İlla Edep
“Edep bir taç imiş nur-u Hüda’dan;
Giy ol tacı, emin ol her beladan.”
İyi ahlak, incelik, terbiye anlamına gelen edep, günümüzde özellikle toplum hayatımızda eksikliği hissedilen önemli bir haslettir.
Hayatın âdeta özeti olan bu kelime (Arap harfleriyle yazıldığında), üç harften oluşuyor: Elif, dal ve be (e, d, b). Hacı Bektaş Veli ve onun yolunda giden (Bektaşi) lere göre bu üç harf el, dil, bel kelimelerinin baş harfleridir. “e” harfi el; “d” harfi dil; “b” harfi de bel’in sembolüdür. Dolayısıyla Bektaşi dervişleri edebi “Eline, diline, beline sahip olmaktır.” şeklinde yorumlamaktadır. Zaten kötülük yapmak isteyen bir insan ya eliyle çalar çırpar, vurur, kırar hatta öldürür ya da diliyle insanlara hakaretamiz sözler, kötü sözler söyler. Kalpleri kırar, insanları incitir. Eğer ar, namus yoksunu ise yaptığı ahlaksızlıklarla cinayetlere kadar varan vahşetlere sebebiyet verir. Öyleyse Bektaşi dervişlerinin ifadesine göre eline, diline, beline sahip olanlar artık kötülük yapabilme özelliklerini de kaybederler ve âdeta melekleşirler. Yunus Emre, şöyle diyor:
“Dövene elsiz gerek,
Sövene dilsiz gerek,
Derviş gönülsüz gerek,
Sen derviş olamazsın.” Şairin ifadesiyle mükemmel insanlar, edepli insanlar elini veya dilini, amacına uygun işlerde ve sadece iyilik yapmak, insanlara faydalı olabilmek için kullanmalıdır. Dövmemeli, kötü söz söylememeli, insanları kırmamalı, incitmemelidir. İnsan olmanın en önemli gereklerinden olan, hayatın en önemli ayrıntısını teşkil eden ve gönül dünyamızın eğitimiyle de alakalı olan edep, müspet ilimlerin öğretildiği, dimağların eğitildiği okullarımızda genç gönüllere mutlaka işlenmeli ve edepli bir nesil yetiştirilmelidir. Ancak şairin dediği gibi:
“Bir insanda yok ise haya ile edep;
Neylesin ona medreseyle, mektep.”
* * *
Nitekim tahsil, cahilliği giderir ama edep öğrenmek için tasavvufi anlamda bir eğitim, yani “gönül eğitimi” gereklidir. İyi bir insan olabilmek için bilim öğrenmek, fen öğrenmek; üniversite bitirmek, diplomalar almak yeterli değildir. Asıl önemli olan insani değerleri kazanabilmektir. Beynimizin süsü ilim; gönlümüzün süsü ise edeptir. Edep yoksunu insanların ilimle mücehhez olması aslında hiçbir anlam ifade etmez. Nitekim şair, bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
“Girdim ilim meclisine eyledim ilmi talep;
İlim geride kalmış illa edep illa edep.” İlim, edep ile tamamlanmalı hatta ilimden önce edep öğrenilmelidir. İnsanda edep olmalıdır çünkü onsuz hayat, anlamsızlaşır. Kaygusuz Abdal’ın sözleri de çok ibretlidir:
“Edepli ol can isen
Hakk’ı bil insan isen
Müştak-ı sultan isen
Var edep öğren, edep.”
* * *
Eski toplum hayatımızda önemli bir yeri olan dergâhlar, gönüllerin eğitildiği mekânlar olarak bilinirdi. Edep çok önemsendiği için dergâhların girişinde, dervişlerin kolaylıkla görebileceği bir yerde ve tablo hâlinde, gönül erlerinin âdeta bir sloganı olan “Edep ya hu” sözü yazılır ve asılırdı.
Hz. Mevlana “Edep, edepsizlerin edepsizliklerine, kabalıklarına, kötü sözlerine sabır ve tahammül etmektir. Allah’tan edebe muvafık olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan, yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” diyor. Demek ki ilahî lütuftan nasibini alamamış edep yoksunu insanlara sabretmek de bir bakıma edepli olmanın bir gereğidir. Bir büyük mutasavvıf “Edep, aklın tercümanıdır.” diyor. Öyleyse herkes, aklı kadar edepli olabilir. Edebi kıt, ahlakı bozuk olana gerçek anlamda zaten akıllı da denmez.
Dolayısıyla edep, yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevebilmektir. Kin, nefret, düşmanlık duygularını kalplerden silebilmektir. Kibir, gurur, böbürlenme, büyüklenme duygusunu yenebilmektir. Hırstan ve hasetten kendini muhafaza edebilmektir. Tevazuda toprak gibi olabilmektir. Edep, incinsen de incitmemektir. Edep, kızaran bir yüze; yaşaran gözlere sahip olabilmektir. Edep, kendini en son düşünebilmek, diğerkâm olabilmektir. Gönüllere “sevgi”yi nakşedebilmektir.
Edep tacını giyebilenlere ne mutlu! Edep ya hu!