- 1170 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MERHABA PALANDÖKEN MERHABA MEMLEKETİM ERZURUM
İşte terminalde idik nihayet yıllar sonra memlekete gidecektik, Yusuf çok heyecanlıydı , daha çok küçüktü terk ettiğimiz de Erzurum’u, kızım daha ilkokul birinci sınıf da bir haftalık öğrenci idi, o vakitler, o hatırlıyordu Yusufumun hatırlayamadıklarını, yıllar nasılda hızlı geçmişti, halbuki çok şey götürmüştü benden, önce amcamı, cenazesine yetişemediğim babamı, genç yaştaki amcamın oğlunu ve gurbetin bize saydırdığı postun kıllarını, hepsi birer film şeridi gibi geçti gözümün önünden, muavinin Dadaş yolcuları kalmasın sesi getirdi beni kendime. Otobüse bindiğimiz anda Erzurum’un havası esmeye başladı; Erzurum’un insanı her zaman bulunduğu yerin havasını değiştirir, oraya bir güzellik, bir ahenk, bir kültür verir. Koskoca otobüs yolcuları büyük bir aileye dönüşüverdi birden, Erzurum’a varmadan Erzurum’da gibi hissetti herkes kendini , insanların yüzlerinde memleket hasreti okunuyordu ve heyecanlıydı tabiatıyla, bu yüzden koca yol uzadıkça uzuyordu çünkü menzilde sıla vardı, olsun zamanda esirdi neticede ve bitmek zorundaydı , nihayet göründü Erzurum ufuktan ve gurbetten gelenlerin yürekleri heyecanla atmaya başladı, bize ilk hoş geldini başı dumanlı palandöken dedi, birde eteklerinde yan yana yatan babamla amcam, kafamda her şeyi tasarlamıştım, çocukluğumun, delikanlılığımın geçtiği sokakları tek tek gezecektim, çocuklarımı doğduğum köye götürecektim, nasılda özlemişim Eruzurum’u, bana kırgın duruyordu yüzünü asmasının sebebi buydu, aslında Erzurum da beni seviyordu ama gidişimi kabullenememişti bir türlü, lâkin ben gitmeliydim, kızımın sağlığı için bu gerekliydi otuz dört yılımın geçtiği şehrimi terk edişimin buydu sebebi, kolay mıydı Erzurum’dan ayrılmak, kolay mıydı ana baba kardeşten, eşden dosttan arkadaşlardan, hatıralardan ve diğerlerinden ayrılmak, bağrıma taş basa basa çıkmıştım, yağmurlu bir akşam üstü ayrılmıştık, gözlerimdeki yaşları eşim ve çocuklarımdan saklamak için çok zorlanmıştım.
Anılardan sıyrılarak Muavine döndüm;
-kardeşim Dadaş kent de bizi indirir misin
-tamam abi
Ve nihayet indik Dadaş kent de.
Ayağımız yere basmıştı işte Erzurum da idik yıllar sonra. Şükürler olsun Rabbime şükürler olsun kavuşturana.
Bir hafta sonra; Çoluk çocuk köyde idik kızımı ve oğlumu çocukluğumun geçtiği köye götürmüştüm, ilk kez köylerini görüyorlardı, harman yerinde idik, onlara küçükken bir köpeğimizin olduğunu buruda onunla nasıl oynadığımı anlatıyordum. Kartal yuvası gibiydi köyümüz, harmanın bitimindeki tepeye çıkarttım çocuklarımı, yukarı çıktığımızda, dağlar ayaklarımızın altında idi, kızım heyecandan müthiş bir çığlık attı babaaaaa burası ne güzel, uçakta imişim gibi geldi bana, oğlum ise bacaklarıma sarılmıştı, rüzgâr yüzümüzü yalıyordu şefkatle, yönümü köye döndüm insanın bir köyünün olması ne güzeldi , uzaklardaki köy benim köyümdü Hamd olsun uzakları yakınlaştırana, Hamd olsun bu günleri gösterene.
Çıktığımız gibi indik tepeden, çocuklar zorlandı fakat bir hatıra kazınıyordu beyinlerine, ömür boyu unutamayacakları bir hatıra, az ilerde Hulusi amcamın oğlu Ali Mehmet abim yanıma gelerek atından indi
-Selamun Aleyküm emi oğlu hoş geldin
-Aleyküm Selam abi hoş bulduğ
Hoş sohbetten sonra yanımızdan ayrıldı önündeki büyükbaş sürüyü dağlara sürmeye başladı.
Az ilerde kadınlar oturmuş bize bakıyorlar ve aralarında konuşuyorlardı, çocuklarla onların yanına gittik.
