Tosun Okuyana
- İyi akşamlar sayın seyirciler, bu akşamki “Havanda Su Dövelim, Birbirimizi Sevelim” isimli programımızın konuğu basın camiamızın yetiştirdiği mümtaz kişilik, değerli kalem “Tosun OKUYANA” . Dilerseniz Tosun beyden hayatını kısaca dinlemeden evvel kendisi hakkında bazı genel bilgileri sizinle paylaşalım.
Patagonya basınının yetiştirdiği ender kalemlerden Tosun OKUYANA sivri dili, keçi inadı, dik başı, temiz kalbinin yanında “Alafranga” düşünceleri ve “Alaturka” eylemleri ile aykırı entelektüel bir duruş sergiler. Yaşantısı baştan aşağı fikri mücadeleler ile geçen, Tosun OKUYANA sosyolojik birikimini ve tecrübelerini “Aykırı Aydınlar Okulu” hazırlık sınıfında fahri hoca olarak genç nesillere bilâücret mukabilinde aktararak eğitim alanında da büyük hizmetler vermiştir. Bu çok yönlü fikir adamı “ Nasıl Diskalifiye Olunur, Üç Adımda Gaza Nasıl Gelinir” isimli iki adet makale ve bir adette “Anılar Peşimi Bıraksanıza, Muhitimize Geldik” isimli şiir kitabı olmak üzere toplam üç kitap yazmıştır. (maalesef maddi imkânsızlıklar yüzünden bu kitapları birer adet bastırabilmiştir). Ayrıca “Ye Tatlıyı, Öp Bağdatlıyı” isimli birde kısa metrajlı film çekmiştir (çok kısa, kısacık, 25cm kadar) Hobileri arasında müzik ve spor çok önemli yer tutar. Enstrüman olarak gitar götünden, çok başarılı şekilde darbuka sesi çıkarabilmekte, ilaveten ileri derecede ıslık çalabilmekte ve koltuk altı zortlatabilmektedir. Spor denince “Futbol” vazgeçilmezleridir. (tuttuğu takım yenildiği zaman, üzüntüden kendini kaybedip Latin Amerikanvari çizgisinden bir anda aşağı mahalle çizgisine kaydığı yakınlarınca bildirilmiştir) . Genç yaşlarında Çukurbostan daki toprak sahada amatör olarak top toplayıcılık yapar, daha sonraları Mithat Paşa Stadına transfer olur ve 3 sezon üst üste sezonun en iyi top toplayıcısı seçilir. Mithat Paşa Stadında taraftarın hakeme sevgi gösterileri yaptığı bir esnada kafasına aldığı bir su şişesi darbesi ile genç yaşta spor hayatını noktalamak zorunda kalır. 27 defa Ümit milli, 43 defa A milli futbolcularla fotoğraf çekilmiştir. (Bknz. Meydan Lazus Ansiklopedisi/.cilt1647- sayfa 42936827) Evet, Tosun Bey bu bilgilerin dışında, ııııııı biraz da siz kendinizden bahseder misiniz?
-Efendim sülale olarak çok geniş bir aşiret olan “Okuyanoğullarıgiller” sülalesine mensubum. Sülalenin bu soy ismi nereden aldığı hakkında çeşitli rivayetler vardır, bunlardan en çok kabul göreni şudur. Büyük, büyük, büyük dedem “Şemşi Razi” yedi yaşında başladığı okumayı tam elli üç yaşında sökmüş. Okulda hocası büyük, büyük, dedemi okuma imtihanı ederken, önüne papirüslere yazılmış bir yazı parçası koyar, oğlum Şemsi oku bakim dermiş, dedem daha ilk kelimede bulaştırır yanarmış. Böylece okudu- yandı , okudu-yandı, okudu-yandı diye, diye hoca fıtıktan ölürken bizim büyük, büyük dedenin lakabı da “ oku du- yan dı” dan “okuyan” olarak kalmış ve ondan sonraki nesilde “Okuyanoğullarıgiller” diye anıla gelmiş. Başka bir rivayete göre ilk olarak papirüslerde okumaya başlayan büyük, büyük, büyük dedem “Orhun yazıtları” yazılırken okumayı anca sökmüş. Yıllar boyu “Okuyanoğullarıgiller” olarak anılan sülale, soyadı kanunu çıktığı zaman hem yazılışta hem de söylenişte pratik olsun diye ilk lakap olan “Okuyan” soy isminde karar kılmışlar.
