- 733 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-Şehrin Karanlığında Aşk-
Buraya gelmeden önce büyük bir şehirde yaşıyordum. Belli bir süreden sonra rutinleşmiş bir hayatın pençeleri arasında mekik dokuyordum. O zamanlarda, sabahları güneşin doğuşundan hemen sonraki güzelliği gerçek tadıyla yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. Bunu yaşamamak için gerçek bir nedenim de yoktu aslında… Bütün duygularımı bedenimin küçük bir cebine sıkıştırıp, bazı şeylerin değişmesini bekliyordum sanki… Gün boyu bir bedenden ibaret olan varlığımla dolaşıyordum her yerde. Bütün bunların farkındaydım. Ama bazı şeylerin değişmesinin beklentisiyle özel alanlarımı dondurmuş, hazlarımı yaşama zamanını erteliyordum. Sürekli bir çalışma içindeydim. Bir şirkette muhasebe işlerine bakıyordum. Benden sürekli bir şeyler isteniyordu. İşlerin günlük olarak bitirilmesi gerekiyordu. İşlerimi bitirdiğim zaman ise gün bitmiş oluyordu çoğu zaman. Çoğunlukla günün nasıl bittiğinin farkında bile değildim. Makine cızırtıları, ne anlattıklarına pek dikkat etmediğim ama sesleri sürekli bir uğultu halinde kulağımı dolduran insan sesleri, kağıtlar, işlevleri farklı bir sürü alet ve eşya içinde çalışıyordum. İşim çok dikkat ve dolayısıyla rahat bir ortam gerektirdiği halde, çalıştığım yer dar bir alandan, işime oranla küçük bir masadan ibaretti. Şehrin kenar mahallelerinin birinde küçük bir ev kiralamıştım. İşyeri hayatımın dışındaki zamanımın büyük bir kısmı burada geçiyordu. Kendimle baş başa kalmayı seviyordum. Ya da bu hayata başladıktan sonra böyle yaşamayı sevmeye başlamıştım. Kendimce küçük bir müzik arşivi oluşturmuş, zamanımın çoğunu bu müzikler eşliğinde kitap okuyarak geçiriyordum. Şiire merak sarmıştım. Elime geçirdiğim bütün şiir kitaplarını okurdum. Sanırım insanın yalnızlık zamanlarında en yakın olduğu sanat dalıydı şiir... Müzik ve şiir… Bu meczup hayatımın belki de en canlı renkleriydi. Veya uzak kaldığım ışığın, hayatın canlı renklerinin temsilcileri olarak girmişti hayatıma bu iki güzel sanat... Gün geçtikçe insanlardan uzaklaşıyor, şiirin soyut dünyasına daha çok dalıyordum. Müzik bu yolculukta bana eşlik ediyordu. Alıştığımdan mıdır bilmiyorum, yalnızlık duygusu benim için bir tercih olmaya başlamıştı. Artık yalnız olmak bana zevk veriyordu. Bunları düşündükçe kendimden ürktüğüm de oluyordu. Acaba gün geçtikçe asosyal bir kişilik hali mi gelişmeye başlamıştı bende? Bu bir çöküş müydü? Bir depresyon mu yaşıyordum? O günlerin güncel olaylarına yabancı kaldığım için çoğu zaman işyerinde konuşulan konulara da katılamıyordum. Acaba insanlar dışarıdan bana baktıkları zaman neler düşünüyorlardı. Tuhaf bir adam gibi mi görünüyordum. İşlerim aksamıyordu, yanlışlar yapmıyordum ama insanlar tarafından normal biri gibi görünmediğimi hissediyordum. Bu bende bir kompleks haline dönüşebilirdi. Bir an önce bir şeyler yapmalıydım. İnsanların şüphe ve endişeyle yaklaştıkları bir insan görüntüsünden uzaklaşmalıydım. Bunu en azından yaşantımın gereklerini karşılayan işimin geleceği için yapmalıydım. Kendi evimdeki görüntüm pek sorun değildi. Bu sadece beni ilgilendirirdi. Kendi yaşantımdan pek de rahatsız değildim. Ama başkalarının ilgileri beni rahatsız ediyordu... Bir şeyler yapmalıydım.
…
Onunla tanışmam bir tesadüften ibaretti. Her zamanki gibi evde dinlediğim müziklerden almak için bir cumartesi günü plakçıya gitmiştim. Çoktandır almayı düşündüğüm, aslında kimsenin pek ilgilenmediği birkaç albüm arıyordum. Plakçıdaki tezgahta kendi müzik anlayışıma uyan alana doğru ilerlerken, onun sesiyle irkilmiştim.
-Merhaba Ergin!
