- 918 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ölüm yolunda ikinci gün
Demir alırken gemi artık limandan,
Ağlıy ordur insanlar, bakıp karşıdan,
Duymaya değerdir, Allah sesleri,
Yolcuya yol veren, karşı dağlardan.
Kim varsa toplanmış gelmiş limana,
Hem ağlar hem el sallar, yolcusuna,
Her biri dizilmiş, geçmiş karşıya,
Ağlarken el sallar, ahşap limandan.
.....Yıllardır kullanmaktan eskimiş parasızlıktan bakımı bile yapılamamı her tarafı kir pas içindeki, artık hurdaya çıkarılması geren yaşlı yolcu gemisinin güvertesinde, ölüm yolunun sonundaki cepheye gönderilen bütün askerler sırtlarında içi mühimmat ve giyecek dolu çantalarla ellerinde ise başlarından çıkardıkları asker kepleri ile, hepsi geminin güvertesinde limandan tarafına birer denize kan deryasında boğulacak inci tanesi gibi toplanmışlardı.
…..Kış ortasındaki, sisler içinde telgraf tellerine tüneyen milyonlarca sığırcık kuşları gibi, bunlar da kendilerini aşağıdaki iskelede bıraktıkları kendilerini çevredeki yerleşim yerlerinden gidecekleri ölüm yolunda kendilerini uğurlamaya gelenlere bakıyorlardı. Meçhul yerlere giden bu askerlerden kimileri elindeki kepi ile, aşağıdaki halka kepini sallayarak onlara selam verirken, kimileri de onlara eliyle asker selamı veriyorlardı.
…..Onları tahta iskeleden meçhule doğru yolcu eden binlerce halk da, aşağıdan onlara sevgi gösterisi yapıyor, onlara kimileri el sallıyorlardı. Kimileri de, durmadan akan gözyaşlarını sildikleri mendillerini sallıyorlardı.
…..Ne olduysa oldu, o sırada halkın arasından birkaç kişi, bez üzerinde “ Arapça kahrolsun İngilizler, kahrolsun İngilizler, İngilizlere Fransızlara ölüm. “ yazılı bir pankart açtılar. Bir başka insanlar da, başka taraftan ”gazanız mübarek olsun Anadolu’nun gencecik yiğitleri güle, güle, yolunuz açık ve şansınız bol olsun” gibi çeşitli yazıların bulunduğu pankartları açmışlar onları taşıyorlardı onların ellerinde.
…..Halk coşkulu olduğu kadar da, çok kızgındı. Sloganlar atıyorlardı. Ha bire iskelenin üzerinden bağırılıp duruyorlardı. Bir taraftan da bu ölüm yolunda savaşmaya giden askerlere moral olsun diye, el sallayıp çeşitli hediyeler sunmaya çalışıyorlardı.
….Gemideki ölüm yolunda, çöllere savaşmaya giden askerler gencecik o yiğitler oradaki kalabalığın ellerinde kendileri için sallanan yazıları görür görmez, nereye gittiklerini nereye götürüldüklerini şimdi daha iyi anlamışlardı.
.....Yaşı on sekizlik olan askere savaşmaya giden gencecik yiğit İsmail ise, askere gitmeden önce babasının sözlerini bile dinlememişti. o kendisini korkusuz ve cesur İsmail olarak görüyordu. Geminin iskelesinden tarafa herkesler gibi o da gelmişti. O da yanındaki hemşerisi ve kendinin mahalle arkadaşı Ahmet ve diğer asker arkadaşları gibi aşağıya bakıyor ve aşağıdaki insanlara başından çıkardığı kepi sallayıp duruyordu.
….Onlar bindikleri yaşlı geminin üzerinden, keplerini ellerine almış hala aşağıdakilere el sallarken, aşağıda toplanmış kendini uğurlayanlardan kimisini anasının yerine, kimini de ona yola çıkarken nasihat eden kendi babasının yerine koyuyor, kimilerini de geride memleketlerinde arkalarında gözü yaşlı bıraktıkları çok sevdiklerinin ve yakınlarının yerlerine koyuyorlardı.
