- 2157 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL'DA...(İSTANBUL'UN HAL EKLERİ -2-)
Haydarpaşa garında durdu derin iç çekişlerle tren.Bir uğultu koptu Sanki bir zelzele oldu.Yer Musa’nın ayaklarının altından kayıyordu.Elinde tahta bir bavul ,başında komik bir peruk,İstanbul’a seyahate gelmiş turistleri andırıyordu.Lavaboya gitti, yüzünü yıkayıp, karısının cebinden eksik etmediği ütülü mendiliyle kurulandı.Bir lokantaya girip mercimek çorbası içti.Bir cigara yaktı.Uzun uzun çekti dumanı.Kadıköy’e inmeye karar verdi.Tahta bavul iyice ağırlaşmış,bedeni bunca yorgunluğa isyan ediyordu.Karaköy vapuruna binecekken bir polisin ona doğru geldiğini sandı.Elleri ceplerine sığmıyordu.Korkudan elini kolunu nereye koyacağını bilememiş,çareyi vapurun terasına doğru kaçmakta bulmuştu. Neyse ki polisin şu sıralar uğraşacak çok şeyi vardı.Okullar basılıyor,gazeteciler öldürülüyor,kahvehaneler taranıyordu.Musa kendini bu şehirde birden bire masum bir çocuk gibi hissetti.İnsanlar bunca cinayet, vahşet ve kaosu bir ülkeyi kurtarmak adına yaptıklarını nasıl iddia edebilirdi.Etrafa şöyle bir göz gezdirdi.Kendini karanlık bir denizin girdabında boğulur gibi hissetti.
İstanbul’a ilk gelişi değildi Musa’nın.Son da olmayacaktı.Başındaki şu belayı bir savsa daha ne güzel gelişlerle gelecekti.Bu şehre daha önceki gelişlerinden birinde bir adamla tanışmıştı.Adam ,tarihçi miydi, sanatçı mıydı,yoksa sanat tarihçisi mi?Öyle bir şeydi sanırım.O zaman da anlamamıştı ne iş yaptığını.Tek bildiği İstanbul hakkında çok şey biliyor olmasıydı.Eski,çok çok eski bir uygarlıktı İstanbul.Uğruna savaşlar yapılmış seferler düzenlenmiş,toprağına altınlar saçılmış,uygarlıklar doğmuş,uygarlıklar batmış,her gelen kendinden bir parça bırakmıştı .”Şehir, yaşayan ,ömrü olan, yaşamına ömürler sığdıran, zengin ve fakir uluslara ev sahipliği yapan, misafirperver bir yerdir.’Yer’dir.Alabildiğine mümbit ,yerkürenin sebatkar,ılımlı, koruyup kollayıcı bütün özellikleriyle donatılmış.’Gök’tür.Uçsuz bucaksızdır aslında.Bazen hoyrat, bedbin,yalnız ve kalabalık,umuda da umutsuzluğa yol olan.Çekip gitmek için ufuk çizgisini kendine siper eden..Bazen kutup yıldızı gibi en çok ihtiyaç duyduğumuzda yüzyıllardır oradaymışçasına karşımızda beliren.”İstanbul böyle bir şehirdi.Bir şehir olarak kalması gerekseydi Musa’nın İstanbul olarak kalırdı elbette bu coğrafyada.
“ Ya şimdi ne oldu da herkes bu kadar üzgün.Hadi ben Kazım’ın adını çolak Kazım bıraktım.Ondandır bunca çilem.Ya bu canım şehirde yaşayan insanlara ne demeli de kaçak yaşamayı seçerler, anlamam.Neden kin güderler birbirlerine.Sağ nedir sol kime ne getirir?Ne hale getirmişler seni ey canım cancağızım şehir..Ey ülkem..Bir Kazım’ı vurdum,bin Kazım çolak oldu.Tekrar gelse o an ,bir daha çıksa karşıma o soysuz,alsa çarpsa yine Murat’ı yerden yere,yine yapar mıyım ,çıkarır mavzeri cebimden,ağzına fişeği verip bir daha vurur muyum ?”