Okumayı çok seven ve çok maceraperest bir mizaca sahip olan sülale mensupları bu yüzden dünyanın birçok yöresine dağılmışlardır. Birkaç örnek vermek gerekirse, mesela Japonya’nın köklü sülalelerinden “Oku-yang” sülalesi de bizim sülalenin bir koludur. Büyük dedemin amcası “Suphi Sipahi” Osmanlının son dönemlerinde “Ertuğrul” firkateyniyle J aponya’ya giden mürettebatın içindeymiş. Suphi Sipahi amca J aponya’da gönlünü bir geyşa güzeline kaptırır ve iç güveysi olarak orada kalır. Dönüş yolunda Ertuğrul firkateyni üzücü bir şekilde battığında Suphi Sipahi amca “ulen kadere bak” diye buruk bir sevinç yaşamışsa da, kendi ömrü de fazla uzun olmamıştır. Bünyesi “suşi” yemeye alışkın olmayan Suphi Sipahi amca yakalandığı bağırsak enfeksiyonu neticesinde kronik ishalden erken yaşta rahmetli olunca oradaki sülale ile bağlarımız da kopmuş oldu. Bir başka büyük dedem “Edip Şuayip” 1900 lü yılların başında Amerika’ya gider ve ilk olarak Washington belediye halinde hamal olarak bir iş bulur. Daha sonraları biraz çalışkanlığı birazda bilek gücü sayesinde kabzımallığa başlar ve kısa sürede Amerikanın en büyük yaş sebze-meyve tüccarı olur. Bir rivayete göre “Washington portakalı” nı Türkiye’ye ilk getiren kendisidir. İtalyan ve Çin’lilerin egemen olduğu hal mafyasının iftiraları neticesinde “armut kasalarında kokain, limon sandıklarında eroin ticareti yaptığı” iddiasıyla idama mahkûm olur, yalnız geniz eti problemi olduğu için cezası idam yerine elektrikli sandalyede infaz edilir ve en verimli çağında aramızdan ayrılmak zorunda kalır. Bu yüzden onlarla da bağlarımız kopar. Şimdilerde torunlarından bir kısmı işleri daha da büyüterek “Okur Frigofrik” isminde Amerikanın en büyük yaş sebze-meyve soğuk hava depolama zincirlerinin sahipleri oldular, bir kısmı ise Lasvegas’a yerleşip kumarhane işine girdiler (övünmek gibi olmasın NBA’daki ünlü Türk basketbolcu Mehmet Okur’da Edip Şuayip amca tarafından akrabamız olur).
Daha sonraları Türkiye’de kalan sülale mensupları “Okuyan” soy ismindeki “yan” takısı yüzünden “Ermeni” asıllı mısınız ithamlarına maruz kalırlar. Çevreden yapılan “mademki Ermeni siniz, çayı demlemelisiniz” sulu şakalarından bıkan büyük dedeler, son olarak soy isimlerinin sonuna bir “a” harfi ekleyerek “Okuyana” olarak değiştirirler ve öyle kalır. Hatta benimde kafamı kurcalayan bu mesele yüzünden, rahmetli büyük dedemle yaptığım bir konuşmada büyük dedeme kökenimizi sorduğumda, oda büyük bir gururla “evlat kökenimiz taa Âdem ile Havva’ya dayanır, kalbini ferah tut” dediğinde içim bayağı rahatlamıştı. (Ula Ermenilerin soyu Muhsin ile Nebahat’a gitmiyor ya, onlarınki de Âdem ile Havva, gene var bu işte bir karışıklık var)
Neyse uzatmayayım, valide hanım bendenize hamile kaldığında, o zamanlar ultrason multrason henüz icat edilmediğinden köyün kocakarıları “e gız sen ikiz doğuracaksın, bu kadar büyük karın olur mu” diye takılırlarmış valide hanıma. Bu söylentiler neticesinde ikiz bebek beklentisine giren hane halkı, doğum neticesinde 9,5 kiloluk bir tosuncuk la(yani bendeniz) karşılaşınca demişler bari bu bebeğin adı “Tosun” olsun ve böylelikle artık basın camiasında bir marka, bir duayen olan ben “Tosun OKUYANA” meydana gelmişim.
