Ne Delikmiş Ama...
Yatak odası, apartmanların arka tarafına bakıyordu. Oldukçada genişti. Gazete kâğıdı rengi duvarlar yatak odası takımının açık kahverengiyle uyumluydu. Elbise dolabındaki ayna ise loş odayı yinede aydınlatmaya yetiyordu. Pablo Picasso’nun henüz yirmili yaşlardayken çizdiği ve ressamın o dönem sevgilisi Louise Lenoır’ı yatakta çıplak ve birbirine sarılmış olarak gösterdiği “Etreinte” tablosunun çakmasının bir örneği yatağın başucunda erotik duruyordu.
Adam, yatağın içinde doğrulup, yarı aralanmış gözü saate kaydığında, neredeyse öğlen olmak üzeriydi. Eşinin sıcaklığı da çarşafta henüz kurumamıştı. Elini saten çarşaf üzerinde gezdirdiğinde gülümsedi. Başucundaki lambasını söndürüp, paketinden aldığı son sigarasını yakıp, gözlerini belli belirsiz bir süre tavana dikti. Odanın sessizliğini bozmak istedi. Biraz yana kıvrılıp, en sevdiği Vivaldi’nin “The Four Seasons” yazan CD’yi seçip, müzik dolabına yerleştirdi. Odanın içi dört mevsimin güzellikleriyle dolmaya başladığında adamın gözleri de tavanda hala eski günleriyle meşguldü. Müzik bittiğinde sigarasını da sonlandırıp, izmaritini kül tablasında uzun süre ezdi. Loş odadan biran önce ayrılmak istedi. Banyo’ya girdiğinde, eşinin parfümünün kokusu henüz dağılmamıştı. Gözlerini kapatarak kokuyu içine çekti. Buğulanmış aynaya baktığında saçlarının dağınıklığını zorda görse elleriyle düzeltti. Eşinin banyo yaptığını anladı. Yüzünü yıkayıp elbise dolabına yöneldi. Bugün ne giyeyim diye düşünerek dolabın önünde uzun süre oyalandı. Öylesi mevsimdi ki, ne kış, ne de ilkbahar’dı.”Mevsimler aldatıcı” diyerek yine de çok sevdiği mavi kazağını tercih etti. Geceden kalan desenli baksır’ına bakıp, onu da bir çırpıda değiştirdi. Askılığa bıraktığı kotunu da giyip, aheste adımlarla mutfağa geçti. Soğumaya yüz tutmuş çayın altını yaktı. Kapalı mutfak perdesini araladığında, güneşte huzmelerini odanın içine salmaya başlamıştı…
Bugün çok değişik gün diye düşündü. Haftanın son çalışma günüydü. “Allah’tan yarın eşim evde” diye çok sevindi. Son lokmasıyla çayını yudumladığında, doymuştu. Kahvaltılıkları toplayıp, salona geçtiğinde üçlü koltuğa televizyonu açıp uzandı. “ Öğlen haberleri de pek keyifli değil! Ergenekon, Fener Derneği Davası, Savcılarının yetki savaşı, memleket nereye gidiyor?” diyerek hayıflandı. Sinirlenerek kaç gündür aklında olanı yapmak istedi. Haberleri sunan spikerin; “Şimdi Ankara’ya Bağ…” sözünü tamamlamadan kumandanın tuşuna nazire yaparcasına sinirlice dokundu. Kaç gündür ertelediği internet’i çalışma odasına bağlamak için bacanağından aldığı matkabı naylon poşetinden çıkardı. Matkaba uzun ve kalın ucu takıp çalıştırmaya başladığında, duvarda işaretlenen yerde toz dumandı. Adam matkaba yüklendikçe yükleniyordu. Matkabın ucu sınır tanımıyordu.. Artık yarı yol alınmıştı. Son darbeyle birlikte bıçak da kemiğe dayanmıştı. Matkabın ucu takılmıştı. Önündeki engel öyle böyle değildi. Adam, “Demir” diye düşündü. Olanca gücünü omuzlarının yardımıyla tekrar yüklenmeye devam etti. Sonunda matkaptan çıkan ateş, neredeyse alev alacaktı. Sinirler terle birleşiyordu. “Allah! Allah!”sesi, duyulmuyordu bile.. Matkap artık pes etmişti. Ucu içeride öylece boynu bükük kala kalmış, matkapsa kendi halinde dönmeye devam ediyordu. Adam sinirlenerek matkabın tetiğini bırakıp, yuvasında kalan ucu çıkardığında; “ Ne delikmiş ama!” diyerek alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi. Matkabın ucunu birkaç kez daha takmaya çabalasa da artık zemberek yuvasından çıkmıştı. Matkap dönmüyordu. Adam, bozulan matkabı önüne serdiği gazetenin üstünde eli yüzü yağ içinde tamir etmeye çalışsa da beceremedi. Sonunda söylenerek içinden sağlam aldığı poşete, dağınık biçimde geri koydu…
“Delik” öylece kalmıştı. Adam “Emanetin canı burnunda olurmuş” diyerek, matkabı tamire götürmeyi düşündü. Günler günleri kovaladığında matkap hala poşetin içinde toplanmayı bekliyordu. Delikse, odanın içinde sırıtarak bir başka matkabın ucunu bekliyordu.
