ÇELİKLEME
ÇELİKLEME
İstanbul üzerinden gelirken Bolu, Köroğlu civanında aracım arızalandı. Karda müthiş bastırdı. Havada birazdan kararacak. Direksiyon başında ne yapacağımı düşünürken, aklıma geldi. Bir şekilde yardım istemeliydim. Ama kimden, kimden olacak geçenlerden. Aracımı hafiften yolu engellercesine bir konuma getirmeyi başarmıştım. Ama geçenler pek aldırmıyor, kardan kaydığımı düşünüyorlar. Yolu iyice kapatmağım sürece onlar için bir sakınca yok.
Bir yarım saat ya geçti ya geçmedi. Bir askeri jep önümde durdu. Bu bir askeri jepti. Bana sorunun ne olduğunu sordular, geçmiş olsun dileğinde bulundular. Aracımın bozulduğunu söyledim. İçinde bir yüzbaşı çıktı. Kaputtan şöyle bir baktı. Bizim anlayacağımız bir sorun değil, ben asker bir arkadaşı gönderir sorunu çözerim. Dedi tekrar araca bindi. Siz de üşümüşsünüzdür, gelin karakolda biraz ısının, bir çayımızı için dediğinde, çok sevinmiştim.
Onbeş yirmi dakika sonra bir karakola geldik. Yüzbaşının karakol komutanı olduğunu anlamıştım. Makam odasına oturduk. Sıcak birçok iyi gelecek dedi. Asker bağırdı. Bir çavuş geldi. Aracımın bulunduğu yeri tarif etti. Oraya Nihat’la git. Peugeot 307 bir araç var, sorunu nedir bir baksın ve halletsin. Bana döndü.
- Bir süre gecikeceksiniz, aramak istediğiniz biri varsa buradan arayabilirsiniz.
- Bu iyi olacak. Eşime durumu özetlesem iyi olacak.
- Tabi tabi, işimi vatandaşa hizmet etmektir.
- Teşekkür ederim.
- Memleketiniz.
- Kars
- Sizin
- Ben Afyonluyum.
- Güzel.
- Afyonluyum, ama şimdi her yerliyim, geziyoruz. Kars’ta da bulundum. İlk tayin yerim. Burası sizin Kars’a biraz benziyor. Özellikle Sarıkamış’a.
- Evet
Oda oldukça sakin ve sade idi. Bir makam masası önünde iki misafir koltuğu, bir çelik dolap ve birde soba vardı. Bu dağ başında insan sohbetine susamış bu insan, belli ki, konuşacak birini arıyordu.
- Nasıl buldunuz Kars’ı.
Uzunca bir sessizlik oldu. Beni bir merak aldı. Bu sessizliğin nedeni ne,
arkasında ne var. Oldukça merak etmeye başladım.
- Anlaşılan Kars’ı sevmediniz.
- Yooo, Ben kış mevsimini çok severim. Kış diyince aklıma hep Kars gelir. Hele çam ağaçlarını daha çok severim. Her mevsim yeşil, kışın karlı kürkünü giymiş bir insana benzetirim. Bir arkadaşım söylemişti. İnsan hangi mevsimde doğdu ise o mevsimi severmiş. Bilmiyorum ne ölçüde doğru. Galiba bir doğruluk payı var ben, Şubat doğumluyum.
- İlginç.
- Kars’ı sevmekten çok, hüzünlenirim.
- Neden!
Yine uzunca bir sessizlik oldu. Önceki duyguları, düşünceleri yaşadım. Bir kere
daha düşündüm. Bunun altında bir şey var. Hüzün, diyince anladım ki, acı bir olay başından geçmişti. Yüzbaşının yüzünü okumaya çalışıyorum. Masanın üzerindeki isimlikte adı yazıyordu. Yılmaz Şalak, Jan.Yzb. Bir ara öyle bir sessizlik yoğunlaştı ki, sobanın çıkardığı yanmanın sesi duyuluyordu. Sonra bana döndü.
- Bilir misin ben Karslıları çok severim. Kars soğuktu. Ama insanları sıcaktır.
