SOLDAN-SAĞA YUKARIDAN-AŞAĞIYA İKİ HARFLİ
SOLDAN-SAĞA YUKARIDAN-AŞAĞIYA İKİ HARFLİ
Annesinin bulmaca merakı, Ali’yi de sarmıştı. Ama O’nun kadar başarılı ve çabuk değildi. Annesi, neredeyse bütün kutucukları doldurur, ertesi günkü gazeteyi beklerdi. Ali, çabuk sıkılır, bilemediği soru için pek kafa yormazdı. Takıldığı noktalarda da annesine sorardı.
---- Kaç harfli?
Derdi annesi…
Sonunda çoğunlukla da cevabı bulurdu.
Bir gün bulmaca çözerken, yanıtı iki harfli olan bir soru ilişti gözüne… İlkel benlik… İlk kez duymuştu. Başvurulacak merci annesiydi. Bu kez “Kaç harfli ?” demeden yanıtı “şak” diye yapıştırdı.
---- İd.
Kutucuklara yazdı. Gerçekten de yukarıdan aşağıya gelen sorunun yanıtıyla da çakışıyordu. Bulmacadaki bu soru, daha sonraları çok karşısına çıktı. Hala da bulmacaların değişmez iki sorusundan biridir. İlki “eski dilde su”, öteki ise, “ilkel benlik”, yani “İd” dir.
Psikoloji öğretmenleri Tahsin Bey, bir Freud hayranıydı. Ders programını hızlıca geçtikten sonra, kalan zamanı içinde, Freud ve kuramı hakkında bilgi verirdi sınıfa… Nedense o dönem öğretmenlerinde, hep daha fazlasını, farklı olanı anlatmak gibi bir çaba vardı. Felsefeci Fikret, Matematikçi Perihan da olduğu gibi… Daha sonraları düşündükçe, bunun hiç de kötü bir şey olmadığını, hatta bazı ilgi alanlarını, o günkü öğretmenlerinin bu tavrına bağladı. Mitolojiye olan ilgisinin nedeni, Felsefeci Fikret Bey’di örneğin… Tahsin Bey, dersten arta kalan zamanında başladı Freud’dan döktürmeye:
---- Çocuklar… İnsan ruhu, üç bölüme ayrılır. Bu üç bölüm, kişiliğimizi oluşturan temel unsurlardır. Bunlardan ilki: “ İD” dir.
Dediğinde, içinden “ İlkel Benlik” diye geçirdi, Ali..
. ---- “ İd” doğuştan gelen ilkel benliğimizdir. Hazlarımızın doyumu üzerine çalışır. İd, hiçbir sosyal baskıyı tanımaz. İsteği anında yerine getirilmelidir. Yemek, saldırmak, cinsel dürtüler bunlardan bazılarıdır. Özellikle karşı koyulmaz cinsellik, “ İd” denen ilkel benlikte yatar. Bir bakıma hayvansı dürtülerimizdir.
Diye devam edip, zil çalana kadar anlatmayı sürdürdü. Bulmacalarda karşısına çıkan sorunun cevabını, Tahsin Bey tüm ayrıntılarıyla anlatmıştı. “İd” sadece ilkel benlik olmayıp, cinsel uyarılarını haddinden fazla kabartan, hayvansı bir dürtüymüş. “ Boşuna değil, hayvanlar ortalık yerde kimseyi dert etmeden bu işi yapıyorlar…” diye düşündü, gülümseyerek… Hayvansı cazibe ve istek buydu demek ki… Aynı hayvansı istek nedense Ali’nin de yakasını pek bırakmıyordu. Sadece O’nu değil, bütün arkadaşlarını da etkisi altına almıştı. Ya onlar ilkeldi ya da bu “id” denen meret, sülük gibi yapışmıştı bir yerlerine... O yaşlardaki bu hayvansı yapıları, aslında, annesinin bulmacada cevabını verdiği “idin” yüzündenmiş.
Vay “id” vay!
Ali ve yaşıtları gibi pek çok kişiyi esir aldığının farkında olmalılar ki, Yeşilçam’ın bütün yapımcıları, kolları sıvayıp, “Milletin İDİ kabardı. Bu işte çok para var…” dercesine, durmaksızın seks filmi çekmeye başladılar. Türk Sinema tarihine bakıldığında, bu dönem “Seks Filmleri Furyası” başlığı altında geçer. Tüm yurt sathında, binlerce sinema işletmecisi de, bu gidişe ayak uydurunca, salonlar “idini koparan” kişilerle dolup taşmaya başladı.