-Peki, ıııı Sayın OKUYANA gazeteciliğe nasıl başladınız
-Gelelim gazeteciliğe nasıl başladığımın hikâyesine. Gazeteciliğe ilk olarak Cağaloğlu’nda büyük bir gazetenin bulunduğu hanın çay ocağında garson olarak başladım. Daha sonraları işi bayağı ilerlettim, gazete kâğıtlarından kesekâğıdı yaparak bu alanda tecrübemi artırdım. Gazetecilik hayatımdaki dönüm noktam Reha MUHTAR la aynı yerde askerlik yapmamla başlar. Askerden sonra Reha TRT’nin Atina muhabiri, bende YHA’nin(Yersen Haber Ajansı) Patagonya muhabiri olduk . O gün bu gündür “Patagonyadan Haberler” adı altında dünya kamuoyunu Patagonya hakkında bilgilendiriyorum .(Gerçi Reha daha sonraları bayağı popüler oldu. Ha ben Reha’ya hep Reha derim, malum asker arkadaşıyız ya)
-Buradan Reha beye de selamlarımız yollayalım hah hah haaa. Efendim ıııııııı bugün sizce memleketimizin en büyük sorunu nedir acaba.
- Bu gün memleketimizdeki en büyük sorun ne işsizlik, ne geçim sıkıntısı, ne türban, ne Ergenekon nede siyasi istikrarsızlıktır. Bu gün en büyük sorun ve tehlike kültür erozyonudur. Maalesef memleketimizdeki "kültür erozyonu" tam gaz devam ediyor. Birilerinin sistematik olarak gerçekleştirdikleri bu sosyolojik yıkıma, sağ olsun vatandaş da, "hıyarrrr" diye seslenildiğinde tuzluğu da eline alarak koşa, koşa giderek katkıda bulunuyor. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" amentüsü olmuş toplumun. Yoksa bilmem kaç askerin şehit edildiği bir günde, bilmem kaç yolcunun öldüğü, uçak kazasının gerçekleştiği bir günde veya deprem, sel vs seklindeki doğal afetlerde can ve mal kayıplarının yaşandığı günlerdeki "vur patlasın çal oynasın" anasını satayım, kalan sağlar bizimdir" şeklindeki isteri krizlerini başka nasıl izah edebiliriz. Yahu bir saatliğine bir şeyleri protesto için kapat şu aptal kutusunu Allah aşkına ne olur.
- Iıııı efendim pardon, ehe öhhö.
-Lütfen efendim sözümü kesmeyin, Bu gün "yazılı ve görsel ve hatta kulaksal" (radyolar)basınımızda, yani " elit medyamızda" taşeronlukla ile gavatlık arası bir çizgide bu yıkımın baş aktörlerinden biridir. Mesela bugün "google" de "gazeteler" yazın, sonra ismi lazım değil lokomotiflerden bir ulusal gazetenin adını yazıp ana sayfasına bir bakın, sanki narenciye bahçesi, silikonlu portakallardan, selülitli çanaklardan geçilmiyor
Bütün bunların elbette bedeli, olmalıdır değil mi, tabiî ki vardır. Toplumumuza olan bedeli zaten her gün gazete başlıklarında sekiz sütuna manşet haberlerle "bu kadar da olmaz yahu!" nidaları ile fal taşı açılmış gözlerle okuyoruz. Evet, sadece okuyoruz, anlık öfkeler, meydana sallanmış "...na godumun çocuuu" faili meçhul bir küfür, hepsi o kadar.
