… Ve o kısacık anlar… Yirmi beş dakikalık ömrümde aşkla kanatlanıp daha sonra düşen insanları görmüştüm,ineceğini bildiği için koltuklara,geçici rahatlıklara yüz vermeyen insanları…Bir an için yaşayıverip sonra inerek ölüveren bir sürü insancığı…Tek farkı vardı hayattan,burada nerede ineceğinizi siz seçiyordunuz,fakat şurası kesindi, bir gün inecektiniz…Ve bende inmiştim sonunda kaldırımlarda kendimi seyrederek…
Arkama döndüm.Otobüse bindiğimde ki sancı yine ele geçirmeye başlamıştı beni. Çevreye baktım.Her yerde kupkuru zayıf ağaçlar vardı.Ve bu ağaçlara salıncaklar kurmuş bir sürü yalnızlık…Rüzgarın ufak bir kıpırtısında hepsi dile geliyor,sallanıyor,bana “Hala buradayız” diyorlardı. Şaşırmadım, gökyüzüne çevirdim gözlerimi.Beklediğim gibi oradaydı…Ay ışığı…
Gözlerim dolmaya başlamıştı. Her zaman hüzünlendirirdi beni ay ışığı.Çünkü hep kendime benzetirdim onu.O da benim gibi asıl parçasından zorla sökülüp alınmıştı,yani dünyasından… Ama bir türlü çekip gidememişti onun etrafından.Hep onun etrafındaydı,hep onu görürdü, ama dönemezdi sırtını ona,çekip gidemezdi.Ya da yaklaşamazdı asla.Boşluktaydı benim gibi.Boşluğa yürür,boşluğa konuşurdu. Boşlukta asılı dururdu.Zırhı yoktu,asırlar önce çoktan kaybetmişti onu. Olanda asla yetmezdi. O yüzden delik deşikti yüzü…O yüzden bakışları ifadesiz ve renksizdi …Kalbinin her atışı buz gibiydi…Ve beklide bu yüzdendi, aynalara küsüşünün hikayesi …
Eve doğru yürümeye başladım,ben mi yürüyordum yoksa ayaklarımın altından yer mi kayıyordu, bir türlü anlayamıyordum.Anlamıyordum artık hiçbir şeyi… Sadece o derin boşluk vardı her yerde.Yüzyıllık boşluk…
Sonra eve geldim,kapıyı tıkladım.Ve sahte bir gülümseme koydum yüzüme mutluymuş gibi…