Dalgalar homurdanmaya başladı.Vapur avaz avaz yanaşıyordu Karaköy rıhtımına.Fakat hala balıkçılar balık satıyorlar, seyyar satıcılar bağırıyor, martılar yine havalanıyorlardı. İşporta tezgahları ayna, çakı, tarak, tespihlerle doluydu.Henüz olacaklar olmamıştı bu şehirde.
Özlediği şehre böyle gizlice gelmek dokundu Musa’ya. Karaköy’den yüksek kaldırımlara doğru yürümeye başladı.Burada teyze kızı Asiye oturuyordu. Teyzesi Asiye’nin babasının ölümünden sonra şimdiki eniştesi at arabacı Hüsamettin ile evlenince Asiye buna razı gelmemiş, adam kızı evden atmıştı.Sahipsiz kalan Asiye geceyi çevredeki bir mağarada geçirmiş, sabah tekrar annesinin yanına dönüp sığınmak istemiş, annesinden karşılık bulamayan Asiye aynı günün akşamında otostopla İstanbul’a gitmişti.O zamanlar ,İstanbul’a otostopla giden sahipsiz bir kadının başına ne gelirse gelmişti zavallının başına da.İstanbul’a vardığında çalışacağı ev bile hazırdı.Yalvarmış yakarmış,ağlamış sızlanmıştı.Ama elden ne gelir?Devran böyle döner, böyle yol alırdı bu gemi. Asiye olmuştu ”Gülşen” .Şimdi bu yolları öğrenmişti.Ara sıra Musa gelip yanında kalmasa anasından , babalığından kardeşlerinden haber de alamayacaktı.İşte şimdi sığınma, kollanma sırası teyze oğlundaydı.Asiye onu şehrin bu karmaşasında saklayacaktı.
Kapıyı üç kez çaldı Musa. Kilit ve zincir sesleri birbirine karışarak açıldı kapı. Ali Rıza eniştesi telefonla durumdan haberdar etmişti. Görmeye gelmeseler de kabullenmişlerdi bu halini.Bir de çocuğu olsa.Kendini çocuğuna adar , namusuyla bir iş bulurdu.Tevekkül sahibiydi.Bunca günah içinde temiz bıraktığı bir yerdi yüreği.Musa’nın elindeki tahta bavulu bitkin kollarından koparırcasına aldı .Ayakkabılarını ayağından çıkarmasına yardım edip terlikleri giydirdi.Allah ne verdiyse sofra kurup yatağını serdi.Halden anlardı hep şu Asiye.
Üç günlük uyku uyudu Musa sanki.Martıların çığlıklarına uyandı.Asiye kahvaltılık bir şeyler hazırlamış,endişeli görünüyordu.Bir bardak demli çayın yanına bir cigara iyi giderdi.Paketini arandı.Son sigarasını gece bitirdiğini hatırladı.Asiye’den istedi.Onda da kalmamıştı.Asiye sık sık çiçekli basma perdeleri aralayıp dışarı bakıyor,radyodan ajansı takip ediyordu.”Benim yüzümden mi bunca korku?”diye sordu.Kısa ve özdü Asiye’nin cevabı ”Hayır”. Bir dostu vardı ,”Kesik Hasan”.Bir gün Pavyondan çıkarken adamın biri tutmuş Asiye’nin kolunu zorla eve götürmek istemiş.”Bu alemde sahibin olmalı” derlerdi. Haklılarmış. Sahipsiz olana çullanırlardı işte. Sendikacıymış Kesik.Hararetli bir toplantıdan çıkmış evine doğru giderken bakmış biri bir kadına saldırıyor ,serde solculuk var.”Her kuşun eti yenir mi sandınız ülen!”diye basmış şamarı adamın suratına .Beş parmağının izini bırakmış hatıra niyetine.Tırsak tırsak kaçmış deminki.Asiye eve çağırmış Kesik’i.O gün dost tutmuş Asiye’yi Kesik, korkudan kimse yanaşamamış bir daha.Uzun uzun anlatmıştı Asiye Kesik Hasan’ı Musa’ya.Duvarlara kominizmi öven yazılar yazıyordu şimdilerde.
