İYİ KÖTÜ GÜZEL VE ÇİRKİN
BÖLÜM 1
Bu Pazar günü de diğer Pazar günlerinden farklı olmayacaktı. Evden çıktı her Pazar gittiği kafeteryaya doğru yürümeye başladı. Yol üzerindeki bayiden gazetesini aldı ve ilk sayfaya yürürken göz gezdirdi. Haberler hep olduğu gibi can sıkıcı ve moral bozucuydu. Evleri basılanlar, haksız yere aylarca cezaevlerinde tutulup serbest bırakılanlar, mesnetsiz iddialar ve bu şekilde uzayan haberler. Bu haberlere bakıp moralini bir gün olsun bozmamak istedi ve gazetesini katlayıp kolunun altına yerleştirdi. Etrafını gözlemlemeye başladı. Yollar çok sakindi. Hava soğuk olduğundan insanlar kapalı mekânlara doluşmuşlardı. Yollarda köpekler ve cumartesiden kalma sarhoşlar vardı. Bir saat yürüdükten sonra kafeteryaya vardı.
Kafeterya her zaman gibi çok kalabalıktı. İnsanlar her Pazar bu kafeteryada kahvaltı yapmak için rezervasyon yaptırırdı. O her zaman ki yerine oturdu ve her zaman ki siparişini tekrarladı. Tam yağlı beyaz peynir, domates, menemen, siyah ve yeşil zeytin, tereyağı, bal ve çay. Siparişini verdikten sonra gazetesini açtı ve çoğu insanın uzun geldiği için okumaktan üşendiği köşe yazılarını okumaya başladı. Arada bir kafasını kaldırıp insanlara bakıyor hal ve hareketlerinden, onlar hakkında yorumlar yapıyordu.
Kafeterya yaklaşık 40 kişilik bir kapasiteye sahipti. O sabah hiç boş yer yoktu. Aslında çok da lüks bir yer olmamasına rağmen bu doluluğun tek nedeni lezzetli menemeniydi. Her masada bir menemen mevcuttu.
İlk yazarın köşe yazısı bittiğinde kafasını kaldırdı ve kafeteryanın ortasındaki masada oturan iki tane güzel kıza gözü takıldı. Sonra etrafa geniş açıyla gözlerini gezdirdiğinde, çift olarak gelenlerden bayanların sinirli, erkeklerin ise kaçamak bakışlarla onlara baktığını fark etti. Yanlarında bayan olmayan erkeklerin ise ağızlarını kapatamadıklarını ve önlerindeki nimetleri bırakıp, ulaşmayacaklarını hayal ettikleri kullara nimet olarak baktığını fark etti. İnsanın gözüne melek gibi görünen bu iki kız, erkelere cennetteymiş hissi veriyordu. Ancak, insan gözü bu dünyada ışığın düştüğü cisimleri gördüğünden, görünmesi için ışığa gerek duymayan olguları maalesef göremiyordu.
Kızlara dikkatlice bakarken iki hafta önce ahbaplarıyla gittiği eğlence kulübünü hatırladı. Gencecik kızların bir kasap vitrininde sergilenir gibi dans ettiği o anlık heveslerin yaşandığı yeri hatırladı. Aslında çok gitmek istememesine rağmen arkadaşlarının ısrarı üzerine kendini o mekânda bulmuştu. O gece yaşananları pek hatırlamak istemese de, o anda bulunduğu kafeterya ile gece kulübü arasında bir parlama oldu ve o iki kızı hatırladı. Değerlerini düşündü, sadece 100 dolardı. Gencecik vücutları bakımlı ve göz alıcıydı ancak içleri çürümüş ve kokuşmuştu.