Komşuda pişen, Ali’lere de düşmüştü. Şehirlerinde kısa bir zaman içinde dört tane, bu türden sinema peydah oluverdi. Önlerinden geçerken, asılı olan afişler, gençlerin ilkel benliklerini ortaya hemen çıkarmalarına yardımcı oluyordu. Bunların başında geleni de Doğan Sinemasıydı. Lise yıllarının mihenk taşlarındandı Doğan Sineması… Özellikle Cuma günleri, iki haftada bir, arkadaş grubu olarak toplanır, hep birlikte giderlerdi. Zaten tek başına gitmek oldukça riskliydi. Zira sinema salonu “idler” den geçilmezdi.
Kendilerini hayvansı ve ilkel hissettikleri bir Cuma günü, Doğan Sineması’na gitmeye karar verdiler. Yeterli çoğunluğa ulaşamadılar o Cuma… Kala kala Nail ile Ali kaldı. “İki kişi tek kişiden iyidir…” diye düşünüp, sinemanın yolunu tuttular. Biletleri alıp salona girdiklerinde, film başlamıştı. Matine, suare diye kavramlar yoktu. Afişlerin altında “Devamlı” yazan bir uyarı olurdu. Anlayacağınız iki film, arka arkaya dönüp giderdi. Sabah gir, akşam çık… O yüzden filmin ortasında girseler bile, nasıl olsa filmin başını bir daha dönüp geldiğinde izleyebilir ve hiçbir şey kaybetmezlerdi. Cuma günü olduğu için çok kalabalık olmamakla birlikte, yine de hatırı sayılı miktarda seyirci vardı. Nail, bu tür ortamlarda daha rahattı. Ali, biraz daha tedirgin ve korkak davranırdı. Sinemada eşten, dosttan tanıdık biriyle karşılaşma korkusu hep olurdu içinde… Koltuklarına oturur oturmaz Nail, yanındaki adama dönerek usulca:
--- Parça koydular mı? --- Koydular…
Demek ki, sadece Aydemir Akbaş’la, Mine Mutlu’ yu izlemeyecek, Almanca ya da İngilizce olan, bölümler de filmi takviye edecekti…
Bağdat Cadde’sinde son sürat Murat 124 kullanan Aydemir Akbaş, birden sırra kadem bastı. “Parça” diye tabir edilen, alt yazısız İngilizce film daldı beyaz perdenin içine… Sınıfın en iyi İngilizce notuna sahip olan Ali, ancak birkaç sözcüğü anlayabiliyordu.
---- Oh! My God !
Dublaja gerek yoktu. Bu sırada koltuklarda bir hareketlilik, seyircilerde konuya odaklanma hali de görülüyordu. Herkesin “id” inin doruğa çıktığı andı. Beklenen dakikalar gelmişti. Tam görüntülere yoğunlaşmışken, birden salonun ışıkları yandı, film kesildi. Bütün seyirciler:
---- Hooop! Makinist! Demeye kalmadan, kapıların sertçe açıldığını ve kulaklarından günlerce gitmeyecek telsiz seslerini duydu. Basılmışlardı ---- Çıkarın kimlikleri…
Dediğinde komiser, dizlerinin bağı çözüldü…
---- Yaşı tutmayanları ayırın…
Dediğinde ise yanındaki memurlara, Ali, bir an her şeyin bittiğini düşünüp, Nail’e:
---- Kelime-i Şahadet getir…
---- Burada getirilir mi manyak! Çarpılırsın…
Zaten çarpılmışlardı çarpılacakları kadar… Kafasında kodese atılacağı, günlerce çıkamayacağı, üstüne üstlük dayak yiyeceği ve rezil olacağı korkusu giderek arttı. Kimliklerine bakan polis, yaşlarının tutmadığını görünce, Onları da diğerlerinin yanına ayırdı. Kimlik kontrolü bittiğinde, yaşı tutanlar, bir elin parmaklarını geçmiyordu… Baş komiser karşılarına geçip, uzun uzun gözlerinin içine baktığında Ali’nin buğday teni, kirece dönüşmüştü.
---- Bunların hiç mi yaşı tutmuyor? İyice baktınız mı?
----Tutmuyor komiserim.
---- Bu kadar adamı ben nasıl alayım nezarete? Dört otobüs lazım… Zaten sağcıdan, solcudan yer kalmadı ki, dinine yandığımın yerinde…
Dediğinde komiser, biraz içine su serpildi.
--- Defolun gidin hepiniz. Bir daha affetmem!
Dediğinde ise, içinde azat edilmiş bir güvercinin duyacağı mutluluk ve huzur vardı. Koşarak çıktılar salondan. Defolmanın, bir insanı bu kadar sevindireceği başka bir an daha olamazdı. Son “Cuma” olmuştu bu, Doğan Sineması’na gittiği… Kendisine gelene kadar yürüdü. Sonra Nail’den ayrılıp, evin yolunu tuttu.
İçeri girdiğinde annesi her zamanki gibi bulmacanın başındaydı.
Ali’de ise, “İlkel Benlik”’ ten eser kalmamıştı…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.