”Polis Kesik’i arıyor “dedi Asiye.Polisin sırf duvara yazı yazmış diye bir adamı tutuklamak istemesini anlayamadı Musa.Gerçi ülkeyi kurtarmak için duvara yazı yazmak da nerden çıkmıştı.İşin aslının o kadar basit olmadığını Asiye’nin anlattıklarından sonra daha iyi anladı.Hasan örgütten arkadaşlarıyla üniversitenin önünde çatışma çıkarmış ,çıkan çatışmada bir ülkücüyü vurmuş,çocuk arkadaşları tarafından polisten kaçırılırken kan kaybından ölmüş.Şimdi ölen çocuğun arkadaşları bir yandan, polis bir yandan Kesik’i arıyorlardı.
Asiye seviyordu bu adamı.Bu yüzden evde olduğu sürede hep ajansı açık tutuyordu.Bu yüzdendi bu kadar dalgın oluşu ve bu yüzdendi sigarasıyla saçlarını yakıp bunu fark etmeyişi…Asiye Kesik Hasan’ı seviyor,Kesik polisten kaçıyor, Musa hatasından pişmanlık duyuyor ve bu ülkede herkes yüzünü bilinmez bir geleceğe doğru dönüyordu.
İkisi de başını önüne eğdi.Musa’nın eli yine benzinli çakmağına gitti.Sigarasının tükendiğini yeniden hatırladı.Biraz hava alıp dolaşmak için dışarı çıktı.
Bakkaldan bir paket sigara alıp Cuma namazını kılmak üzere Yer Altı Camii’ne gitti.Dindar biri değildi Musa ama Bayram ve Cuma namazlarını iki eli kanda olsa kaçırmazdı.Önce caminin helasına girip başındaki peruğu çıkardı.Hela görevlisi esmer girip sarışın çıkan adama şaşırmadan baktı.Ne de olsa böylesi olaylara alışıktı şu sıralar. Şadırvanda elini , yüzünü, dirseklerini yıkadı.Başını mesh etti ,ayaklarını bileklerini yıkayarak abdestini tamamladı.
İstanbul’a ne zaman gelse Yer Altı Camii’ne gelmek için bir bahane bulurdu kendinde.Esrar içtiğinde de gelmişti-sonrasında tövbe etmek için-pavyonda kavga ettikten sonra da…
Bizans’lılar Türk akınlarından korunmak için ,Haliç’e gerdikleri zincirin kuzey ucunu bağlamışlar buraya.Eskiden Kastellion kalesinin bodrumuymuş burası.Daha sonra camiye çevrilmiş .İçinde Arap kuşatması sırasında şehit edilen sahabelerden Amr bin As (R.A), Vehb bin Hüseyre (R.A.) ve Süfyan Bin Üyeyne(R.A.)’nin türbeleri vardı.Hiç bilmedikleri görmedikleri topraklara Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in müjdesine mashar olabilmek için gelip canlarını burada teslim etmiş yiğitler…Hikayesini bilir o yüzden gelirdi buraya.Bu camii Musa’ya hatalarını gösteriyordu hep.Bir hayırhah camii idi.Hayırhahını dinlemeyen günahkar bir kula… Namazını tamamlayıp tövbesini yüzüne sürdü.Ağır aksak adımlarla çıktı kendini bulduğu bu mekandan dışarı.
Galata kulesinin yanındaki “Şen Kardeşler Kıraathanesi”nin kapısı gıcırtıyla açıldı.Bütün başlar bu siyah peruklu, beyaz tenli,mavi gözlü,orta boylu genç adama döndü.Herkes toparlandı.Sivil polis olabilir miydi?Şüphe tanımadığı ama bir an evvel tanışması gereken bir duyguydu Musa için.Gelirken uğradığı bakkaldan aldığı sigarasını yaktı.Bir bardak demli çay istemek için kahveci çırağını yanına çağırdı.