Aklına bu sahneler gelince onlara bakmayı bıraktı ve diğer bir köşe yazısını okumaya başladı. Yazının ortalarına geldiğinde yandaki iki çiftin konuşmalarına misafir oldu kulağı. Bayan bir ayrılık konuşmasına başlıyordu. Oğlanın ise hüzünlendiği gözlerinden belliydi. Klasik cümleyle başladı bayan “sen daha iyilerine layıksın…” devam etti. Konuşmanın sonunda oğlan ne dese nafileydi artık. Kalktı ve kafeteryayı terk etti. Bayan masada tek başına kalmıştı ve yüzünde oğlanın yüz ifadesine benzer hiçbir şey yoktu. Kulağının ardından gözü de misafir olan masaya bakarken, burnu yaklaşan menemen kokusunu fark etti ve gazetesini kapattı. Önüne peçetesini serdi ve kahvaltısına başlamak için hazırlık yapmaya başladı. Önce menemene bir ekmek parçası banarak kahvaltısına başladı ve garson “abi tanır mıydın?” diye sordu. Önce anlamadı ve kafasını anlamadım anlamında sağa sola salladı. “Yan masadan kalkan oğlanı tanır mıydın?” diye soruyu tekrarladı. “hayır” dedi. Garson konuşmaya devam etmek için kulağına eğildi “çok efendi bir çocuktu, arada bir gelirlerdi buraya, şu masada hala duygusuzca oturan kızı gözünden sakınırdı. Fazla ilgi umursamazlığa neden oldu ve oğlanı sebepsiz yere bıraktı. İyi oldu aslında oğlana. Bakalım daha iyisini bulabilecek mi? Yokluğuyla terbiye olur belki”. Adam garsonun bu açıklamasını çok gereksiz buldu ama onu kırmadan dinledi ve kafasını yazık anlamında sola doğru büktü. Garson masadan ayrılırken, tek başına oturan kıza kinle bakıyordu.
Menemenin lezzetine dalmış, keyfini çıkarırken yandaki kızın yanına başka bir oğlan geldi ve çok keyifli sohbet etmeye başladılar. İşte o anda garsonla aynı tavra bürünerek bir kere masaya baktı. O anda kafeteryanın kapısı açıldı ve yan komşusu içeri girdi. Her zamanki gibi yanında çok alımlı bir kızla tabiî ki. İnsanlar onun bu haline çok şaşıyorlardı ve nasıl oluyor da bu bayanlar onunla birlikte gezip tozup, yatıp kalkıyorlar. Aslında yatıp kalktıkları bir tek O biliyordu çünkü komşusuydu. Kafeteryada boş masa olmadığında komşusu O’nun masasına doğru ilerledi ve müsaade isteyerek yanına oturdu. Yanında ki bayanla da selamlaşarak muhabbete başladı. Tasvip etmediği bir hal tarzı olduğu için muhabbete pek katılımcı olmadı. Onlar havadan sudan ve boş şeylerden konuşurken ikisinin arasındaki ilişkiyi gözlemlemeye başladı. Birbirinden bir şey ummadan tatmin duygusuyla yaşanan birkaç günlük heves sadece. Görüntüleri çok mutlu bir tablo çiziyordu. Yozlaşmış şehrin son eserleriydi onlar. Örfleri ve ananelerinden eser kalmamış şehirde bunlar gibi çiftlerden çok vardı. Her yeni insanla tanıştıklarında ben diğerine benzemem ya da sen diğerlerine hiç benzemiyorsun diye başlayan ilişkileri genelde her ilişkilerine benzeyen yatakta bitiyordu. Aklına kafeteryanın ortasında oturan iki kız geldi ve onları daha haklı buldu. Onlar göründükleri gibiydiler çünkü. Albenisi çok yüksek ve etiketi üzerinde ruhlardı. Ama bu yeni türeyen varlıklar, asıl çürümüş bedenlerdi.
BÖLÜM 2
Kınanmıyordu ama artık onlar. Toplumun gözü alışmıştı böyle tavırlara. Sistematik bir şekilde işlendi çünkü televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar. Dizilerde, filmlerde, yarışma programlarında sanki bu tavırlar normalmiş gibi gösterildi. O dönemlerde şeriat gelecek diye korkanlar yanıldı ve modernleşip batılılaştık ancak batıdan ala ala onların ahlaksızlığını aldık. 2020 de Müslüman görünümünde(?) olanlar bile artık bu işleri normal görüyordu. Eski şeriatçılardan kimse kalmadı. Hepsi diğerleri gibi keselerini doldurup Amerika’ya göçtü.
O günleri hatırlamak istemediğinden boş verdi etrafındakileri ve kahvaltısına devam etti. Menemen her zaman gibi çok lezzetliydi. Çocukluğundan beri çok severdi bu basit kahvaltı yemeğini. Şimdi nerdeyse 40 yaşına gelmişti ama hala aynı zevki alıyordu.