….Mehter takımı dersen aşağıdaki iskelede durmadan söylediği mehter marşları ile, hem askerlere gidenlere hem de oradaki iskelede toplanmış halka moral veriyor bir taraftan da onları uğurluyordu.
….Artık asker dolu yaşlı geminin içerisi çöllere savaşmaya giden askerlerle dopdolu olarak doldurulmuş bir vaziyette geminin iskeleden kalkıp hareket etme saati sonunda gelmişti. Gemiden yavaş, yavaş yukarı çekilen demir çapanın bağlı olduğu paslı zincirlerin sesleri duyulmaya başladı.
Bir gemi, kalkıyordu o limandan,
Yükü ölüm dolu, gözyaşları dolu,
Bir gemi kalkıyordu, eskimiş paslı,
İçi korkusuz yürek Anadolu dolu..
….Onları taşıyan içinde bulundukları o yaşlı geminin çapa demirinin bile, tam olarak çekilmesine lüzum kalmadan, o eskimiş paslı gemi ağır, ağır, denizin yüzünde arkasında beyaz köpükler çıkararak ilerlemeye başlamıştı ayrıldığı kalktığı tahta limandan. Gemi bir taraftan ilerlerken, diğer bir taraftan da denizden çıkan çapanın bağlı olduğu zincirin insanın içini gıcıklayan tuhaf sesleri duyuluyordu.
....Onları orada el sallayıp gerçek ana baba hatta birer sevgili gibi orada uğurlayan bütün insanlar, artık çok gerilerde kalmıştı. Bu yaşlı gemi içindeki kurbanlık yükleriyle gözlerden kaybolup gitmişti. Bizim bu askerle yüklü eski yaşlı gemi açıklara çıkınca hızlandı. Masmavi denizin yüzeyinde tam yol gideceği yere doğru gitmeye başladı.
….Ucu bucağı artık hiç görünmeyen, sanki sonu yokmuş gibi görünen bu mavi yolculukta , sabah güneşinin rengiyle kızıla bürünmüştü o mavi deniz, mavi denizin kızıllığı üzerinde arkasında maviyi beyaza çevirmiş köpükler bırakarak gidiyordu.
….Askerin morali bozulmuştu. Başlarında onları gidecekleri yere götürmekle görevli iyi yürekli bir teğmen, oradaki askerinin moralini düzeltebilir miyim acaba diyerek, iskelede toplanmış etrafı seyreden askerlerin yanına geldi. Askerlerin arasında tıpkı kendisi de bir er gibi karışarak, onlarla beraber kıyıdaki manzaraya bakmaya başladı. Derken onların yanına yanlarına eğitim yerinde iken hiç sevmedikleri asık suratı ile nam yapan sert bakışlı Şamil yüzbaşı da gelmişti.
….Denizin kıyı kısmında her taraf yemyeşil olan, limon ve portakal ağaçları vardı. Bir de onların arasına gizlenmiş, tarihi harabeler göze çarpıyordu. Öyle çok limon portakal bahçeleri vardı ki etrafta henüz dökülmemiş, çiçeklerinin kokusu denizde olmalarına rağmen rüzgârla onlara kadar ulaşıyor geliyordu.
…..Sonra yanlarına gelen kumandanları etrafındaki askerlere döndü, arkasından da konuşmaya başlayarak onlarla sohbet etmeye başladı.
….Bakın arkadaşlar dedi ve başladı anlatmaya. Şu karşı taraftaki gördüğünüz cennet gibi yerlerimizi hepiniz görüyorsunuz ya, işte oralar bizim vatanımızın toprağından küçük bir toprak parçasıdır dedi eliyle karşıları göstererek.
….Arkasından devam etti. Bu gün bizden Yemeni ve Mısır’ı elimizden almaya kalkanlar, hiç şüpheniz olmasın’ ki zaman gelir bir gün buraları da elimizden alırlar dedi. Şimdi sizler gittiğiniz yerlerdeki, bize ait olan savaşacağınız o toprakları iyi koruyalım ki, yarın bunlar bizden buraları da istemesinler ta buralara kadar gelmesinler dedi.