Dokuz on yaşlarında bir çocuktu Süleyman.Babasıyla beraber işlettikleri kahvehanede daha çok kendisi çalışıyor,kahvehaneyi kendi açıp kendi kapatıyordu.Hep bir gün Pazar günleri çalışmayacağı bir işi olsun istiyordu. Yaptığı tüm ısrarlara rağmen babası kahvehanede bira satılmasını istemişti.El altından bira satılıp kumar oynanan bu kahvehane sayesinde küçücük yaşında içkiden ve sigaradan tiksinmişti.Bunda müşterilerin içip içip hır gür çıkarmalarının payı büyüktü.Ne zaman başı sıkışsa babasını bulamamak da cabası..Hele şu günlerde Süleyman’ın çocuk yüreği iyice babasını arar olmuştu.Gecenin bir yarısında evine giderken sağcılarla solcuların kavgaları arasında kalıyor başına bir şey gelmesinden çok korkuyordu.Kahvehanelerin tarandığını çokça duyuyordu.Babasının uğramadığı kahveyi işletip evi geçindirmek için korkuyla ve öfkeyle beslenen ruhunun acılarının dinmesini, bir kanserlinin acılarının dinmesini beklediği kadar çok bekliyordu.
Süleyman’ın getirdiği demli çaya iki kaşık şeker attı Musa. Ağır ağır çayını karıştırdı.Bardakta şekerle birlikte eridi sanki.Zayıf,çelimsiz parmaklarıyla kavradı ince belinden cam bardağı.
Şüpheli hareketleriyle dikkatleri üzerine çeken iki kişiye kaydı gözleri. Üzerinde tuhaf şekiller olan bir kağıda bakıyorlar ,fısıltıyla konuşuyorlardı.Bu kağıt elde çizilmiş bir haritaya benziyordu.Üstüne vazife olmasa da merakına engel olamadı Musa.Kulak kabarttı bu gizli ve şifrelerle dolu konuşmaya.
“Efsaneye göre İstanbul’un altı birbirine tünellerle bağlıymış.Bir gün bir Türk serdengeçtisi Bizans imparatorunun kızına aşık olmuş.Kızı kaçırıp Hipodromdaki yani bugünkü Sultanahmet’in altındaki dehlizlerden birine girmişler.Tabi kaçan kız koskoca Bizans imparatorunun kızı olunca öylece bohçasını alıp kaçmamış.Yanına mücevherlerini de almış.Fakat tüneller o kadar karanlıkmış ki yollarını kah meşaleyle kah el yordamıyla aydınlatarak bulduklarından bunca mücevher kendilerine yük olmuş.İmparatorun korkusundan bütün mücevherlerini buraya gömerek Boğaz’ın karşı sahiline geçmeyi başarmışlar.Ve İmparatorun hakim olamadığı topraklara ulaşan iki sevgili beraber mesut bir hayat yaşamışlar.İşte bu harita da tünelin haritası.””Emmi eminsin değil mi?Kofti değil, değil mi?” Adam altın dişini göstere göstere sırıttı.”Bizde hiç yaş tahtaya basılır mı yeğen?Yok eğer korkuyorsan müşterisi boldur bu haritanın.Ben yabancıya gitmesin dediydim.” Genç çocuk adamın blöfünü yemişti.Cebindeki paraları bu pis gülüşlü adamın avucuna bırakırken bir an evvel mücevherlerin yerini bulup zengin olmak istiyordu.
İstanbul’a her gelişinde böyle bir hikayeyle karşılaşırdı.Her köşe başında satılırdı bu define haritaları.Kendisi de bir zamanlar böyle bir serüven yaşamış,ağzının payını almıştı dahası.İstanbul eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış,şimdi define haritalarında ve defineci hikayelerinde her gün bir başka umut tacirine kazanç kapısı oluyor,bu arada nice ocağın sönmesine de şahitlik ediyordu.Sırf definecilik yapmak için köyünü, kentini, eşini, yuvasını, toprağını, davarını terk eden insanlar tanımıştı.Beş parasız yarı çıplak dönmüşlerdi her biri de memleketlerine.Geride hayallerini ve bütün paralarını umut tacirlerine bırakarak.
Gerçi bu efsanelere inanmamak mümkün değildi hani.Şu topraklarda tarih boyunca o kadar çok uygarlık yaşamıştı ki.Bu şehir, bunca ömrü boyunca ne savaşlar, depremler, seller, yangınlar ve nice felaketler görmüştü.Muhakkak taşı toprağı altın lafı doğru olmalıydı.Ama yine de boş hayallerin peşine düşmenin başka türde söylenişinden başkası değildi definecilik.Hele şu sıralar Musa’nın hiç ilgisini çekmiyordu bu hikayeler.Hiç sırası değildi..