Şaşırmıştı:
-Ne arıyorsunuz burada…
Ne demem gerektiğine karar veremeyecek kadar şaşkın bir vaziyetle;
-Plak alacaktım. Arada bir uğrarım buraya…
-Demek hiç tesadüf etmemiş, bende sık sık buraya gelirim.
-Bu müziklerden hoşlandığını bilmiyordum. Dedim. Hala şaşkınlığımı atamamış bir vaziyette…
-Etnik halk müziklerini çok severim. Senin de bu tür şeylere ilgi duyduğunu bilmiyordum.
-Yalnızken dinlemeyi çok severim. Beni alıp götürürler. Başka hayatlar yaşatırlar.
-Evet başka yerlere götürürler insanı... Demişti. Benim de almayı düşündüğüm bir plağı alırken… Sonra beraber vitrinleri dolaşıp, bir iki plak aldıktan sonra beraber çıkıp evlerimize gittik. Suzan benim çalıştığım şirketin satış departmanında personel sorumlusuydu. İş yerinde zaman zaman karşılaşıyorduk. Fakat ilişkimiz nezaket icabı selamlaşmalardan öteye geçmiyordu. Zaten görünüş itibariyle işyerimde insanlarla diyalog kurmayı pek sevmeyen, etrafa elektrik veremeyen biriydim. Onunla farklı bir ortamda farklı bir amaç için karşılaşmak beni şaşırtmıştı. Bu ortak özellik beni heyecanlandırmıştı. Anladığım kadarıyla gün içerisinde görüntüsüyle karşılaştığım Suzan’ın başka bir boyutuyla karşı karşıyaydım. Bu yönü, onunla aynı ortamda bulunduğum uzun zamandan bu yana kurduğum en uzun diyaloğa neden olmuştu. Tuhaf bir duygu sarmıştı beni. İlk defa ertesi gün işyerine gideceğim için heyecanlanmıştım. Ve ilk defa evimde geceyi bu kadar gergin ve endişeli geçiriyordum. Müzik dinlememiş, şiir okumamıştım. Yatağıma erken girmiş fakat uzun süre uyuyamamıştım.
Ertesi gün işyerime giderken daha özenli davranmaya çalıştığımı fark ettim. Her günkünden daha bakımlıydım. Bunu bilerek yapmamıştım ama kontrol edemediğim bir güç sabahleyin beni aynanın önüne götürmüş, saçlarımı düzeltmiştim, dikkatli giyinmiş evden öyle çıkmıştım. İşyerimde ilk defa bu kadar çok insanla göz göze gelmiştim. İnsanları tekrardan gözden geçirme kararımdan mıydı yoksa insanların karşısına her zamankinden farklı bir görüntüyle çıkmaya çalışmamdan mı kaynaklanıyordu bilmiyorum ama karşılaştığım herkesten gözümü kaçırmıyordum. Gözüm Suzan’ı arıyordu aslında… Ne yapmam gerektiğine karar vermiş değildim. Ama fazla bir çaba göstermeden onunla karşılaşarak bir selamlaşmayı umuyordum. Her zamankinden farklı bir iletişim olacağından emindim.
İşler iyi gitmedi. Suzan’ı o sabah hiç görmeden masama kadar gitmiştim. Sanki gizli bir güç bunu özellikle engellemiş gibiydi. Onca çaba göstermeme rağmen görememiştim onu… Oysa daha önceki zamanlarda aynı gün defalarca karşılaştığım oluyordu. O zamanlar bunu istemiyordum tabii… İnsanlarla ne kadar az karşı karşıya gelsem hayat benim için o kadar az stresli oluyordu. Yine her zamanki rutin işime başlamıştım. Fakat bir gözüm etraftaydı. Her an bir taraftan çıkacağını ve onu göreceğimi hissediyordum. Oysa o gün ona hiç rastlamamıştım. Belki de bunu bilerek yapıyordu. Ona karşı kabaran hislerimin farkına varmış ve beni biraz daha etkisi altına almak için sinsice hareket ediyor olabilirdi. O gün akşama kadar Suzan’a hiç rastlamadım.
Ertesi gün tesadüfen aynı anda işyerine girerken yakaladım onu… Çok heyecanlanmıştım.
-Merhaba…
-Merhaba, nasılsın..!
-İyiyim, dün hiç rastlamadım sana ?
-Dün işe gelememiştim, biraz rahatsızdım.