Günlerden Cuma’ydı. Adamla kadın yatağın içinde keyifliydi. Kadın, izinli olduğuna çok sevindi. Adamsa karısının yataktaki sıcaklığına sevindi. Telefon sesiyle irkildiler. Ardı ardınca çalmaya devam ettiğinde, kadın;
“Telefona baksana canım” diyerek yorganı tekrar kafasına çekti. Adamsa üşengeç bir sesle;
“Sen baksana, sana daha yakın” Kadın, kafasını kaplumbağa yavaşlığında yorgandan gözleri kapalı telefona baktığında, karşısında eniştesiydi. “ Matkap lazımdı. Dükkâna raflar geldi, monte edeceğim” sözleri telefonun ahizesinden odanın içinde duyuluyordu. Adam, yatağın içinde doğrulup, karısına ne diyeceğini bilemedi. Karısı, “Tamam” sözcüğü ile özlediği uykusuna tekrar dalmıştı. Adamın gözleri bir kez açılmıştı. Her sabah daldığı tavana öylece baka kaldı. İçinden, “Neyse olan oldu artık. Bozulduğunu söylerim. Olmazsa yenisini alır, veririm” diyerek sigarasını yaktı. Odanın içi dumandan boğulmuştu…
Kahvaltı sofrası diğer günlere göre daha özeldi. Neredeyse kuş sütü eksikti. Kadın;
“Hayatım neden iştahın kesildi”
“ Sigara iştahımı kesti”
“ Yok yok! Senin bir derdin var”
“ Önemli değil ya!”
“ Ne oldu ki? Ben kocamı tanırım, söyle ne oldu?”
“ Bacanaktan aldığım matkap mevta!”
“ Aman sende! Bende bir şey var zannettim. Üzüldüğün şeye bak. Şimdi keyfimizi bozmayalım. Hem kahvaltıdan sonra yenisini almaya gideriz.”
Araba alış veriş merkezine keyifli gidiyordu. Matkabın yenisi alınmıştı. Adam, park ettiği arabasına binip, kemerini eşiyle birlikte taktığında her şey yolundaydı. Henüz yeni sürat almaya başlayan araba kavşağa dönmek için sinyal verip, şerit değiştirmeye geçtiğinde arkadan gelen aracın şiddetli vurmasıyla adamla kadın, yirmi metre ileriye nasıl fırladıklarına anlam veremedi. Kadın kafasını tutarak adamla birlikte araçtan indiklerinde arkadan vuran arabanın önü harap olmuş, motordan çıkan dumanlar ortalığı sarmıştı. Genç delikanlı kazanın üzüntüsünden yanındaki kız arkadaşıyla ne yapacağını bilemedi. Önce öylece dona kaldılar. Genç, sonradan çözülen diliyle biryandan suçsuzluğunu ispatlama telaşında, bir yandan da kız arkadaşının kanayan eline pansuman olmaya çare oluyordu. Artık olan olmuştu. Kazanın ufak sıyrıklarla atlatılması mucizeydi. Adam kendi arabasının arkasına baktığında şaşırdı. Birkaç çizik olmasına anlam veremedi. “ Ne sağlam arabaymış!” diyerek trafik polisi beklendi. Tutulan kafalar ve kanayan ellerin tamponu arasında kazanın mütalaası da şoförlere düşüyordu. Çevreden gelen “Geçmiş olsun” dilekleri üzüntüyü bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordu. Trafik polisi geldiğinde, şoförlere tutuşturulan “Kaza Tutanakları” doldurulup, karşılıklı teslim edildiğinde; Genç şoför;
” Bugün bizim mutlu günümüzdü. Nişanlımla nikâh günü almaya gidiyorduk” Adam;
“ Her şeyde bir hayır vardır. Bizlere bir şey olmadı önemli olan bu” Genç delikanlı “ Üzerimizde nazar var, nazar” diyerek beklemeye koyulduğunda, adamda kaza yerinden “Ne delikmiş, ama!” diyerek ayrıldığında, havada kararmaya yeni başlamıştı…
Ertuğrul Erdoğan/Bursa
19 Şubat 2010