22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4369
Okunma
Karadeniz’de köyler; köylerde ise evler dağınık ve müstakildir genellikle. Biri bir dağın başında, biri diğer dağın… Biri ormanın ötesinde, bir diğeri yolun kenarındadır.
Bizim evimiz de müstakil; en yakın komşu evine üç, dört yüz metre mesafededir. Ormanın kenarında, yemyeşil ağaçların ve onlarca çiçeğin arasında, kuş cıvıltısı ve böcek seslerinin içinde; kedi köpek, tavuk horoz, koyun keçi ve ineklerin de bulunduğu, cennetten bir köşedir adeta.
Doğduğum yer olduğundan mıdır, yoksa hakikaten mi güzeldir? Gelip de görmenizi isterdim. Abartım yok inanın. Her köy kİ muhakkak çok güzeldir; her köyün kendine has güzellikleri vardır, burası da benim için gerçekten çok güzel ve çok özel bir köydür.
Rahmetli babamın memuriyeti nedeniyle şehir merkezinde oturduğumuzdan, köy hayatı bana hep çekici gelmiş, yarıyıl tatillerinde ve fırsat buldukça köyümüze gitmişimdir. Doğa güzelliklerinin seyrinden öte bir anlam taşır benim için köy. Dedem, babaannem, amca ve yengelerimle, amca çocuklarıyla, diğer hısım ve akrabaları ziyaret edip özlem gidermekti esas olan.
Şehir merkezinden köye gelişimiz başlı başına bir heyecan dalgası şeklinde geçer. Hazırlığından köye gelinceye kadar olan süreç başlı başına bir maceradır zaten. Bu bölüm ayrı bir öykünün konusu olabilir. Biz evin önüne geldiğimiz andan itibaren olanları anlatmaya çalışalım:
İlk karşılamayı, yani “hoş geldin” seremonisini evimizin çoban köpekleri yapar. Sağlı sollu ataklarla etrafımızda dolanıp, kendine has üsluplarıyla havlayarak, hem ev ahalisini haberdar eder hem de eve yaklaştıkça, bizleri tanımanın verdiği sevinçle ve sırnaşık hareketlerle bacaklarımıza sürtünür, tanıdığını ve sevindiklerini belli ederler, çoğu zaman da üzerimize atlayarak oyunlarına ortak olmamızı isterlerdi. Bu arada sesleri duyan kim varsa evden dışarı çıkar, yeni bir sarılma ve kucaklaşma faslı başlardı.
Aylardır birbirini görememenin verdiği özlemle dakikalarca sarılır; biz büyüklerimizin ellerinden, onlar da bizim yanaklarımızdan öperdi. Sulu gözlü babaannem ve dedem hemen makaraları koyuverirdi. Benim için neredeyse kutsal diyebileceğim derecede önemli armut ağacının altındaki tahta sedire oturulur, soluklanmayla birlikte ilk muhabbet başlardı burada…
Bu arada öncelikle üzerimize farz olan selamlar gecikmeden sahiplerine iletilir; şehirden köye gönderilen; getirdiğimiz çam sakızı, çoban armağanı ufak tefek ne hediye varsa sahiplerine teslim edilirdi.
Henüz sohbetin başında, babaannem aceleyle yengelerime seslenerek: “Geliiiin!.. Su getirin, ayran getirin hemen” diyerek ikram faslını başlatırdı. Bakır maşrapa ve bakır taslardan su ve ayranlar içilir, az ekşi ayranın ikinci, hatta üçüncü tasıyla hararetler söndürülmeye çalışılırdı.
Yine her zamanki telaşıyla babaannem: “acıkmıştır bunlar geliiiinn, hemen bir şeyler hazırlayın” diyerek yengelerimin oturmasına bile fırsat vermeden onları harekete geçirirdi.
Allah ne verdiyse, mutfakta hazırda ne varsa; alelacele kurulan tahta sofralara getirilir; büyükler bir sofraya, çocuklar diğer sofraya çökerdik... Bir yandan yemekler yenilirken, öte yandan sohbetin de en koyusu başlardı.
Babaannemin ısrarı ile tabaklarımıza yapılan takviye yemekler de yenmek zorundaydı, çünkü şehirde bulunmazdı o yemeklerden. “Yesinler de büyüsünler” derdi babaannem.
Hey gidi babaannem… Ne kadındı… Oturduğu yerden koca evi çekip çevirir, her şeyden haberi olurdu. Yengelerimi mümkün olduğunca boş bırakmaz, illaki yaptıracak bir iş bulurdu. Yengelerim genellikle, önce muhalefet eder, ancak yine babaannemin dediklerini yaparlardı. Aralarında gizli bir sözleşme vardı sanki...
Biri konuşurken diğeri susar; gelin kaynana geçinip giderlerdi…
Küçük amcamın eşi olan yengem her şeye muhalefetiyle meşhurdu. O itiraz etmezse olmazdı. Her konu hakkında da bilgisi olurdu, her şeyi en iyi o bilirdi… Konuşurdu da konuşurdu… Ta ki amcam “yeter artık, sus!” diyinceye kadar. Sen çok yaşa e mi yengem…
Yapılacak işler yapılır, sohbetler edilir, anılar tazelenir, geçmiş yâd edilir... Artık uyuma vaktidir. Yataklar hazırlanır odalara ve salona. Evliler kendi odalarına geçerler. Çocuklar da salonda boylu boyunca, yan yana serilen yataklara.
Büyüklerin sohbeti bitmiş, küçüklerin sohbeti başlamıştır artık… Oradan, buradan… Anılar, öyküler… Gecenin karanlığı… Baykuş seslerine yapılan yakıştırmalar… Arada bir havlayan köpeklerin sesleri… Gülüşüp, kıkırdamalar… Derken yengemin uyarısı… Ve babaannemin…
Taaa ki amcamın sesi duyulana kadar:
“Uyuyun artık! Kaldırmayın beni!”
Sevgiyle selamlar.
Günay ÖZDEMİR nisandanüçgüngeçti / merSİNop
Yazımı "Günün Yazısı" olmaya lâyık bulan çok değerli şair ve yazarlar ile seçki kuruluna gönülden teşekkür ederim.