Bizanslıların Cenevizlilerden korunmak için inşa ettiği ve yıllarca gözetleme kulesi olarak kullandığı, tarihi Galata Kulesi’nin gölgesindeki bu salaş kahvenin içinde Musa bir muhasebe yapıyordu şimdi.Nereye kadar kaçacaktı?Yakalanışını hangi rastlantının nasıl engelleyeceğini tahmin etmeye çalışarak devam edebilir miydi yolculuğuna?Kaçmayı kim başarmıştı ki? ”Gitsem,teslim olsam” diye geçirdi içinden.Ah Kazım ah!Niye yaptı ki bunu?Murat’ın kime ne zararı dokunurdu ki?Körlük suç muydu?Şimdi annesini, lafına hiç bakmadığı babasını, çocuklarını ve karısı Neslihan’ı özlüyordu.Memleketini özlüyordu.İçinden özgürlüğün bir dere gibi aktığı , eski yavuklusu olan İstanbul şehrini özlüyordu.Kendini özlüyordu. Pişmanlığın kokusu sinmiş gömleğini, pantolonunu, çoraplarını, derisini soyunmak istiyordu. Keşke anasından doğduğu gibi tertemiz kalabilseydi..Keşke babasını bir kez olsun dinleseydi… Keşke Neslihan’ı daha çok sevseydi…Keşke çocuklarına daha iyi babalık yapabilseydi…Keşke …Amcası o silahı vermeseydi.Silahları o kadar çok sevmeseydi.Silahı eline almasaydı. Murat Kör doğmasaydı. Kazım Murat’ı itmeseydi. Musa bunu görmeseydi. Eli tetiğe gitmeseydi. Silah ateş almasaydı…
Büyük bir gürültü duyuldu. Kahvehanenin camları tuzla buz oldu. İnsanlar bağrışmaya başladı. Ortalık can pazarına döndü.”Kaçıyorlar!” diye haykırdı biri.”Yaralılar var!”dedi başkası. Duvardaki Parti afişine kan sıçradı. Camlar, bardaklar, masalar, insanlar darmadağın oldu sonra.
Şen Kardeşler Kıraathanesinin sahibi Necati Bey eski solculardandı. Geçen gün kahveye gelen ülkücü gençleri , sandalye , masa ne varsa başlarında kırarak kahveden kovmuş bir daha buraya adım atarlarsa ayaklarını kırmakla tehdit etmişti.
Ne olurdu sanki şu Süleymancık kadar düşünseydi babası da evini.Eğer bu gün kahvehaneyi babasıyla kavga eden ülkücüler basmasaydı ve Süleyman yaşasaydı yanında asla sigara içirmeyecek,içkiye ve kumara tiksintiyle bakacak, siyaseti siyasilere bırakacak belki de hayatı boyunca hiçbir partiye oy vermeyecekti.Yaşasaydı,sarı saçlı yeşil gözlü bir kızla evlenecek,iki kızı olacak,Cumartesi Pazar tatili olan bir işte çalışıp, emekli olacaktı.
Ama Süleyman anlamsız bir kavganın ortasında, bu kavganın mağdurlarından biri olarak yığılıverdi Musa’nın kollarına.Bu kavganın karşılıklı cephelerinde bulunan, suratına nereden takıldığı belirsiz öfkeleri,yüreklerindeki intikam ateşiyle kavrulan eline o silahı kimin tutuşturduğunu sorgulamadan kendi kanından insanlara hoyratça kurşun savuran ülkücü , solcu,bu ülkenin gencecik çocuklarıydı bir diğer mağdurları.
Polisler gelmek üzereydiler.Musa alelacele çıktı kahveden dışarı.Galata’dan yüksek kaldırımlara doğru paldır küldür ilerliyordu.Üstü başı kan…Her çıkan sese tepki vermeye ayarlıydı duyuları.Ahşap evin önüne geldiğinde kendini kaybetti.Kapıyı kırmak istercesine yumruklamaya başladı.Asiye’nin kulağı radyodaydı kapı yumruklandığında.Yüreğine ineceğini sandı.Kapıya koştu .”Geldiler” dedi.Kaç gündür kapıdaydı bir kulağı.Bekliyordu.Ha geldiler ha gelecekler…”Şimdi kimin için geldiler peki?”Üstünü başını düzeltti, vakit kazanmaya çalışıyordu . Kendini alacağı kötü habere hazırladı, kapıyı zincirini üstünde bırakarak araladı.Kapıyı açtığında çok şey bekliyordu.Polisi bekliyordu mesela. Jandarmayı. Bakkalın çırağını.Ama üstü başı kan revan içinde teyzesinin oğlunu değil.Kapının zincirini şıngırdatarak telaşla açtı. Musa’nın üstünü başını yokladı.Yarası beresi yoktu.