Bunu duyunca müthiş bir rahatlama duygusu hissetmiştim. Demek ki içimde oluşturduğum kuruntuların tamamı yersizdi. Suzan dün hiç işe gelmemişti. Oysa ben onunla ilgili ne çok anlamsız şey düşünmüştüm…
Ondan hoşlanıyordum. Bunu kendime söylemeye cesaret edebiliyordum artık. Her an onu görmek istiyordum çünkü… Acaba o da benim için aynı duyguları hissediyor muydu? Bildiğim kadarıyla dışarıdan bakıldığında hakkımda güzel şeyler düşünülmüyordu. Kapalı bir kişiliktim. Herkes gibi Suzan da bunun farkında olmalıydı…
Artık her şey benim için dönüp dolaşıp Suzan’da kilitleniyordu. Bu yüzden başkalarının göz açısıyla duruşum beni ilgilendirmeye başlamıştı. Hakkımda düşünülebilecek her şey benim için birer merak konusuydu. Üstümdeki kötü imajı değiştirmem gerekiyordu. Suzan’ın bunların etkisinde kalmaması ve hakkımda varması muhtemel olacak yargıların önüne önceden geçmek için harekete geçmem gerekiyordu. İnsanlara bunu göstermeliydim. Ergin, herkesin tanıdığı ve konuşabildiği bir kişi olmalıydı.
O gün evde ayna karşısında kendi kendime provalar yaptım. İnsanlarla diyaloğa geçmeliydim. Bunun için hal hatır sormalı, güncel konularda söze girmeliydim. Düşüncelerimi insanlarla paylaşmalı, hakkımda doğru yargılara varmalarını sağlamalıydım. Belki bu sayede insanlar arasında daha önce zannedildiği gibi biri olmadığım kanaatine varılırdı. Suzan’a kadar ulaşmalıydı konular hakkında yürüttüğüm fikirler ve bakış açım… Onun beğeneceği gibi biri olduğumu düşünmeliydi. İnsanlardan hakkımda öğrendiği bilgiler ve etrafta benimle ilgili varılan olumlu yargıları üst üste koyarak ona uygun bir erkek olduğumu hissetmeliydi.
Ertesi gün işyerinde Ergin, yani ben, bütün güncel tartışmaların merkezindeydi. Gelip geçene, aylardır hiç konuşmadığım kişilere selam verip hal hatır soruyor, koyu tartışmalara giriyordum. Ama nedense kimse benimle hiçbir konu hakkında ciddi bir tartışmaya girmek istemiyordu. Yüzlerine yapmacık bir gülümseme takıp konuyu bir an önce kesmek ister gibi, benim söylediklerimi onaylıyorlarmış gibi davranarak haklı olduğumu kabul ettiklerini belirtip gitmek istiyorlardı. Ama ben kendimi daha uzun ifade etmeliydim. Ketum biri olmadığımı bilmeliydiler. En azından Suzan bunu bilmeliydi. Onlara aslında çok şey bildiğimi, zevklerim olduğunu ve zannettikleri gibi konuşulan şeylerin çok uzağında biri olmadığımı kanıtlamalıydım.
Akşam çıkış saatlerinde, sabahları denk gelirse girişlerde Suzan’a çeşitli yolları deneyerek rastlamaya gayret eder selam verirdim. Gününün nasıl geçtiğini sorardım. O da tatlı bir gülümseme takınarak sorduklarıma olumlu cevaplar verirdi sonra da hızlı hızlı uzaklaşıyordu. O kadarcık görüşmeler bile beni heyecanlandırıyordu. Giyim kuşamımı değiştirmiştim. Artık daha dikkat çekici şeyler giymeye çalışıyordum. Renkli kumaşlar seçiyordum. Gözlüğümü yeni model bir gözlükle değiştirmiştim. İnsanların dikkatini çekiyordum artık. Görenler gülümseyerek selam veriyordu bana… Güncel tartışmalarda söz aldığım zaman herkes susar güler yüzle beni dinlerlerdi. Bu benim hoşuma giderdi. Heyecanlanırdım. Anlatmak istediğim olayları, çeşitli konular hakkında fikirlerimi biraz da abartarak anlatıyordum. Bazı söylediklerime ben de şaşırıyordum sonradan. Acaba gerçekten bunları düşünüyor muydum diye… Ama artık eski Ergin yoktu… Eskisi gibi silik bir kişilik değildim. Herkesin dikkatini çeken, herkesin beğenisini kazanan bir Ergin vardı artık. Ve Suzan’a… Hayatımın kadını olmasını istediğim Suzan’a daha kolay ulaşabiliyordum. Onun gözlerini daha yakından görebiliyordum. Günün birinde mutlaka ona anlatacaktım her şeyi… Onun için hissettiklerimi, onunla birlikte tasarladıklarımı, onunla paylaşmak istediğim her şeyden konuşacaktım. O da bunu bekliyor olabilirdi. O da beni seviyor olabilirdi.
...