….Onu iskelede toplanmış can kulağı ile dinleyen ve gemide cepheye savaşmaya gönderilen bütün askerler onun yanında güvertedeydi, ve kumandanlarının etrafında hepsi Ahmet ve arkadaşı İsmail dahil birlikte çepeçevre hepsi birden oraya onun yanına toplanmışlardı. Yanlarındaki kumandanlarının onlara anlattığı söylediği bu savaşlarla ilgili sözlerini can kulağı ile yanında ayakta durmuşlar dinliyorlardı.
...Kumandanları askerlere sordu. Şimdi söyleyin bakalım bu cennet gibi vatan topraklarımızı yarın onlar buralara kadar geldiklerinde, sizler buraları dediğim elin gâvuruna vermek ister’ misiniz, yoksa istemez’ misiniz?
….İşte o anda bunu sormasıyla, on sekiz yaşındaki cesur korkusuz İsmail birkaç adım ileri fırladı ve birden bağırdı.
…..Hayır, hayır komutanım istemeyiz komutanım hayır, hayır, bizler istemeyiz. Topraklarımızdan bir karış yer bile vermeyiz kumandanım demeye başladı. Biz onları da başka düşmanları da bu topraklarımıza sokmayacağız dedi.
….Soruyu soran kumandan bu defa ilk önce istemeyiz diyerek, yüksek sesle bağırmaya başlayan o askerlerin içindeki İsmail’e doğru baktı ve birden gülümsedi. Aferin İsmail be İşte aramızda senin gibi vatan evlatları var oldukça, bu topraklar hep bizim kalacaktır. Ve analarımız babalarımız bu topraklarımızda hür ve bağımsız yaşamanın zevkine varacaklardır dedi. Bir anda askerlerin içinden bir gürültü koptu. Bizler de istemeyiz kumandanım, bizler’ de sokmayız düşmanı kendi topraklarımıza dediler.
….Kumandan bu şekilde bağıran askerlerin yüzüne doğru baktı ve sonra da gülümsedi. Onların yavaş, yavaş da olsa, moralinin düzelmekte olduğunu vatanseverlik duygularının konuşmalarıyla kabardığını morallerinin düzeldiğini görmüştü.
….Daha sonra o sevinçli ve askerleri ile gururlu kumandanları, onlara moral olsun diye daha başka olayları anlatmaya başladı. Kumandan onlara geminin içinde gittikleri bu ölüm yolunda cephelere giden yaşlı geminin güvertesindeki başına topladığı bu genç askerlere, Avrupalıların birlik olup bir haçlı ordusu kurduğunu, bu çeşitli milletlerden birleşik ordu haline gelmiş yabancı askerlerinin daha sonra, bu topraklara bir zamanlar topluca saldırdıklarından falan bahsetti. Sonra da Türklerin onları buradaki topraklarımızda nasıl yendiğini, bir zamanlar onları nasıl vatanlarından kovduklarını anlattı onlara eski geçmiş tarihten askeri bilgiler verdi. Sonra da denize dökülen, Göksu ırmağını gösterdi uzaktan. Arkasından’ da onu dinleyen askerlere yine bir soru yöneltti.
….İçinizde, haçlı seferlerini ve ünlü Alman kumandanı Barboraza’yı bilen var mı acaba arkadaşlar diyerek bir soru daha yöneltti.
….Kimi bu da kimmiş gibi kendi aralarında homurdanıyor, ilk defa duydukları bu yabancı kelimenin ne demek olduğunu merak edip anlamaya çalışıyorken, yine onu dinleyen askerlerin içindeki İsmail ortaya çıktı.
…Askerler İsmail’in el kaldırıp öne çıktığını görünce şaşırmışlardı. Komutanları onun kaldırdığı eli yine görmüştü. Ortaya çıkan el kaldıran İsmail’e baktı, baktı ama yine onun el kaldırmış olmasına şaşırmıştı. El kaldıran ortaya çıkan İsmail evet kumandanım, evet ben biliyorum dedi. Barboraza denen bu komutan haçlı ordularından olan bir alman asıllı subaydır diyerek bildiklerini sıralamaya başladı. Bu sorduğu Alman subayın komutasında toplanan ve onun emrine verilen değişik milletlerden oluşan Avrupalı askerlerin, hep birlikte buradaki topraklarımızı zapt edebilmek için, Anadolu’ya saldırdıklarını söyledi.
