Bayramı Beklerken
BAYRAM’I BEKLERKEN
Telefon çaldı akşam akşam. Numaraya baktım. Tanımıyorum:
-Efendim?
-Amca ben Küre Köyü’nden Musa’nın oğlu Bayram. Hangi Musa, hangi Bayram diye düşünürken.
-Buyur Bayram, nasıl yardımcı olabilirim?
-Amca, bizim kız üniversite müzik bölümünü kazandı da yarın mülakat için Tokat’a geleceğiz.
-Buyurun bekleriz tabii. Gözünüz aydın. Kızımızı da kutlarım. Yarın görüşürüz inşallah.
-Yarın sekizde oradayız, kısmet olursa.
-Bekleriz, buyurun canım. Kızımız sınavdayken bol bol konuşuruz köyden, komşulardan…
Bu telefon üzerine ne yapacağımızı şaşırdık, sevincimizden. Çünkü hısım akrabalarımız hariç hiçbir köylümüzü konuk etmemiştik, uzun yıllardan beri. Bayram, bizim aziz misafirimiz. “Aziz mısafır geldi- Şeker şerbet ez hanım.” Köylülerimizin temsilcisi, bir bakıma köy adına denetmenimiz olacaktı. Evimizi nasıl gördüyse köye dönünce öyle anlatacaktı. “Bir günlük misafir, kırk yıllık koğcu (gıybetçi) derler”
Evliliğimizin ilk günleriydi. Komşu köyde gelin olan ablama el öpmeye gitmiştik. Yemekte, sofra kurulur ve toplanırken eşimin ev halkı gibi hizmetten geri kalmadığını görünce, evde bizim gibi konuk olan köylümüz Gocaveli, “Ula hoca dedi, ben gazeteyim. Köye varınca gördüklerimi anlatacağım. Eğer karın şehirli kızıyım, okumuşum diye çirtilip bir köşeye çekilseydi onu da anlatırdım. Şimdi kaynayıp karışıp bizden biri gibi davrandığını da anlatacağım. Helal süt emmiş birisini bulmuşsun, Allah mesut etsin.”
Eskiden gurbetten köye dönen birisi; gördüğünü, duyduğunu, beğenip beğenmediğini çokça da ilavesiyle ballandıra ballandıra anlatırdı, dambaşlarında, sıcaksa koyu gölgeli, soğuksa dulda duvar diplerinde… Onun için misafiri yolcu ederken. “Kötülüğümüzü gördüysen, iyiliğimizi söyle.” diye tembihlemek adettendi. Tüm bu nedenlerden ötürü misafiri karşılamak için, sabah erkenden kalkıp tıraş oldum, giyindim. Hanım, sanatının bütün imkân ve inceliklerini seferber etmek için mutfağa daldı.
İşin garibi Bayramı sokakta görsem tanımam. Köyden ayrıldığım sıralarda O, leblebiye guguk diyordu. Yakın akraba da olmadığımızdan adını duyardım. Besicilik ve hayvan alışverişiyle uğraştığını söylerlerdi, kendisinden söz açıldığında.
Sabah sekizde, tam sekizde zil çaldı. Kapıyı açtım, tam olmasını tahmin ettiğim Bayram yaşlarında birisi.
-Hoş geldin. İçeri girsene. Konuk, aykkablarını çıkarmaya çalışırken, hani çocuk?
-Ne çocuğu?
-Sen kızı sınava getirmedin mi?
-?!..
-Sen neye geldin?
- Boya yapmaya. Babama tembih etmişsiniz ya. O gönderdi.
-Yok, kardeşim, yanlış anlaşılmış herhalde. Ben ne babanı gördüm, ne de tembihatım var. Delikanlı, özür dileyip ayrıldı.
Saat sekiz, dokuz, on oldu, ne gelen var ne giden. Telefonumda son aranan numarayı kaydetmiştim, Bayram diye. Aradım, neredesiniz?
-Çocuk içerde. Çıkınca Çorum döneceğiz.
-Hoppalaa! Olur mu kardeşim, sizin için bir sürü hazırlık yaptık. Görüşmeden gidilir mi?
-Sağol amca, köyde başlı işlerim var. Onlar beklemez. Yarın tekrar geleceğiz. O zaman görüşürüz inşallah.
-Eh, siz bilirsiniz. Yolunuz açık olsun. Tanıdıklara selam söyle.
Ertesi gün de gelmedi Bayram. Nedense bizim köylüler çok çekingen. Şöyle samimiyetle gelip hal hatır etmiyor, kaynayıp karışmıyorlar… Gelseydi fakirhanemize, önüne yılan mı kavurup koyacaktık yani!
YORUMLAR
Okunacak bir kalem daha . Sade ve çok güzel anlatım. Dilerim devamı gelsin.
rsmcnb
Yorumunuz için teşekkür ederim. aynı sitede bir kaç yazım daha var.
ilgilenirseniz, haber vereyim dedim.
selam ile...