- Teşekkür ederim. Sanırım başınızdan kötü bir olay geçti. Anlatmaya bile zorlanıyorsunuz.
- Aynen öyle.
- Sizi rahatsız edecekse anlatmayın.
- Yıllarda geçtikçe yara kapanır, ama izi uzun süre durur ve sızlar.
- Doğrudur.
- Harp okuldan sonra Teğmen çıkmıştım. Öğrencilikte nişanlı olduğum eşimle hemen evlendim. İlk görev yerim Kars’a çıktı. Kars kalesine yakın bir yerde ev tutup yerleştik. Yine kaleye yakın bir birlikte görevliydim. Eşim de öğretmendi. Çocuk için erkendi. Ama bir kaza oldu. Memleketimize yakın, ege bölgesinde çocuğumuz olsun istiyorduk. Adını da Ege koyacaktık. Bir kız çocuğumuz oldu. Adını, Sıla koyduk. Bu gurbet hatırası yavruyu bağrımıza bastık. Bu çocuk sevincimiz olmuş, mutluluğumuzu perçinlemişti. Kabımıza sığamıyorduk.
Birden bir sigara ikram etti. Bir sigara da kendisi yaktı. Karşılıklı bir yandan
çayımızı içerken bir yandan da sigaralarımızı tüttürüyorduk. Yüzbaşı efkarlanmıştı. Anlamıştım, çocuğunu kaybetmiş bir baba idi.
- Bu serhat ilinde tek eğlencem, arada bir Ruslardan kalma bir binadan oluşan kahvehaneye takılmaktı. Öğretmen arkadaşlarla biraz oyun oynamak, sohbet etmekti. Bir gün kahvedeki halktan kişiler önemli bir şey konuşuyordu. Konu; küçük çocuklarla ilgili idi. Yeni bir baba olarak kulak kabartım. Önce sünnetten bahsediyorlar zannettim. Kız babası olarak beni ilgilendirmiyordu. Sonra konunu sünnet değil. Çelikleme diye bir şeyden bahsediyorlardı. Kimi de çizileme diye söz ediyordu. Merak ettim, nasıl bir şeydi. Sordum. Adamın birisi komutanım dedi. Biz küçük çocukları buzlu suya atarız. Çocuk, hastalıklara karşı muhkem olur. Dayanıklı olur. Çivi çiviyi söker. Demişlerdi. Bu gelenek muhtemelen Rusya’dan gelen bir adetti. Sonradan öğrendim.
- Evet, evet, Ruslara özgü bir gelenek. Bende bu tür haberleri okumuştum.
- O sıralarda bizim kız sık sık ateşleniyordu. Hanımla karar verdik. Bizde çelikleme yapacaktık. Büyükçe bir leğene buzlu suyu doldurduk. Çocuğu soyup suya daldırdık. Zavallı ne kadar bağırmıştı. Yanlış yapmamıştık. Tarif edilene göre yapmıştık. Baktık ki, ne ateş düşüyor ne bir şey. Çocuk daha kötü olmuştu. Hemen doktora götürdük. Çocuğunuz zatürre olmuş dediklerinde, ne kadar üzülmüştük. Karı kocabaş başa verip ağlamıştık, sabahlara kadar. Tedavi için ne gerekirse yapacaktık. Gerekirse büyükşehirlere gidecektik. Başkente gidecektik. Doktor hasta çocukla yola çıkılmaz. Burada ne yapılıyorsa, orada da aynısı yapılacak deyince mecburen, kaldık. Hastanede nöbetleşe çocuğun başında bekliyoruz. İçim içimi yiyor. Çocuğumu ben öldürmüştüm, eşimi de suçuma ortak etmiştim. Eşimin öğretmen oluşu, aydın oluşu tek tesellim idi. Kötü bir niyetim olmadığını çok iyi biliyordu. Beni suçlamak yerine, pişmanlığımı paylaşıyordu. Acıma ortak oluyordu. Kendi kendimi hiçbir zaman af etmeyecektim. Bu salaklığı nasıl yapmıştım. Ha gerçekten de ben bir salaktım. Soyadımız, Şalak’tı. Şalak’ın birçok anlamı var. Ama en bilinen anlamı kelek karpuzdur. Olgunlaşmamış anlamına da gelir. Adıma gelen mektuplara soyadımı yazanlar, özellikle sevmeyenler Ş harfinin kuyruğunu takmazlar. Beni salak yaparları. Yıllarca soyadımı değiştireyim dedim. Bir türlü fırsatım olmadı. Sonraları ise salaklığı ben kendime yakıştırdım. Bu gün olmuş hala kendimi affedemiyorum.