Göksu nehrinde birçok askerinin boğulduğundan ve bunların içinde kumandanların da olduğu söyledi memleketinden geçen Göksu nehrinde aynı olayların yaşandığını hatta o zamandan kalma bir Alman mezarlığının falan olduğundan bahsetti. Bir askerin hem de okullarda okumamış cahil kalmış bir askerin bunu bilmesine komutan şaşırmıştı. Sordu.
….Sen nerelisin dedi. Bunları anlatan İsmail Ermenek ‘li olduğunu söyledi.
….Onlar bunları anlatırken konuşurlarken bindikleri gemi sessiz sedasız mavi sularda köpükler çıkararak Mersin limanına doğru yol alıyordu.
….Bir ara gemiyi takip eden denizdeki yunusları gördüler. Askerlerin pek çoğu anlatılan savaş hikâyesini dinlemekten, iyice sıkılmış olacak ki komutanın yanından ayrıldılar. Onlar da geminin güvertesinin bir başka yerinden, denizin içerisindeki kendileriyle birlikte suda atlayarak yüzen, yunus balıklarını seyre daldılar.
…. Sanki tıpkı onları, daha birkaç saat önce, iskeleden uğurlamış olan birçok insanlar gibi uğurluyorlardı o gördükleri yunus balıkları. Yunus balıkları geminin yanı sıra guruplar halinde atlayarak denizin içinde geminin hemen yanı başında yüzüyorlar, çeşitli akrobatik gösteriler yaparak denizin içinde sanki cepheye savaşmaya giden askerlere moral yolculuğu düzenliyorlardı.
….Kız kalesi uzaktan görünmüştü. Kumandan bu kalenin hikâyesini anlatmaya başladı.
Buralarda yaşayan bir zamanlar bir kral olduğunu bu kralın güzel bir kızı olduğunu bu güzel kızının rüyasında başkaları tarafından öldürülecek olduğunu gördüğünü ve onu koruyabilmek için bu kaleyi yaptırdığını ve bütün korumalara tedbirler almasına rağmen yine de kızının çevre köylerden köylülerin getirdiği incir sepeti içinde saklanarak adada ortaya çıkan bir zehirli yılanın sokması sonunda çok sevdiği kızının ölmüş olduğundan bahsetti.
…Bunu anlattıktan sonra denizdeki Yunusları gösteren askerlere Hz. Yunus hikayesini anlattı dinimizden bas etti. Onlar geminin güvertesinde hep beraber komutanın yanına toplanmış olarak, durmadan pür dikkat kesilmiş komutanlarının anlattıklarını ve Yunus peygamber olayını dinlerken, geminin sirenleri yeniden acı, acı çalmaya başlamıştır. Bu defa gördükleri yanlarından siren çalarak geçen bir başka gemidir.
“Onu gören ve gemideki değişik cephelere savaşmaya giden, belki de savaşlarda şehit bile olacak olan oradaki bütün askerler, birdenbire oradan yanlarından sirenlerini çalarak geçip de giden gemiden tarafa doğru baktılar.
….Siren çalarak giden bu gördükleri gemi bir başka çeşit gemiydi, kim bilir nereye giderdi hiç bilinmezdi amma, sessizce arkasında köpüklü sular çıkararak, yoluna devam ediyorken gerçekten de onun içindekiler yanlarından geçerken onlara sanki içindekilerin nereye gittiğini biliyorlarmış gibi el sallıyorlardı.
…..Bütün askerler komutanlarının kendilerine anlattıklarını dinlemekten vaz geçmiş , şimdi yanlarından geçip giden gemiye doğru, bakmaya başladılar üzerinde kendilerine el sallayana onlarda el sallayarak cevap verdiler.