Ağlıyordu Musa. Sarsıla sarsıla,hıçkıra hıçkıra ,haykıra haykıra ağlıyordu.Musa yitik,Musa kayıp,Musa yenik,Musa pişman, perişandı Musa.İndirmişti tüm bayraklarını.
Süleyman’ın kanlı çocuk bedeninin ellerinden sıyrılışını anlatıyordu Musa.”Neler oluyor bu insanlara?Ne istediler sabiden?Bu kadar mı kinlendiler birbirlerine?””Nereye gidiyoruz Musa? Bu gemi nereye gidiyor?”Cevapsızdı sordukları ve bunu ikisi de biliyordu.Bir birlerine bakıp sustular ..Suskundular.susmak çok şey söylemek demekti bir zamanlar.
Ajans haber geçti yeniden.”Galata’da bir kahvehane basılmış biri çocuk iki kişi öldürülmüştür. Olayın failleri henüz yakalanamamıştır…….Tophane’de bir ülkü ocağı basılmış altı kişi öldürülmüş,üç kişi ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştır.Olay yerinde Dev-sol örgüt üyesi olduğu tespit edilen Hasan Kaçak hafif yaralı olarak ele geçirilmiştir.” Asiye zeytin karası gözlerinden fışkıran göz yaşlarını Musa’nın hıçkırıklarına karıştırarak ağladı.
Ortalık durulana kadar Asiye işe çıkmadı.Musa iç hesaplaşmasına devam etti.
Radyo gece gündüz açıktı, yeni gelişmeleri takip ediyorlardı.Takvimler on iki eylül bindokuzyüzsekseni gösterirken radyo da Kenan Evren Paşa“Aziz silah arkadaşlarım sizlere üstün gayret ve liyakatle yürüttüğümüz hizmetleriniz yanında yüce Türk ulusunun refah ve mutluluğunun sağlanması için anarşi,terör, bölücülük ve komünist, faşist, fanatik, dinsel ideolojilerle mücadelede başarılı olacağınıza kesin inanç beslediğim tarihi ve şerefli bir sorumluluk tevdi ediyorum.”diye bir konuşma yapıyordu.
Aynı günün ikindisinde Asiye’nin evinin kapısı tekmelerle kırıldı. Jandarma içeride zararlı doküman aradı.Yapılan aramada Kesik’in Asiye’ye yazdığı birkaç mektup, eski bir gazete sayfası,birkaç fotoğraf,bir dua kitabı buldular. Bir de evin tuvaletine saklanan Musa’yı … Önce Musa’yı Hasan’ın arkadaşlarından sandılar,sonra ellerindeki listede yaralamadan arandığını görüp, kelepçeleyip götürdüler.Şehrin muhtelif yerlerinde bileklerine kelepçeler takılmış onlarca genç çıkarılmıştı evlerden.Asiye’nin evinden Musa çıkmıştı tam bir teslimiyet içinde.Asiye çıkmıştı solcu bir adamı sevmenin vebalini ödeyerek..Ve aynı mahalleden Necati bey çıkmıştı intikamını almış olmanın verdiği huzurla.Mahalle camiinden Süleyman çıktı sessiz sedasız..Defineci Serhad , daha büyük bir tabutla…
Musa’nın yakalanma haberi çabuk duyuldu. Ali Rıza bey oğlunu ziyarete gitti.İyi haberlerle gelmemişti babası Musa’ya.Vurduğu adam yaşıyordu yaşamasına ama Kazım’ı belden yukarısından vurduğundan cezası artıyordu.Yirmi seneden bahsediyordu tuttukları avukat.İstanbul’dan naklini isteyecekti.Dava sürene kadar hiç olmazsa memlekette yatardı oğlu.Asiye’yi sordu Musa.Haberinin olmadığını söyledi babası.Kadının başını da belaya soktuğu için kızdı sonra oğluna. Musa Kesik’ten bahsetmedi hiç.Temiz çamaşır,biraz para ve yiyecek bıraktığını söyledi Ali Rıza bey kapıya.Dışarı çıkmak için acele etti.Demir parmaklıkları soğuk gürültüler bırakarak, birer birer oğlunun özgürlüğünün üstüne kapatırken gardiyanlar , ağlıyordu babası.