- Evet, bazen hatalar affedilmez. Affetsen bile ezikliği sürekliğini korur.
- Bir aydan fazla bir süre hastaneye taşındık. Eve ancak ihtiyaçlar için gelirdik. Hastanede kızımızın başında bekledik. Nöbetleşe uyuyorduk, bir sabah eşimin feryatları ile uyandım. Binicik bebeğimiz gitmişti. Henüz altı aylıktı. Bu gurbet çocuğunu burada toprağa verip, bağrımıza taş basıp unutacaktık. Meğer onu kalbime gömmüşümüz. Bazen aklımıza gelir, mezarına gitmek isteriz. Ama eşimin çok üzüleceğini düşünerek, onun kalbimizde yattığını söylerim. Eşimde beni onaylar.
- Evlat acısı kolay değildir.
- Evet, bizim burada zamanımız çok olur. Bende kendimi okumaya veririm. Şunu gördüm bir çok edebiyat adamı ve insan evlat acısı çekmiş. İçinde intihar edenden tutunda, akli dengesini yitirene kadar var. Biz direndik. Belki de, küçük olduğundan fazla emeğimiz olmadığından. Sonra ne oldu biliyor musun?
- Ne oldu?
- Köylüler taziyeye geldi. Komutan, öğretmen hanım başınız sağ olsun. Çok üzüldük ama ne yaparsınız takdiri ilahi. Dediler, içlerinden birisi onu çelikleme yapsaydınız bir şey olmazdı demez mi? İçimde bastım kalayı. Çelikleme de yaptık dedim. Kızlar nazlı olur, onda her hal dediler. Cenazede de beni yalnız bırakmadılar. İyi insanlar hiçbir kötü niyetleri yok. Atalarında ne görmüşlerse onu uyguluyorlardı. Sonra içlerinde en yaşlısı söze girdi. Herkese çelikleme yapılmaz, komutan batıdan geliyor. Bu çelikleme işi; yapılan kişinin babası, babasının, babası, dedesi, dedesinin dedesi hepsi çelikleme yapmış olmalı.
Öykü bitince sohbetimiz yöreye kaydı. Azerilerden, Malakanlardan, Ruslardan,
onların yaptığı muhteşem yapılardan söz etmeye başladık. Şunu gördün mü? Bunu gördün mü? Bir baktım. Asker geldi. Arabaya bir yedek parça takmışlardı. Onun parasını ödedim. İşçilik olarak hiçbir şey talep etmediler. Askerlerin cebine sigara parası yaparsınız diye bir şeyler sıkıştırdım. Yüzbaşıya teşekkür ettim. Yollarının düştüğün bekleyeceğim söyledim. Onlardan önce benim yine oradan geçmen gerekti. Yoldan bir sini baklava, askerleri birer paket sigara ile ziyaret ettiğimde çok memnun oldular. En çokta karakol bahçesine götürdüğüm fidanlara sevindiler. Bir gece de misafir ettiler. Karakol hayatını da yakından tanımış oldum.
YORUMLAR
İnanılmaz bir şey gerçekten abi..Dram bir anda farkında olmadan korkunç bir mizaha dönüşüyor..
Abi sen bunu bilerek mi yapıyorsun, lütfen ama lütfen söyle..Yemin ederim, edebiyat aleminde okumadığım eser kalmadı gibi ve ilk kez böyle bir tarz görüyorum..
Site yönetimi, okuyanlar bunun nasıl farkına varamamış, inanamıyorum..
Yürekten kutluyorum..Saygılar.