Hayat O’na çok geç yüzünü gülmüştü. Daha küçük yaşlarda yaptığı tercihlerle hayatının çekilmez bir hal almasına sebep olmuştu. Hayatını atadığı kurum sistematik bir şekilde bozularak. Küçültülmüş ve pek çok kişi ihraç edilmişti. O da hiçbir zaman inandıklarından taviz vermeyen yapısıyla dikkatleri üzerine çekmiş, iftira ve hakaretlerle tasfiye edilmişti. Bir anda işsiz kalınca, meslek hayatı boyunca harcamaya nasip olmayan birikimlerini kullanarak esnaflığa soyundu. Her zaman çok sevdiği kitap okumayı bir iş olarak belleyerek kendine küçük bir kitap evi açtı. Artık günlerini o küçük ve sevimli kitap evinde geçiriyordu. Çalışma hayatı boyunca okudukları hep takibe alındığından ve okudukları hakkında ayıplamalar gördüğünden, artık huzurlu bir şekilde istediğini okumak O’na büyük haz veriyordu. Teknolojinin alıp başını gitmesine rağmen kitaplar hala insanlığa kılavuz olmaya, yeni dünyalar görmelerinde yardım ediyordu. Küçük kitap evi O’nun kocaman dünyasıydı. Kimse yoktu yanında kitaplarından başka. Birçok insanla tanıştı ama tamamlayamadı ilişkilerini mutlu sonla. Tanıştığı insanlar genelde O’nu bir daha görmek istemedi. Haliyle bu görmezden gelinme cesaretini kırarak O’nun daha da içine kapatmasına sebep oldu. Sevdiği güllerden dikenlerinin battığı da oldu, koklayamadıkları da oldu. Hepsinin ortak yanı O’nu ‘efendi’ bulmalarıydı. Karşı cins tarafından pek çekici bulunmadığından genelde efendi olması sebebiyle ilişkileri bazen devam ediyordu. Aradığı tek şey biraz huzurdu, hayatında kavga, sinir ve hüznü kaldıramıyordu. Sevdiği insanlar sinirlenseler bile hep alttan alır ve sinirlerini yatıştırmaya çalışırdı. Ama yetmedi bu herhalde sevdiklerine. Ayrılması pek kolay olmuyordu. Aklına hep beraber geçirdiği anlar geliyordu. Çok korkuyordu depresyona girip akli dengesi bozulacak diye. Zihnini boş bırakmamaya çalışıyordu ve her zaman yeni bir şeylerle meşgul ediyordu. Kimi zaman kitap okuyor, kimi zaman ufak hikayeler yazıyor, kimi zaman yeni yerler görmeye gidip fotoğraf çekiyordu ve yeni uğraşlar arıyordu. Çoğunlukla unutmasına yardım ediyordu bu uğraşları. İnsanların takıntıları yüzünden, yaşadığı kötü olayları unutamadığından başlarına neler geldiğini ayrıldığı kurumda birçok kez görmüştü. O da bu acı sonu yaşamak istemiyordu.
Kahvaltısına devam ederken, boş yer olmadığından karşısında oturan komşusu yanındaki kız arkadaşı(?) ile boş ve havadan konularla alakalı konuşuyordu. Sevindirici bir şekilde iki masa ilerdeki çift yerlerinden kalktılar ve komşusu müsaade isteyerek masadan kalktı. Tek başına kahvaltısını tamamladı ve tekrar gazetesini açtı ve köşe yazarlarını okumaya devam etti.
BÖLÜM 3
Resmi görünce gözlerine inanamadı. Tekrar baktı ve O’nun olduğunu fark etti. Yıllar önce ayrıldığı kız arkadaşıydı. Bundan yıllar önce ortaya atılan ve kardeşlerin birliği sloganıyla yola çıkılan tamamen barışçıl proje hala sonlanamamış ve etkilerini artık büyük şehirlerde de göstermeye başlamıştı. Evleri kundaklanan, yağmalanan, darp edilenler ile doluydu gazetelerin üçüncü ve dördüncü sayfaları. Sistematik bir şekilde bozulan güvenlik sistemi de bu tür olaylara karşı koymak yerine, olayların sorumluları ile danışıklı dövüş içerisindeydi. Haberde gece vakti evi basılan bir aileye yapılan vahşetten bahsediliyordu. Ölenlerin isim listesi O’nu bu habere takılı bırakmıştı. Beş kişilik bir aile ve bir farklı bir soyada sahip birisi! O ismi okuyunca elindeki çay bardağını yere düşürdü. Kanının bir anda vücudundan çekildiğini hissetti. O kişi bir zamanlar çok sevdiği, kırmaya kıyamadığı, üzmeyi düşünmediği, bakmaya doyamadığı insanlardan biriydi. Yağmur Deniz. Gecenin bir vakti evleri basılıp canice öldürülmüşler. Sadece korku ve güvensizlik vermek amacıyla yapılan bu faaliyetleri yapan insanlar asla bulunamıyordu. Meçhul failler ortalıkta gezinirken, bunlara karşı çalışan kamu görevlileri hala asılsız iddialarla gözaltına alınıp tutuklanıyordu. Bu şekilde diğer kamu görevlilerinin de direnme gücü kırılıyordu.
