MELEKLER ÜZERİNE
Melekler yeryüzüne yayılırdı, biz uyurduk
Melekler yeryüzünden dağılırdı, biz kalkardık…
Gözlerimizi açmak için esnerken, gittiklerini göremezdik. Hoş, geldiklerinde de göremezdik.
(Bilirdik oysa anlardık;
Köpeklerin uluyuşlarından,
Kedilerin içten inlemesinden…
Allah’ı zikrettiklerini… )
Biz, tutunulası eteklerle hayal ederdik melekleri, acaba etek giyerler miydi? Şimdi kadınlar bile giymezken, o uzun beyaz etekli düş melekleri; kısa-minik etekli, insandan farksızlaşırken yani insan onu kendinden farksız görürken, bunu söylemek elbette güç. Evet, dolaşan melekler vardı; kitabımızda, seccademizde, penceremizde, yatağımızın yanında… Kar taneciklerini, yağmur damlacıklarını taşıyanları vardı. Her biri o kadar yakındı ki birbirine, neredeyse hiç aralıkları yoktu, gökten inen sulu sepkenlerin. Bu sebeple onları küçük, zerre halinde varlıklar olarak düşünmüşümdür. Ya fazla göz kamaştırıcı renkleri vardı, insan gözü algılamıyordu… Diğer ihtimal hiç olmadı aklımda. Seslerini duyamıyorduk, duyamazdık. Bunun sebebi ya çok yavaş(sessiz) konuşuyorlardı ya da çok gürültülü. (İnsan kulağı hem çok sessiz hem de çok gürültülü şeyleri duyamaz.) Konuşuyorlar mıydı ki?
Kimilerimiz onları gördüğünden, duyduğundan bahsederdi. Öyleyse bunu diyenler insan dışı varlıktı. Evet! Olsa olsa insan görünüşlü cisimler olurdu. Ya da içlerine üfürülmüş başkaca bir ruh. Bundan kurtulanları da vardı, yaşamının sonuna kadar bununla kalanları da. Toprağa girmezdi bu ruh. Taşıdığı beden infilak edince hemen etrafta gezinip yeni gövde arardı kendine. Elbette melek değildi bu şeylerin adı,-benim deyişimle- dokuzuncu hissin gölgesinde yaşayan yaratıklardı ve kölesine sürekli bir şeylerden haber verirdi.
Sabahları ev ev dolaştığını bilirdik meleklerin. Ne zaman ki bahçemizden geçti; horozlar ötmeye başlardı. Hayvanlar bile görüyordu onları. Ya biz! Biz, neden göremiyorduk?
Belki görsek; heybetlerinden korkar, nurlarını kıskanırdık. İki yanımızdaki –kalkanlı hayal ettiğimiz- melekleri görsek ya hayal kırıklığı ya da büyük korku eşliğinde her yere nasıl yürürdük? Utanır mıydık? Onlara sorular sorup da bir cevap alamayınca, içlenir miydik?
Jest veya mimiği olur muydu bir meleğin? İhtişamlı oldukları şüphesiz olan bu varlıklar, bizi nasıl görüyordu acaba? Rabbimizin, bize secde etmesini istediği melekler; hatalarımızda bizim için nasıl yakarıyor Rahman’a? Bir suç işlediğimizde bize güvenip, bizim için avuçlarını semâya kaldıran bu melekler – hele de yazıcı olanları- defterlerine cürümlerimizi yazmamak için nasıl diretiyorlar? Sevabımız olunca da hiç sualsiz hemen defterlerine kayıt ediyorlar. (Demek ki elleri var ama bizim bildiğimiz şekilde değil...) Gittikçe büyüyen evrenin ardımızda bıraktığı boşluklarda, neler yazıyor kim bilir?
Bizse göremediğimiz bu nimeti, uğrayışlarında hayal kırıklığına sürükleyip belki de bizim deyişimizle; boynu bükük uçarken buluyoruz, geldikleri yere.
Onların, olmasını istediğimiz eteklerine tutunabilmek için, tutunamayan eller; hangi resimlerle daha ortaya çıkacak bakalım.
Uykudayız, sabah ezanı okunuyor, melekler yeryüzüne yayılıyor
Titreyen; köpekler uluyarak, kediler inleyerek hamd ediyor
Gün ışıyor, biz insanlar kalkıyoruz, onlar da yeryüzünden dağılıyor…Halime Erva Kılıç
28.03.2010
Pazar, Saat 05:44
MELEKLER ÜZERİNE Yazısına Yorum Yap
"MELEKLER ÜZERİNE" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
2 Nisan 2010 Cuma 23:15:03
İlginç yaklaşım tarzı ama bilimsel ve akademik açıdan değil de hakiki ilim katılarak yazılsa idi; bilgilendirme amaçlı daha faydalı olurdu diye düşünüyor bu hususta yorumların kişiler nazarında beyinlerde farklı algılamalar doğuracağına kani gelirken rabbimden tertemiz mele-i ala sakinleriniin biz günahkar kulların etrafında pervane gibi dönmelerini düşünerekten edep dairesi içerisinde saygı duyma edinmeyi niyaz eyliyoruz.....Amin....