Gençler kaçıştı, orta yaş ablalar yaşmaklıydılar, çocuklar toprakla oynuyarlardı yanakları al aldı, onlar hormonsuz çocuklardı, en köşede, Rahmetli Hulusi amcamın eşi oturuyordu, köyün en yaşlı insanı o idi, bu bir makamdı saygıda kusur edilmeyecek bir makamdaydı, kadınlardan biri eğilip kulağına sesli bir şekilde
- ana emimin küçük oğli gelmiş Aydın’dan,
-oğul henifimi
-yoğ ana onun ufaği
-hee oğul hoş geldin
eğildim elini öptüm, kulağı ağır işitiyordu
-hoşbulduk ana, nasılsın
-Hamd olsun oğul eyem eyem, aha bu gulağlarım duymir sedece, oda önemli degil çoğ eyem oğul, çoğ eyem şükürler olsun Allah’a.
Daha sonra yanlarından ayrıldık, çocuklar diğer amcamlara doğru annelerine gittiler.
Köy ne kadar sakinleşmiş böyle, evler aynen duruyordu ama benim çocukluğumdaki insanların çoğu yoktu, kınalı saçlı babaannem hani nerde idi, hani onunla sözümüz vardı balkonlu bir evimiz olacaktı, benim yanımda kalacaktı, bırakıp beni gitmişti işte, balkonlu bir evim vardı ama kınalı saçlı babaannem yoktu, vuslat başka bahara kalmıştı.
Az ilerde dört tane çocuk koşuyordu, dikkatle baktım bunlarda kimdi aa!... şaşırarak onları izliyordum.
-Bunlar amcamın çocukları idi, bu nasıl olur, ya dördüncüsü o bendim ve hep beraber holle çelik oynuyordular, fakat beni neden görmüyorlar, işte karşıdan emim geliyor emim Rahmetli olmamışmıydı , işte kapının önünde babaannem oturmuş çocukları izliyor ve sesleniyordu çocuklara oğul gözlerize dikkat edin vurmayın çeliği, annem elinde bir kap süt sağmaktan geliyor, nasılda yorulmuş anacığım, babam şehirde dükkan işletiyor, işte henifi abim önüne davar sürüsünü katmış köye giriyor, işte koyunların yanında köpeğim ama beni neden görmüyor hiçbiri.
-babaaaaa
Diye bir ses uyandırdı hayalimden beni
Yusuf un sesiydi bu
-noldu oğlum
-annem seni sesliyo yemek yiyecekmişiz.
-siz yiyin oğlum ben daha sonra gelecem.
Yönümü köy mezarlığına çevirdim, onlara Fatiha okudum ve dualar ettim. Yeni açılmış mezarlardan tut da, izi kaybolmuş mezarlara kadar, koyun koyuna hep orda idi hatıralarımın bir çoğu, ölüler diyarında mekanları Cennet olsun, aralarında bir babam birde amcam yoktu. Onların toprağı Palandökenden alınmıştı çünkü; Erzurum da Abdurrahman Gazi türbesinin eteğin de koyun koyuna yatıyorlardı. Ne adamdı amcam dünyayı gezmişti, her gittiği ülke ve şehirden bana anılarını hediye getirirdi, birde babama mavi büyük bir bidonla maden suyu Zigana dağından.
İkisi de Rahmetli olmuştu babam köyün en yiğit adamı idi, amcamsa en yakışıklısı, aklım keseli hep babamın, maceralarını yakınlarımdan, büyüklerimden dinlemişimdir ve onunla hep gurur duymuşumdur, tam bir Osmanlı adamı idi, toprağın has adamı idi, kartal bakışlı onurlu bir adamdı, başı dumanlı dağ gibiydi, sırrını kimseler bilmezdi Allah’dan gayrı, yardım severdi, bembeyaz güpgüzel bir sakalı vardı, hele ihtiyarlık hali, bir insana ihtiyarlık anca bu kadar yakışırdı, onu görenler fehmine tutulurdu, ferasetliydi anlatamam bir tane idi benim babam, küçük evladı sevmek Hz.Yakup (a .s.)’ın sünnetidir derdi ve beni Hz.Yakup’un Hz.Yusuf’u sevdiği gibi severdi.
YORUMLAR
dadaş harika bir anı
babanla tanışmak isterdim
Allah ü Teala çok rahmet etsin
öyle server Ali kv. tabiatlı insanlar çok azaldı gerçekten
hz yakupun sünneti çok güzelmiş gerçekten
siz de ondan bir damar vardır dadaş
selam ve dua edelim