-Efendim ıııııı , canlı yayındayız lütfen.
-Kardeşim sözüme kesmesene Allah, Allaaah. Dedik ya bütün bunların bir bedeli, karşılığı var ama herkes için var. İşte o "elit medyamızın” değerli mensupları da karşılığını alıyorlar. 30-40 katlı plazalarda çalışarak, toplum gündeminden, memleket gerçeklerinden uzak, ekmeğin fiyatını bile bilmeden ahkâm keserek, suni gündemlerle, hedef saptırmalarla, nifak sokmalarla, ihaleye fesat karıştırmalarla çarkın tatlı, tatlı işlemesine yardımcı oluyorlar. Bütün bu hizmetlerin karşılığında boğazda bir yalıları olmuş çok mu Allah’ını seversen, apartman dairesi değil ha, yalı, yalııı. Bir araştırsak baksak boğazda hangi gazetecilerin yalıları var. Gazeteci derken gazete patronlarını kastetmiyorum, gazetede köşesi olanlardan bahsediyorum.
Eskiden, fazlada değil canım 20-25 yıl önce basının kalbi İstanbul "Babıâli“ de gazete bürolarının bulunduğu üç beş sokakta atardı. O zamanın gazetecileri maalesef bizim gibi malayani gazetecilerin aksine daha saygın kişilerdi, gerçek bir "ekâbir" takımı. Otobüsle, trenle vatandaşla kıç kıça işlerine gider, gelir, vapurda vatandaşla beraber çay içer, martılara simit atar, ekmeği bakkaldan, yeşilliği manavdan, kıymayı kasaptan alırlardı. Böylece sokağın nabzını harbiden tutarlardı.
- Iıııı bakın Tosun Bey bir reklâm arası verelim, gene devam ederiz
-Bir dakika kardeşim tamamlıyorum. Gün oldu devran döndü, kimileri paraya tamah etti, "borazan gazeteci" olarak, sonradan görme oldu.(En kötüsü de bu galiba), kimileri "maşa gazeteci" olarak kestane kızartma işlerinde kullanıldı, kimileri "tetikçi gazeteci" olarak kuru sıkı tabancalarla hedefi tam on ikiden vurdular vs. Gazeteci gibi gazeteci kalanlarda hala içlerinde kalan ukdeleriyle sürünmekteler. Yoksa kerizliklerine yansınlar mı demeliydim.
- Iıııı evet sayın seyirciler ııııııııı , şimdi reklamlar, sakın bizden ayrılmayın
***********************************************
-Lan oğlum nerden bulup getirdiniz bu öküzü konuk olarak, sıçtı batırdı ortalığı şerefsiz, nasıl toparlayacağız şimdi battık vallahi
-Efendim öğleden sonra “Osuruktan Tayyare, Selam Söyle o Yâre” konulu bir söyleşiye katılmış. Orada rakıyı fazla kaçırmış, anlayacağınız sarhoş, kendinde değil.
-Ne yapacağız şimdi.
-Önemli değil efendim, takip ettirdik reyting oranımız sıfıra yakınmış zaten, vatandaş bu saatte “Patagonya Malı” isimli yerli diziyi izliyormuş. yırttık, yırttık
- Vay mallar vay
Not: Yukarıdaki adı geçen şahıslar ve hikâye tamamıyla hayal ürünü olup, karakter isimleri sadece benzerlikten ibarettir. (Reha Muhtar hariç)
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
Kelime ve cümle dizaynın gerçekten mükemmel. Argoları saymazsak sanat resmen...Bence siz Profesyonelsiniz yazım konusunda, sadece çaktırmıyorsunuz. Hep geç okuyorum ama malesef...
Umarım bir sonrakini kaçırmam...
Selamlar.
Ağyar
Bakın Aynur hanım fazla şişirmeyin sonra şımarırım haa ;)
Eyvallah, çok teşekkürler aralarınızda olmak yetiyor.