O gün sabahleyin Suzan’ın da işyerine girmesini denk getirmek için adımlarımı yavaşlatarak yürüyordum. Ve sonunda Suzan geldi, kapıya doğru ilerlerken her zamanki gibi yetişerek:
-Günaydın Suzan, dedim.
-Günaydın Ergin. Nasılsın bugün?
-Ben bomba gibiyim, sen de bugün çok şıksın.
-Her gün giydiğim elbise bu Ergin… Değişik bir durum yok üstümde… dedi.
-Olsun, bana çok şık göründün.
Sonra işyerine hızlı adımlarla girerken yüzünde kısa bir gülümseme belirip sönmüştü. Yerime doğru ilerlerken daha önce gelmiş arkadaşlar yerlerinden bana ‘günaydın Ergin’ diyorlardı. Bu abartılı ilgiden sıkıldığımı hissettim birden. Yerimde oturdum bir süre… Ama canım iş yapmak istemiyordu. Gergindim. Düşüncelerimi toplayamıyordum. Gözlüğümü çıkarttım. Sonra yine taktım. Bunu birkaç defa yaptım. Ayağa kalkıp bir yere gidiyormuş gibi ileri doğru atılıp tekrar yerime oturuyordum. İşyerinden birkaç arkadaşın dikkatini çektiğimi hissediyordum. Bir çay istedim. Çay geldi. Bir yudumda hepsini içtim. Yaklaşık olarak bir saat öylece geçti. Birileriyle konuşmam gerekiyordu sanki… Ama kiminle ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum. Hiçbir şeye karar veremiyordum. Yerimden kalktım. Birkaç masa ötemde aralarında bir şeyler konuşmakta olan birkaç iş arkadaşım vardı. Onlara doğru yöneldim. Ben gidince onlar da bana döndüler, her zamanki güler yüz yerine biraz endişeyle baktılar bana… İçten içe buna bozuldum. Ama onlara hissettirmedim. Elimden geldiğince kibar bir şekilde konuştukları konuyu sordum. Onlar da biraz rahatlamış gibi konudan bahsettiler. Ben de görüşlerimi belirttim. Olumlu karşıladılar. Ama kendi aralarında anlaşamıyorlardı. Onları ikna etmeye çalıştım. Karşımda Suzan’ın sureti beliriyordu. Sanki her şeyi ona anlatıyordum. Bir türlü ikna olmuyordu. Hangisine dönsem Suzan’ın sabahki yüzünü görüyor hırslanıyor ve anlatıyordum. Ellerim titriyordu. Böyle olmamalıydı. Bu kadar acımasız olmamalıydı. Benim hissettiklerimi görmezden gelemezdi. Uykusuz gecelerimi... Ona hazırladığım binlerce sözcüğü… Onun için nelere katlanabileceğimi… Yüzündeki gülümsemeyi beynime kazıyıp saatlerce, günlerce onunla konuştuğumu… Dünyanın bütün güzel sözcüklerini onun için bir araya getirdiğimi görmezden gelemezdi. Ona ne şiirler okuyacak ne öyküler anlatacaktım. Onun yüzü vardı döndüğüm her tarafta… Her yer uğultu içindeydi. Baktığım her yerde ve beynimin her noktasında onun yüzü belirip belirip kayboluyordu. Bir gülüyor bir sabahki yüz ifadesini takınıyordu. Uğultudan girdaplar oluşuyor içinde kayboluyordum. Sabahki yüzü peşimden bir kara bulut gibi, bir akbaba sürüsü gibi çığlık çığlığa geliyordu. Ona dönüp her şeyi anlatmalıydım. Her şeyi bilmeliydi herkes. Bütün hissettiklerimi… Bütün düşündüklerimi… Hayal ettiğim, onun için düşündüğüm her şeyi… Ona anlatmak istediğim her şeyi… Cümlelerim birbirinin içine geçiyor, boğuluyordum. Bir ömür boyu bitirilemeyecek her şeyi o anda anlatmalıydım. Bütün bedenim sarsılıyordu. Yüzüme soğuk bir şeyin çarptığını hissettim. Gözlerimi açtığımda işyerindeki herkes başımdaydı. İki görevli gelmişti. Kolumdan tutmuşlardı. Herkes işini bırakmıştı. Dışarıda bir ambulans duruyordu. Gözlerim Suzan’ı aradı. Suzan arkada bir sandalyeye oturmuş ağlıyordu. Onu son defa öyle gördüm. Ve beni götürdüler.
Orayı bir daha görmedim. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Şu anda görmeyi isteyip istemediğimi bilmiyorum. Doktorlar bir süre daha burada kalacağımı söylüyorlar. Oysa şiirlerimi ve evimi çok özledim.
Şemsettin KAYA
24.11.2005 Ankara
semsettin.kaya@
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.