Kaan Bey ne yapacağını bilemedi. Sendeleyerek yerinden kalktı. Ayakta zor duruyordu. Gözleri dolmak üzereydi. Hesabı ödemeden kafeteryadan ayrıldı. Tanılan bir insan olduğundan arkasından para için gelen olmadı. Bu şehirde kalmasının tek sebebi hala Yağmur Hanımdı aslında. O’nu da kaybetmek katlanabileceği bir şey değildi. Kitapçısını O’nun oturduğu ilçede açmıştı. Gizlice O’nu izlemeye devam ederdi. Ayrıldığı işi nedeniyle onlarca kasaba gezmesine rağmen yine O’nun oturduğu şehre dönmüştü. Hiç kimse Yağmur Hanım kadar iz bırakmamıştı kendisine. Aslında ulaşamamıştı bile O’na bir kere bile olsa. Ama Kaan Bey yıllar geçmesine rağmen sadece O’nu unutamamıştı. İyi insan denilen tanımı Yağmur Hanımda bulmuştu. Kaan Bey, Yağmur Hanımı kendisinde bir saplantı haline getirmişti aslında. Yağmur Hanıma birçok kez kendini ifade etmiş ama hep olumsuz cevaplar almıştı. Bu cevaplar bu aşkın imkânsız olduğunu anlamasına yetmişti. Ama Kaan Bey sevgiyle ve arkadaşlıkla yetinmeye razı olmuştu. Yağmur Hanımı fazla rahatsız etmeye çalışıyor, arada bir telefonla arayıp halini hatırını soruyordu. İşinden ayrıldığında ise eski dostları sayesinde yeni adresini öğrenip O’nu arada görmek için kitapçı dükkânını oturduğu eve yakın bir yere açmıştı. Kesinlikle görünmeden arada bir O’nu izliyordu ve hep O’nun iyiliği için dua ediyordu.
Son bulmuştu artık seyrettiği bu film. Neden mutlu bitmediğine lanet okuyordu. İzlediği bütün filmleri mutlu bir hikâyeye bağlayanlar, neden bu filmi de mutlu bitirmediler. Kafeteryanın dışındaydı ve önüne bakmadan hızlı adımlarla yürüyordu. Aklından bin bir türlü fikirler geçiyordu. Hayatını verdiği işinden ayrıldıktan sonra sevdiği insanı sapkınlık seviyesinde izleyerek hayata tekrar tutunan Kaan Bey için artık O da sona ermişti. Ne yapacağını bilemiyordu. İlk aklına gelen şey kendini öldürmekti. Hayatın bu kadar neden üzerine geldiğine anlam veremiyordu. Artık tak ettiği andı O’nun için bu ölüm haberi. Bu Pazar günün de diğer Pazar günleri gibi geçmesi için neler vermezdi kim bilir. Ama o anda kulaklarında şeytanın fısıltıları çınlıyordu. Her adım O’nu uçuruma yaklaştırıyordu.
BÖLÜM 4
Geçmişinde ne için olduğunu bilmeden birçok can almıştı Kaan Bey. Kan döküldükçe sorunların nihayete varacağına inandırılmıştı kendini. Ama yıllar geçtikçe kandırıldığını ancak kovulduğunda anlamıştı. İntikam duygusu körelmişti artık Kaan Bey de. Aslında bu katliamın faillerini birkaç gün içerisinde; eski arkadaşları ile birkaç telefon görüşmesi ile bulabilirdi. Ama bu hiçbir şeyi geri getirmeyecekti. O yorgun gözleri artık Yağmur’u görmeyecekti. Eve gidene kadar düşündü ve inançlı bir insan olmasına rağmen hayatına son vermeye karar verdi. İntihar haberlerini okuduğunda insanların nasıl intihar edebildiğine inanamıyordu. Ancak o duyguyu şimdi anlıyordu.