Üsküdar Paşakapısı’ndan ayrıldığında hüzün çökmüştü omuzlarına.Aziz Mahmut Hüdai Hz.lerinin türbesine sürükledi ayakları onu.Tövbe istiğfar etti en çok.Neyi yanlış yaptıysa, nerde durmamış nerde geçmemişse hepsinden tövbe etti. Huzurda el bağlayıp namaz kıldı. Yargılarına tövbe, günahlarına tövbe, Almanya’da yaptıklarına tövbe.Tövbeler tövbesi her şeye…
Namazdan sonra Asiye’yi aramak için karakola gitti. Salıverildiğini söylediler.Ev adresini Musa’dan almıştı sora sora buldu .Kapıyı çaldı,şıngırtıyla açıldı kapı.Yüzü gözü morarmış dudakları patlamış tanınmaz halde bir kadın açtı kapıyı.
”Ali enişte!” Afalladı birden. Senelerdir görmediği , arayıp sormaya utandığı eniştesi ,işte Musa’nın dışında aileden birisi ilk kez kapısını çalmıştı.İçeri davet etti.Usulden hal hatır sordular birbirlerine.Usulden yanıtladılar.Çay demledi, sofra kurdu misafirine,yediler içtiler birlikte.Ali Rıza polisi sordu. Yüzündeki yaraları soramadı. Anlattı Asiye sağını solunu. Anlattı memleketin ahvalini bir fotoğraf karesi gibi içine alan hikayesini.Örgütle bağı olmadığını anlamaları bir haftalarını almış.Bu arada Asiye’de nasibine düşen kısmını görmüştü işkencenin. Elektrikten copa her şeyi anlattı Asiye.Bazen hak vermiyor değildi hani memleketi kurtarmak için didinen her iki görüşteki gençlerin de direnişine.Bir ülke bir nesli diri diri gömüyordu işte tarihin içine.Kara yazılı memleket için ağladı bu kez ikisi de.Böylesi bir azabı bir daha görmeyiz umuduyla ayrıldılar birbirlerinden.Asiye annesine af gönderdi İstanbul’dan. Eniştesi kucakladı Asiye’nin güzel dualarını.
Hemen gidemedi Ali Rıza memlekete.Kaç zamandır rüyalarında çağırıyordu Yuşa Peygamber.Gidip toprağına yüz sürmek ,ferahlamak ihtiyacı hissetti.Üsküdar’dan Beykoz’a doğru yola çıktı.Yuşa peygamber de Hz. Musa’ya yoldaş olup iki denizin birleştiği bu şehirde vefat edip Beykoz tepelerine defnedildiği rivayet ediliyordu.Otobüsten inip türbeye gitti.Dua etti.Karadeniz’i ayakları altına seren manzaradan memleketine döndüğünde ayakta kalabilmek için güç topladı.Derin bir nefes alıp Haydarpaşa garına doğru yola koyuldu…
YORUMLAR
Ne aci degil mi hayat, ne zor..
Alin yazisi mi desek olanlara yoksa bir insanin kendi hazirladigi gelecegi mi?
Böyle birsey var mi?
insanin gelecegini kendi hazirlamasi?
Kader isi Rahmetli üstadin yani Necip F.K dedigi gibi, beyaza akla yazilmis yazi, elindeyse ayir beyazdan beyazi...
Zor dedim ya..
Her ani yasarcasina okudum satirlarda, okumaya devam edecegim yine, bir sonraki devaminida,
simdilik biraz mola..
Yüregince olsun Hayat..
Babaniz hayati anlatirken cok ince anlatmis size ki bu kadar (az kurguda olsa dediginiz gibi) bu kadar etki yapmis sizde..
Dedimya okuyacagim,
Sevgiyle kal..