Ferhat'ın Odası *
Bahçenin sol göğüs boşluğuna yerleşmiş yıllar evvelinden. Üç katlı ahşap ev. Temelinde ilk sahiplerinin terleri, ümitleri ve heyecanları olan. Cümle kapısından giremeyenin, ulaşamayacağı bir aşk gibi bekliyor. Saklıyor koynunda, içinde yaşayanları; rüzgârdan, kardan, yağmurdan, yakan güneşlerden… Saklayamayacağı tek şey var, yaşanan ve yaşanacak olanlar. Kederlerini silemiyor hiç mesela.
Cümle kapısı…
Zaptiye amiri gibi sokağa açılan noktada kesiyor yolları. Ona danışılmadan girilmez haneye. Kıskanç bir koca gibi hane kapısının vefalı bekçisi. Sağ tarafta naylon karışık bir urgan ip, sarkıtılmış bir küçük delikten. Çile gibi çekmeden o ipi, ev ahalisinin haberi olmaz gelenden. İlle de zahmeti çekilecek, çekilen iple birlikte ve bir çıngırak sesi duyulacak evdekilere. Orta kattan yaşlı bir beyaz tülbent kokusu uzanacak dışarıya. Beyaz nurlu bir yüz görecek ilkin, gelen misafir kimdir nedir. “Aç kızım gelen ağabeyin”, diyecek ki, girebilesin hanenin en sakini kendi evine.
Kapının kilidine takılmış bir ip, evden çekilmeli ve bırakmalı cümle kapısı, geleni içeriye. Kabul etmeli haneye.
Yürümelisin çocukken tırmandığın ağaçların arasından. Ve arkasına saklanıp yazdığın ilk aşk mektubunu yazan o çocuk halin, gülümsemeli yeniden sana. Büyümenin yorgunluğuyla, hiç birini göremeden hane kapısına varmalısın.
Yerlerden Bursa… Bahçede kestane ağacı buyur etmeli evine seni. Önünde eğilen bir uşak gibi. Gülümseyerek zevkli bir telaş ile…
Kilitsiz hane kapısından geçişin bir zorluğu yok. Bir anne gibi her daim açık zira. Soğuk sıcak, yalnızlık, hasret, özlem, hüzün… Ne kadar duygu biriktirmişsen gün boyu, hepsini toplayıp gelsen de, almaya hazır seni gönlüne. Kapının önünde çıkardığın ayakkabılarından sonra, çıtırdayarak konuşan dizeme zemine, nağme tuttura tuttura basamaklara ilerliyorsun. Gelişinden haberdar hane halkına sesleniyorsun “ annem ben odamdayım…”. Uğurluyorlar “tamam oğul” diyerek, kendine kurduğun o huzuruna.
Usulca ama hız kesmeden, ikinci kat ve arkasından en üstteki kendi odan. Sen açmasan kapısını kimsenin açmadığı. Sen tatile gelmeden anneciğinin senin için temizlediği huzurlu sığınağın. Ter-ü taze bir gelin gibi süslenerek senin için bekletilen odan.
O eski mandallı kapı kollarından var hala üzerinde. Eski bir hayatı taşıyan menteşelerde hiç ses yok şikâyet adına gıcırtısızca açılıyor. Odan gülümsüyor yüzüne. “dostum sahibim, yazlık misafirim “ geldi diyerek. Beklediği belli oluyor.
Eski bir el halısı. En kırmızısını, saklamış eski zamanlar. Yılların içinde solmuş biraz belki ama gülüşünü kaybetmemiş o bile. Basmaya kıyamayacaksın neredeyse. Rıza etmiş yok zamanlarının yalnızlığında, yeter ki bas. Sen bastıkça kıymetleneceğinden haberdar sanki.
Kapının tam karşısında bir pencere. Yukarıya doğru sürülerek açılıp mandallanan.Yüzünü perdeleyen tülü çekip açmaya niyetlisin. Eski evin tek kederli yaşayanı bu pencereler. Değerini yitirdiğini gördükleri bir hayata açıldıklarından mıdır bilinmez. Açılmaya isteksiz ve gıcırtılar sancılar içerisinde. Yine de ısrarına dayanamadan, sahibine uyup rıza ediyorlar girecek serinliğe.
Pencereye yarım metre uzakta dışarıyı görecek bir masa. Sırtın kapıya yüzün sokağa meyyal. Kıble ayarlı pencerenden girip buluyor gönlünü her mısra. İlahi bir ses rüzgârın saçlarına bağlıyor her satır ve mısraı. Başın dönüyor bu odada. Tahta bir sandalye koymuşsun masanın önüne. Minder olsa daha da rahat edeceksin besbelli.
Ama rahat etmek kimin umurunda öyle değil mi?
Bir sürü kara kalem bulaşığı kâğıt, sol tarafında ve ip gibi üst üste dizili açılmış bir temiz kâğıt paketi. Gelenin nizamı intizamını kaybettiği ellerin, eski çatlak bir bardaktan bozma kalemliğine uzanıyor.
Gözlerin hâlâ mavi. Aklında kara bir deniz. Bu gün günlerden Karadeniz olsun deyip, kurşun olanı alıyorsun eline.
Yazmak…
Ya olmasa...
Gözlerinin önüne dizdiğin kitaplarını kim bilir kaç kere hatmettin. Onlar seni seyir ediyorlar artık. bir gün aralarında bir mavi göz duracak biliyorsun. Onlar bekliyor.
Sen bekliyorsun. Saatler geçiyor. Gün geceye devrediyor her zamanki gibi. Çay olsaydı demediğin tek ev seninki. Ara ara kız kardeşin tıklatıp kapını, koyuyor masana.
Nasıl güzel şey bu evde yazmak.
Sevdiklerin bir adım aşağıda sen Rabbine yakın…
Üst katta oturmak lazım. Ama bir gün şunu yap Ferhat, cümle kapısından girdiğinde başını kaldırıp üst kat pencerene bak. Ne kadar yakın ve ne kadar uzaksın toprağa.
Odana çıktığında pencerenden aşağıyı seyret, hiç değilse bir kere. Gör, ne kadar yakın ve ne kadar uzaksın Tanrıya.
*******
*sıkıntılı bir dönemde şiir adına yardımını gördüğüm yeni tanıdığımız bir şair dostumuz Ferhat Gülsün bey. Bu oda onun için kurgulanmıştı. Yayınlanmak için sırasını bekliyordu. Umud ederim ki son haliyle görmek kısmet olur ona da. İyi niyetiniz için teşekkür ediyorum Öğretmenim.
YORUMLAR
Pencereye yarım metre uzakta dışarıyı görecek bir masa. Sırtın kapıya yüzün sokağa meyyal. Kıble ayarlı pencerenden girip buluyor gönlünü her mısra. İlahi bir ses rüzgârın saçlarına bağlıyor her satır ve mısraı. Başın dönüyor bu odada. Tahta bir sandalye koymuşsun masanın önüne. Minder olsa daha da rahat edeceksin besbelli.
Ama rahat etmek kimin umurunda öyle değil mi?
Bu ne müthiş ifadeler. Yüreğinize sağlık. Selam ve sevgiler.