Vakit zaman ilerlemiş artık vakit, iyice ikindine doğru yaklaşmıştı. Güneşin kızıl ışınları, mavi denizin maviliği üzerinde yayılıp nerdeyse kızarak denizin derinliklerine tekrar batmak üzereyken, gidilen Mersin limanı uzaktan görünmeye başlamıştı. Gemi Mersin limanına daha varmadan, sirenlerini arkası, arkasına çalıyordu ve ortalığı yanık bir siren matemine çeviriyordu. Gürültüsü duyulmayan şehrin sokaklarını bu geminin sirenleri çınlatıyordu.
….Cephelere savaşmaya giden askerleri taşıyan bu eski gemi, yavaş, yavaş Mersin limanındaki, derme çatma ahşap iskeleye doğru balıkçı kayıklarının arasından geçerek yaklaşırken, yine o bildik sesler gelmeye başlamıştı.
…..Yine onları, daha önce de, gemiye binerken olduğu gibi, yine askeri birliklerin meşhur dokunaklı mehter marşını çalan mehter takımı onları karşılamaya gelmişti ve iskelede askerler mehter marşını çalıyordu. Bir bölük dolusu silahlı askerler de silahlarıyla tam takım iskelede durmuş en önde komutanları sıralanmışlardı.
…..Cepheye asker taşıyan Mersin limanına yanaşan gemideki İsmail ve onun diğer asker arkadaşları oradan ertesi gün tren ile İskenderun’ a gitmek ve daha sonra oradan’ da yaya olarak Avanos dağları üzerinden Suriye’ ye gönderilmek üzere gemiden indirildiler.
….İndikleri yerde cepheye giden askerleri iskelede teslim alan, bir başka yeni komutanın emirleriyle gemiden indirilen bütün askerler, şehrin ortasından geçirilip , onları ölüm yoluna götürecek olan tren istasyonuna doğru yol almaya başladılar. Gemiden onları son kez selamlamak için atılan top sesleri onları orada belki de artık vatanlarından çok, çok uzak kalacakları, özlemlerini geride bıraktıkları sevdiklerini artık kalplerinin derinliğine gömecekleri ve bir daha göremeyecekleri son yolculuğuna doğru uğurluyordu.
…..Çünkü onların gittiği bu yol gidilip de dönülmeyen çok ıraktaki savaş bölgelerinin Yemen illerinin, Mısır çöllerinin ölüm kokan yollarıydı.
…..Yürüyerek gittikleri tren istasyonu çok fazla uzak değildi çok yakındı ama, gidecekleri istasyon tam şehrin içindeydi. Şehrin ortasından onlar marşlar söyleyerek geçerken çevreye insanlar toplanmış, yanlarından geçip giden onlara büyük bir tezahürat göstererek, onları yine alkış yağmuruna tutuyorlardı.
…..Kimileri de ne bulduysa önceden olduğu gibi yine cepheye giden askerlerin yanına hemen sokuluyor onlara askerlere uzatarak bir şeyler vermeye çalışıyorlardı. Halk yine orada da önceki yerde olduğu gibi coşkuluydu. Yine burada da duyguluydu ve yoğun bir duygu seli akıyordu onların etraflarında.
…..Kimi askerlere yol boyunda ekmek arası paket edilmiş helva ekmekler uzatırken, bunların kimilerine’ de gittikleri yol boylarında yine onlara çamaşır paketleri falan uzatıyorlardı. Ya da örülmüş çoraplar gibi başka giysiler vermeye çalışıyorlardı.
….Halk tren istasyonun etrafını daha onlar daha oraya gelmeden doldurmuştu. Kadın erkek çoluk çocuk şehirde kimler varsa yaşlısı genci çoluğu çocuğu yine daha önceki gibi herkesler toplanıp gelmişler oradaydı ve savaş bölgelerine gidecek olan bu askerlerin istasyona gelmesini bekliyorlardı. Atık onları ölüm yoluna götürecek olan, Hicaz şimendiferi hazırdı ve, ona Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplanıp buraya gelmiş yüzlerce binlerce gencin belki de son kez binme zamanı gelmişti.
Bir tiren kalkacak orda birazdan,
İçi duygu yüklü, ve yürek yüklü,
Gelmiş birçok yiğit, Anadolu dan,
Gencecik ve de, burnu sümüklü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.