Saygılar, selamlar
"Anılar peşimi bıraksanıza, muhitime geldik " şiir kitabını googleden araştırdım yokkkk.Ayyy sahi hayal ürünüydü değil mi? Boşuna mı araştırdım şimdi ben :)))
Konuyu anlatımınız ve bulduğunuz isimlere bayıldım...
Emek verilmiş.Yüreğinize sağlık.
Sevgi ve saygı ile
Ağyar
Hakkınızı helal edin, telafi ederiz kısmetse çıkartırız bir şiir kitabı ;)
Değerli yorumunuz için çok teşekkürler, sağolun
Saygılar, selamlar
senin gibi yorumu herkes yazamaz....bu bir yetenek.....senin yorumunla ben çok mutlu olanlardanım..... şiir ve yazılarında bulunman beni çok onurlandırıyor.....senin tarzında bir başka.... taklidi mümkün değil.....bu yazınla beni çok mutlu ettin.....selam güldürürken düşündüren adam saygılarım daimdir bilesin....
Ağyar
Fırsat buldukça bizde sizleri takip etmeye çaışıyoruz zevkle. Sizler gibi ekabirlerden övgü almak bizleride mutlu ediyor. Tekrar teşekkürler
Selamlar
Bütün isimler böyle mi alındı acaba? Rahmetli dedem bir soyad almış, babam ve amacalarım bu ismi yıllarca kullanmışlar ve amcamın biri sonunda sıkılıp mahkeme kararıyla soyadını değiştirdi. E ben şimdi, amcamın, amcam olduğunu nasıl ispat edeceğim. Yazınızı okuyunca bu konu tekrar aklıma takıldı da.
Öteki anlattığınız konularda çok güzeldi. Hangi gazetecinin yalısı var, bak şimdi ben de merak ettim iyi mi...
sevgilerimle...
Ağyar
Teşekkürler, saygılar
Selamlar
Hem güldürdünüz, hem düşündürdünüz. Kurgunuz ve sunuşunuz çok güzeldi.
Tebrik ederim.
Ağyar
Başarılar, selamlar
büyük bir keyifle okudum isimler hayal ürünü diyorsunuz ya vallahi billahi hayal değil ,neden , karşıma dedemi oturturum bazen hoşsohbet etmeyi çok severım onunla anlat derim dedecum bizim soy ağacımızı ,vay anam nerden gelmişiz nerelere gitmişiz ilkyıllardaki soyisimlerimiz nasıl kollara ayrılmışız bir kısım akrabalar bir yerlere uçup gitmiş bir kısımları ise başka yerlere kimizim kalmış arazide kimimiz satıp gitmiş başka köylere .
Ve ironik biçimde günlük hayat kesitlerini anlatmış bize gazeteci tosun paşa ,keyif aldım toprak yazınızdan ,kalem kendini sıkmayınca özgür bırakınca ne güzel şeyler ortaya çıkıyor samimi olduğu gibi içimizden bizlerden ..
lacivertiğnedenlik tarafından 4/28/2010 11:40:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ağyar
Eyvallah sevgili kardeşim, çok sağol, teşekkür
Selamlar
Hıı Tosun Okuyana benim beğenerek takip ettiğim ve görüşlerine ayrıca değer verdiğim bir yazardır. Her ne kadar kitaplarının birer adet basıldığı söylense de korsan basımı iki üç tanedir ve bir tanesi de bendedir.
“Havanda Su Dövelim, Birbirimizi Sevelim” isimli programda kaçırmadan izlediğim bir program. Bunca çarpıklık içinde de bu program en iyisi tavsiye ederim.
Ağyar
Haberin olsun yeni kitabıda yoldaymış biliyormusun. Kitabın ismimi ne, dedim ya "yolda" diye. :)
Eyvallah sayın N.B.Ç.
Alakan ve yorumun için çok teşekkürler
Saygılar, selamlar
İsmet bey, bir çok güncel olayı, ya da medyada yer alan, izlerken sinir bozan olayları mizahi bir dille çok güzel anlatmışsınız.Siteye girince önce yazınız gözüme takıldı.İyi ki önce sizinkini okumuşum.Sabah sabah yine güldürdünüz.
