- 1273 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TAVRA
Sevgili Zerrin Taşpınar’ın yazdığı bir şiir kitabı “Tavra” . Bir yolculuğun şiiri. 2 Temmuz ertesine doğru çıkılan bir yolculuğun. Her yolculuk gibi, o da bir hesaplaşma aynı zamanda. Her yolculuk gibi iç içe bir yolculuğu barındırıyor. Bunlardan biri, şimdiden, yaşanan günden yaşanan olaya doğru çıkılan yolculuk. Bir yangından başka bir yangına doğru. Bir soruyla ve bir tanımla başlıyor: “Bir salkım güneş düşüyor dallardan/ küskün, susuyor kalbimin mavi ötüşlü güvercini/ soruyor, gökkuşağıyla çevrelenmiş boynunu ölüme uzatarak/ nedir ağıtı ve alkışı bol bir ülkede yaşamak…?”
Yaşanan olay, kurbanlar bırakmıştır arkasında. Söndürülen yangın, arkasından sürüp giden yangınlar bırakmıştır. Kurtulanların duygularında başka yangınlar, kafalarında sorgulayıp durdukları başka tanımlar. Öyle ki, duygularındaki bu yangını ağıtlar azaltamaz:
“Şimdi ben bir ağıta versem sesimi/ azalır mı içimdeki yangın…?/ nedir inanç, kurban kim, adak nerde/ güzelliğin kovulduğu kocaman bir köy/ bir yılgın ülke…”
Yaşanan günden yaşanan olaya yolculuk, içinde bir başka yolculuğu da taşıyor. Şimdiki zamanda, bugünden geçmiş yıllara, söylencelerin ve tarihin derinliklerine doğru. Bu “ kocaman köy”ün, bu” yılgın ülke”nin geçmişine yapılan yürüyüşte bir tanrıça(Kybele), bir eski kent(Sebasteia), bir söylence ırmağı (Tavra), bir zorba çağırışımı(Baycu Noyan), ırmakların taşıdığı bir kıyım (Kerbelâ) ve sözcükleri ödünç alınan bir eski ahit(Tevrat) zaman zaman eşlik ediyor ozana.
Zaman zaman söz sırası alan, zaman zaman geriye çekilen bütün bu yolculuklar, bölünmelere uğramadan, bir tek uzun şiirin kabarıp alçalan dalgaları arasında ilerliyor. Her birinin kendi içinde vardığı sonla, hepsinin bir araya vardığı sona doğru. Sorgulamanın gelip dayandığı soru, tıpkı başlarken sorulduğu gibidir:” Ben, şimdi bir ağıta başlasam/şiirsiz, umarsız,soluk soluğa/ben,şimdi bir ağıta versem sesimi/yükselir mi bir buluta, güneşe ulaşır mı/ iki Temmuz doksan üç döner mi geri?..”
Ama bu soruya verilecek yanıtı, tarihin derinliklerine çıkılan yolculuk hazırlamıştır: Payına yaşamak düştüyse eğer/samanı yok, kıvılcımı üfle/ateşi dirime çevir/bir dağ lalesi gibi fışkıracak topraktan/haykır nasıl kapıldığını ilk yazda…”Tarihin derinliklerine çıkan yolculuk nasıl bir ülkede yaşadığını göstermiştir çünkü: Aşklar da yılkıya bırakılır benim ülkemde/ikincil bir yaşam olmaktan utanarak/ aşklar da ağıta verir sesini/ve ağıtlar umuda döner bir gün/ çünkü umut, gözleri keskin bir kartaldır/iz bırakmaz havada uçarken ve güçlü pençeleriyle parçalar ağı/ ve ağıtlar isyana döner bir gün.”
Yangında sağ kurtulan, kendini aşabilir artık. Sağ kalmanın ölümler karşısında getirdiği duygulardan da, ağıtsız kalmanın umarsızlığından da sıyırabilir kendini. Kalkıştığı yolculuk göstermiştir ki, “Ağıttan umuda bir yol olmalı/ bir yol dünyanın bütün ırmaklarına/ okyanuslara karışan dingin ve üretken/ deltalar gibi bir yol.”
Ağıtların bir gün umuda dönebileceğini öğrenmiştir. Ve ölümler karşısında şöyle diyebilir artık:”Ben işte bu yolda ölmeliyim/ kanırtarak kalbimin mavi ötüşlü güvercinini/ incinmiş bir ömürden ne kaldıysa çığlıkların bittiği an…”
“Tavra”yı kaç türlü okuyabiliriz, bilmiyorum Ama ben böyle okunmasından yanayım.Hem şiirdeki öznenin kendini yenilemesi,bir yangının küllerinden silkinip çıkması olarak, hem de şiiri yazanın kendisini aşması olarak. Taşpınar’ın yazdıkları,daha önce yazdıklarını geride bırakmış çünkü.İmgeleri olsun,örgüsü olsun,hem somutlayıcı çağrışımlarla dolu,hem de ayrıntılı bir anlatım inceliğinde.
Zerrin Taşpınar’a bin selâm olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.