DİNLENME
DİNLENME
Çeşitleri çoktur dinlenmenin. Yasal dinlenme, tele kulak çetesi tarafından dinlenme, bir mecliste dinlenme, mahkemede dinlenme, yorulunca dinlenme gibi… Bu yazının konusu, dinlenme türlerinin sonuncusudur. Sarı sıcakta ekin biçerken yorulunca bir pınar başında koyu gölgeli bir söğüt altı bulan çiftçi, tüm yorgunluğunu atarak dinlenir, kısa zamanda.
Yıl boyu yorulan bir emekçi, varsa deniz kenarındaki kurumunun dinlenme ve eğitim tesislerinde dinlenir. Yayla, dağ başı gibi yerlerde de kurulmuş, eğitim ve dinlenme tesisleri vardır. Ilgaz’ da gördüklerimiz nefisti…
İlginç bir dinlenme tekniğini Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm adlı kitabında aynen şöyle anlatır: “ Alacaüvekliler, kasabaya giderken köyden çıkar çıkmaz arkalarından azgın bir boğa geliyormuş gibi seğirtiyorlardı. Bitkin düşünce kocaman bir kayayı sırtlayıp bir zaman tıslaya tıslaya yürüyorlardı. Kayayı sırtlarından atar atmaz kendilerini bir kuş gibi hafif hissediyor, yeniden seğirtiyorlardı.”
Bir başka dinlenme olayını da şöyle anlatırlar: adamın biri, sırtındaki ağır yükle kan ter içinde köyüne dönerken yolda yemek yiyen tanıdıklarına rastlar.
-Buyur ağa yemek yiyelim. Hem de biraz soluklanırsın, davetine uyarak yemek yer ve dinlenir. Bu arada teri soğumuştur. Tekrar yüklendiği yükü eskisinden kat kat ağır hisseder. Yemek ikram edenlere çıkışır.
-Keşke yolumdan alıkoymasaydınız. İyilik ettiğinizi mi sanıyorsunuz!
Dinlenmek, adamına göre değişir. Kimi müzik dinleyerek, kimi, kitap okuyarak, kimi, balık tutarak, kimi sırt üstü uzanıp hayal kurarak, kimi top oynayıp duş alarak, kimi, sevdikleriyle sohbet ederek, kimi denize ya da havuza girip yüzerek. Daha aklıma gelmeyen, ya da çevremde hiç tanık olmadığım ne kadar dinlenme şekli vardır kim bilir…
Bana gelince öğleye kadar okuyup yazarak öğle sonu öğretmenevimize uğrayıp ya receptionda sohbet ederek, ya bilgisayar odasında siteleri inceleyerek, ya da oyun salonunda iki el okey oynayarak dinlenmeye, yılların yorgunluğunu atmaya çalışıyorum. Ne var ki, oyun salonunun dışındaki yerlerin hepsi kusursuzken nedense oyun salonu, girilecek, oturulacak gibi değil. Yer altında, bodrumda tıkış tıkış bir oda. Küçücük bir pencereden havalandırılacak ama pencere açılınca itirazlar yükseliyor. “Cereyan yapıyor hasta olacağız.”diye. Hani cehenneme yeni bir günahkâr getirilirken cehennemde yatanlardan birisi bağırıyormuş: “kapıyı açık bırakmayın, üşüyorum.” Diye. Bizimki de o hesap işte.
Madem beğenmiyorsunuz, neden gidiyorsunuz? Denilebilir.
Kahvehanelere gider, bir iki saatimizi orada da geçiririz. Halkımızla iç içe eğleniriz ama kazın ayağı öyle değil. Yıllardır beraber çalıştığımız, kader birliği ettiğimiz arkadaşlarımızla, meslektaşlarımızla öğretmenevinde buluşuyoruz. Bir de öğretmen emeklisi olduğumuz için orasını evimiz biliyoruz. Ayrıca, “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.” cümlesi gereği, beğenmediğimiz yere mahkûm hissediyoruz, kendimizi.
Oyun salonu hariç, diğer her türlü özellikleriyle güzelliği yönünden Türkiye’nin önde gelen sayılı öğretmenevlerinden olmasına rağmen öğretmene yakışır bir oyun ve dinlenme salonuna sahip olamadık ta ben de ona yanarım.
Önemli günlerde öğretmen deyince mangalda kül bırakmayan yetkililerin dikkatine sunulur. öğretmene böyle bir oyun salonunu lâyık görenlerle iki el okey atarız inşallah emekli olduklarında.… Nasıl olsa emekli olunca onlar da gelecek aramıza.
Rasim Canbolat
YORUMLAR
İlâhi Rasim Bey, siz de alın okey takımınızı, çıkın bahçeye, kurun bir masa büyük çınar ağacının altında. Ne işiniz var öyle kapalı havasız yerlerde. Gönüller bir olsun. Arkadaşlarınız yanınızda olduktan sonra, nerede olduğunuzun ne önemi var ki.
Bir de dinlenme kısmı vardı sanırım. Ben en güzel dinlenmeyi, toprağın üzerine yatıp, yüzüme bir tülbent örterek, terleye terleye uyumaya derim; lakin yıllar var ki, böyle bir dinlenme şekli uygulamadım. Toprakta yatmayı özledim. Artık toprağa girdim mi, bir daha çıkmamak üzere yatacağım herhalde.
Güzel bir yazıydı tebrikler...sevgi ve saygılarımla...