Tebrikler,bence günün yazısı, saygılarımla.
Ağyar
Gülüyoruz ama, galiba sinirden gülüyoruz. Yanılıyormuyum
Saygılar, selamlar
handan akbaş
YİNE AYNI ŞEY.
Sabah sabah gülmekten kırdın....
İsime biraz daha az takılsaydın ve yazıyı azıcık daha kısa tutsaydun harika olacaktı.
Tosun okuyan'a bunca uzun yazıyı bu saatte okuyacak okuyucuyu nereden bulacağız.
İsmet kardeşim; çok renkli ve harika bir anlatımdı.Emeğinize sağlık. Saygı ve selamlarımla.
Bir kaç defa on numara vermek lazım bu yazıya.
Çizginden ayrılma. Şu ikide bir " Küçük bir aramız var, onu verelim, yine birlikteyiz. Bizden ayrılmayın." Diyenlere ben de gıcık gidiyorum.İyi bir konuyu kurcalamışsınız.
Ben her zaman kafadan senin yazını günün yazısı diye onaylarım. Soyumuz Hz. Ademe dayanıyor diye babamın oğlu değilsin.
Uslubundan dolayı beğeniyorum.
Madem ki beğeniyoruz
10 Numara
Veriyoruz.
Baki selamlar.
Engin Tatlıtürk tarafından 4/28/2010 8:30:30 AM zamanında düzenlenmiştir.
Engin Tatlıtürk tarafından 4/28/2010 10:37:20 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ağyar
Uzunluğundan şikayet ediyorsun, biliyorum bizim memlekette araya parça koymazsan uzun yazı hiç çekilmez. Lakin bu konuda o kadar çok malzeme varki ortada anca bu kadar kısaltabildim.
Selamlar
Not: Arayi açma :)
Bu gün memleketimizdeki en büyük sorun ne işsizlik, ne geçim sıkıntısı, ne türban, ne Ergenekon nede siyasi istikrarsızlıktır. Bu gün en büyük sorun ve tehlike kültür erozyonudur. Maalesef memleketimizdeki "kültür erozyonu" tam gaz devam ediyor. Birilerinin sistematik olarak gerçekleştirdikleri bu sosyolojik yıkıma, sağ olsun vatandaş da, "hıyarrrr" diye seslenildiğinde tuzluğu da eline alarak koşa, koşa giderek katkıda bulunuyor. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" amentüsü olmuş toplumun. Yoksa bilmem kaç askerin şehit edildiği bir günde, bilmem kaç yolcunun öldüğü, uçak kazasının gerçekleştiği bir günde veya deprem, sel vs seklindeki doğal afetlerde can ve mal kayıplarının yaşandığı günlerdeki "vur patlasın çal oynasın" anasını satayım, kalan sağlar bizimdir" şeklindeki isteri krizlerini başka nasıl izah edebiliriz. Yahu bir saatliğine bir şeyleri protesto için kapat şu aptal kutusunu Allah aşkına ne olur.
Sizi kutlarım bazı değerlerimizi ciddi ciddi çiğniyor, eziyor ve kaldırıp atıyorlar. Toplum ise kör, sağır ve ahraz modunda sanki uyuşmuş gibi tepkisiz bakıyor. Seviyesizlik sanki Türk Toplumunun Seviyesiymiş haline getirmeye çalışılıyor. Saygı, sevgi ve ortak değerler nereye gidiyor, Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur ama kafaların durumu vahim...
Anormal olan normal, delilik olan akıllık, bozuk olan şeyler düzgün gibi lanse edilirse çoluk çocuk gençlik neyi örnek alacak değil mi?
Güzel bir konuya temas etmişsiniz ve renkli bir anlatımdı. Emeğinize sağlık. Saygı ve selamlarımla...
Ağyar
Rahmetli Cem Karaca'nın bir şarkısı vardı "bindik bir alamete gidiyoz kıyamete" diye. Ne diyeyim Allah sonumuzu hayretsin :)
Saygılar, selamlar