Eve varmak üzereydi. Belki de bu kez son eve girişiydi. Aklına gelen ilk fikir gazı açık bırakıp, uykuya dalmaktı. Gazın etkisiyle önce bayılır sonra uykusunda ölürdü. Eve girdiğinde kararını vermişti. Evdeki tüm camları ve kapıları sıkıca kapattı. Gaz sızmasına neden olabilecek her şeyi sıkıca kapattı. Mutfağa gitti ve ocağın gaz açma düğmesini çevirdi, oturma odasına geçti ve kanepeye uzandı. Hayatı gözleri önünden geçme sahnesi başladı. Gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Ağlama ve gazın etkisiyle gözleri yavaş yavaş kapandı ve bayıldı.
Uyandığında özel bir hastanenin acil servisindeydi. Ne olup bittiğini anlamadı. Gözlerini açtığında ne olup bittiğini anlamadı. Gözlerini açtığını gören doktor O’na nasıl olduğunu sordu. Konuşmadı, kafasını biraz eğerek ve yüzündeki gülümseme yardımıyla doktora iyi olduğunu gösterdi. Doktor O’na çok şanslı olduğunu, komşusu Mert Beyin O’nu acile zehirlenmeden yetiştirdiğini söyledi. Mert’e daha da sinir oldu o anda. En son kafeteryada görmüştü, nasıl oldu da eve geldi ve O’nu kurtardı.
Yapacak hiçbir şey yoktu artık. Birinci denemesi başarısız olmuştu. Başka bir yolu deneyeceğinden emindi. Halsiz şekilde hastanedeki yatağında yatarken doktor birkaç tetkikte bulundu, ardından geçmiş olsun diyerek odayı terk etti.
Etrafını saran beyaz duvarlara bakarken hayatının ne anlam ifade ettiğini düşünüyordu. Ömrü boyunca kutsal dediği birkaç ideal uğruna kendi hayatı dahil olmak üzere birçok hayatı karartmıştı. Yıllar sonra inandığı değerlerin yerle bir olduğunu görmek ve bu değerleri savunması gerekenlerin olaylara gözlerini yumması onu hayata küstürmeye yetmişti. Üzerine bu zamansız ölüm, O’nu bu duvarların arasına sürüklemişti. Nihayetinde uykuya daldı ve derin bir uyku çekti.
Sabah odanın beyaz tülleri arasından sızan güneş ile uyandı. Bugün daha iyiydi. Doktorun dediğine göre bugün taburcu olacaktı. Öğlene kadar yatağında boş boş uzandı. Arada bir hemşire geliyor, durumunu kontrol ediyordu. Öğleden sonra saat 1 sularında Kaan Bey hastaneden ayrılmak için üstünü değiştirmeye başladı. Doktoru ile görüştü ve hastaneden ayrılmak için yola çıktı. Hastane koridorunda çıkışa doğru yürürken, hastane kapalı ses yayın sisteminden bir anons yapıldı. “Doktor Kamer Selçuk acil yoğun bakım bölümüne geliniz”. Kamer Selçuk ismini duyunca bazı şeyler hatırlamaya başladı. Bu ismi nerden tanıyordu. O anımsaya çalışırken yanından geçen Kamer Selçuk, Kaan Beyi gördü ve karşısında şaşkınlık içeren bir ifade ile durdu.
“Kaan ne işin var burada senin? Hayırdır, kötü bir şeyin yok ya?”
Kaan Bey’in çok eski bir arkadaşıydı Kamer Selçuk. En son tıp fakültesinden mezun olduğunda görüşebilmişti. Ondan sonra birbirlerinden hiç haberleri olmamıştı.
“Kaan lütfen benim odama git otur. İkinci katta 29 numaralı oda. Ben şu yoğun bakımdaki hasta ile ilgilenmeliyim. Üç gündür uğraşıyoruz, hayati riski devam ediyor ama Allah’tan ümit kesilmez. Acı ama medya O’nu ilk gün öldürdü ama bizim için hala yaşıyor. İnşallah kurtulacak Yağmur.”
Kaan şaşkına dönmüştü. Yağmur ismi kafasının içinde yankılandı sanki.
“Şu silahlı saldırıya uğrayan evdek,i öldü diye haber yapılan Yağmur Deniz den mi bahsediyorsun.”
“Evet. Sen nerden biliyorsun. Yoksa akrabası mısın?”
“Hayır, değilim ama iyi tanıyorum. Lütfen beni de götür Yağmur’un yanına”
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.