- 789 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EBEDİ AYRILIK
Henüz dokuz yaşındaydım. Zayıf çelimsiz bir çocuktum. İki erkek kardeşim beş de ablam vardı. Bizim buralarda oğlun varsa yerin var toplumda. Oğlun yoksa hep gerilerde yer bulursun kendine. Zavallı annem benden önce iki tane erkek doğurmuş ancak Allah onlara kısa ömürler biçmiş.Çok üzülmüş garibim. Elleri nasırlı , yüreği can dolu, GÖNLÜ İNSAN DOLU ANNEM. Acı, yüreğini öyle bir kaplamış ki ağlamak çözüm olsaymış bir düzine oğlu olurmuş annemin.
Siz hiç kıraç tarlalarda taşın üstüne tohum saçtınız mı? Biz saçardık; belki biter diye. Belki inanmayacaksınız ama olurdu.Boyu biraz kısa verimi biraz az olurdu ama olurdu.Ben şuna inanırım ki yüce Allah kuluna mutlaka bir çıkış yolu verir. Yeter ki sabretmesini bil.Sabırdan başka ne gelir elden. Sabretmiş annem. Ben karnındaymışım bir süre sonra. Dokuz aylık merak benim doğumumla son bulmuş. Babam, yakınlarımız , ablalarım çok sevinmişler. Üstüme titremişler. Annemin tek işi ben olmuşum. Sırtından indirmezmiş beni. O indirse ablalarımdan biri alırmış hemen.
Artık annemin geceleri daha aydılık uykulaı daha tatlı olmuş. O’ nu uyutmazmışım bazen alır dışarı çıkarırmış , susarmışım. Benden sonra iki oğlu daha oldu annemin. Biz artık üç erkektik ve babam daha bir rahatlamış gururla gezer olmuştu.
En küçüğümüzün adı Cafer’di. Artık ona bakma görevi bize verilir olmuştu. Babam bizim de geleceğimizi düşünerek daha geniş bir ev yaptırmaya karar vermişti. Daha evimiz tam bitmeden yarım yamalak taşındık içine. Bir odası yetiyordu tüm ailye. Ancak sorun vardı ve para gerekliydi. Çukurova ne güne duruyor. Yaz geldi mi haydi pamuk talrlasına. Oradan kazanılan paranın ne kadar değerli olduğunu anlamak için orayı yaşamak gerek...Annem ve ablalarım pamuk hasadı için Çukurova’ya gitmişlerdi. Cafer artık tamamen bizim elimizdeydi. Köyde sadece bir ablam kalmıştı bize bakabilmek için. O’ da ancak evin işlerine yetişebiliyordu.
Biz yarı bitmiş evde kafamıza göre takılıyor, kendimize göre çelik çomak ne biliyorsak oynuyorduk ama Cafer hep yanımızdaydı. Cafer hastaydı ve çelimsiz bedeni bu hastalığa yenik düşebilirdi. Bir gün evimizin önündeki alıç ağacının altında oturmuş nar yediriyorduk Cafer’e. Birden Cafer’in gözlerinin siyahı gitti bembeyaz oldu göz bebekleri. Ne olduğunu anlayamamıştım. Hemen babama seslendim. Babam koşarak geldi. Hemen kolunu ağzına aldı ve ısırdı Cafer’in. Ne olduğunu anlamaya çalışırken babamın " Allahümme salli ala seyyidine muhammet" dediğini duydum." Cafer öldü" dedi. Yaşamın en acı yüzüyle karşı karşıyaydık şimdi. Kardeşim kucağımda ölmüştü. Diğer kardeşim İhsan’la bir kenara çekilip ağlamaya başladık. Ölümün yüzünün bu kadar soğuk ve bu kadar yakıcı olduğunu yaşayarak hem de kardeşimizle buluşmasına katlanarak görüyorduk. Küçücük yüreklerimiz yıllar sonra bile unutamayacağı bu acıya katlanmak zorundaydı.
Annem Çukurova’da borçlarımızı kapatmak için sıcağın her türüne karşı koyarken çocuğu meleklerle buluşmuştu. Babam ona haber etmenin doğru olmadığı kanaatiyle cenazeyi defnetti.
Artık kardeşimiz yoktu. Annem geldiğinde ilk Cafer’i sordu. Ancak o artık asla ulaşamayacağı bir uzaklıktaydı.Günlerce ağladı saya saya.Ne çare hiç bir gözyaşı Cafer’i geri getiremezdi. Boş odalar sesiyle yankılandı, acısına ortak oldu...
İşte benim ölümü ilk tanıdığım andı bu. Ölüm gözyaşı demekti. Ölüm ayrılık dmekti. hem de ebedi ayrılık.Ebedi ayrılıklar yaşamamanız dileğiyle...
YORUMLAR
Hüzün renkleri dolmuş yazıya. Erkek çocuğuna veilen değerin ağır yükü çökmüş, satırların omzuna. İçten ve samimi bir şekilde kaleme alınmış, ölüm meleğinin uçurduğu Cafer'in hikayesi. Size ve kardeşlerinize sağlıklı günler dilerim. Saygılarımla