- 1591 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikasına Kısa Bir Bakış;
Atatürk Dönemi Ekonomi Politikasına Kısa Bir Bakış;
’...askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner’
Henüz Kurtuluş Savaşı’nın tam anlamıyla sonuçlanmadığı, Lozan Barış görüşmelerinin ise anlaşma sağlanamadan kesildiği dönemlerde 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresinin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk ekonomiye verdiği önemi bu sözleriyle açıkça belirtmiştir.
Atatürk, hem Milli Mücadele döneminde hem de Milli Mücadeleyi kazandıktan sonra ki 1923–1938 tarihleri arasında ki dönemde ekonomiye gerekli önemi vermiş 15 yıl içinde asırlara sığmayacak ekonomik atılım ve yatırımları hayata geçirerek askeri alanda kazandığı büyük zaferlere ekonomi alanında ki büyük zaferini de başarıyla eklemiştir. Fakat Atatürk’ün ölümü sonrasın da ekonomik alanda ki o hız yeterince sağlanamadığı gibi süregelen zaman içinde tam tersi uygulamalarla yapılan yatırımlar sekteye uğramış/uğratılmış, günümüzdeyse stratejik öneme sahip ekonominin temel taşı olan birçok kurum özelleştirmeler adı altında kimisi yabancılara satılmış, kimisi de satış sonrası kapatılmıştır.
Cumhuriyet öncesi Osmanlı dönemini incelediğimiz de; Osmanlının çöküşünde en etkin neden olarak ekonominin önemle yer aldığı görülmektedir. Yani Osmanlının çöküş sürecine hız kazandıran etkili neden 1838 yılında Serbest Ticaret Anlaşmasıyla serbest piyasa ekonomisine geçişin önemli yeri olduğudur. 1838’de İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşması sonucu Avrupa mallarının Osmanlı pazarlarını doldurmasıyla birlikte açık pazar haline gelen Osmanlı Devletinin ekonomisi öldürücü bir darbe almış, ülkeye gümrüksüz olarak giren İngiliz gelişmiş makine endüstrisi ürünleri karşısında Osmanlının el tezgâhı ürünlerine dayalı endüstrisi korumasız kalınca da yok olmuştur. Zaman içinde birçok ülkeyle serbest ekonomi anlaşmasının imzalanması Osmanlı İmparatorluğunda yeni sanayi ürünlerine gerekli atılımlar yapılmayınca da geleneksel el tezgâhlarına bağlı, tarıma dayalı Osmanlı sanayisi tamamıyla iflas etmiş, ihracatın çok üzerinde ithalat harcamaları ve bu olumsuzlukların savaşlarla birleşmesi sonucu altından kalkılamayan büyük finansal açıkların kapatılabilmesi için dış ülkelerden borç alınması tek çıkış yolu seçilince de ülke dışa bağımlı ve muhtaç konuma sokulmuştur. 1854 Kırım Savaşı’yla borca başlayan Osmanlı Devleti 1875 yılında borçlarını ödeyemez duruma gelince de borç erteleme ilan etmiş ve borçlanma Osmanlı devletinin yıkılışına kadar devam ederek Türkiye Cumhuriyeti Devletine 32 milyon Türk lirası borç miras olarak kalmıştır.
Kurtuluş Savaşı dönemini incelediğimiz de çok ilginç bir noktayla karşılaşmaktayız. Bu ilginç nokta; Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele dönemini sıfır enflasyonla yürütmesi, tek kuruş para bastırmadan savaşın finansmanını sadece artırılan vergilerle ve halkın verdiği bağışlarla Milli Mücadeleyi kazanmasıdır. O dönemlerde kullanılan para Osmanlı Kaimesidir ve savaş boyunca T.B.M.M. tek kuruş bastırmadan sadece İstanbul’da basılan paralarla Atatürk’ün önderliğinde Milli Mücadeleyi başarılı şekilde yürüterek kazanmıştır. Eğer Osmanlı Devleti bunun farkına varmış olsaydı ya da parayı basan taraf olarak para sürümünü kontrol etme avantajını kullanmasını akıl edebilseydi karşılıksız para basımıyla enflasyonu yükselterek alım gücünü düşürürdü, fakat paranın alım gücünün düşmesi Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasını kesinlikle etkilemez, sadece savaşın finansmanını sekteye veya zora sokacağından dolayı Milli Mücadele sürecinin uzamasını sağlardı. Bu noktada bazılarımız Osmanlı hükümeti bilerek ve isteyerek böyle bir yola başvurmamıştır diye düşünebilir, ama unutmayalım ki İstanbul yönetimi Milli mücadeleyi engellemek için o dönemde elinden gelen her yola başvurmuş, para politikasının önemini bilmediğinden dolayı da bu yola başvurmayı akıl edememişlerdir.
Enflasyonsuz para politikası sadece Atatürk döneminde uygulanmıştır. Çünkü Atatürk döneminde makroekonomik istikrarın önemli yeri olmuştur. Atatürk’ün enflasyonsuz para politikasını başarılı yürütmesinin nedenleri kesinlikle karşılıksız para basımına izin vermeyişindedir. Öyle ki ödeme sıkıntısına düşüldüğünde bile karşılığı olmayan tek kuruş para basımına kesinlikle karşı çıkarak çok sıkı para politikası uygulamıştır. Bu sebepledir ki Atatürk dönemi enflasyonsuz geçmiştir. Fakat Atatürk sonrasın da enflasyonlu dönemler başlamış ve günümüze kadar süregelen enflasyon ülkeyi ekonomik açılardan büyük sıkıntılara sokmuştur.
Atatürk’ün ’...askeri ve siyasi bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla taçlandırılırsa korunabilir’ anlayışı Türkiye Cumhuriyetinin kalkınma çabalarının temelini oluşturarak, bu anlayış içerisin de ekonomik reformlara girişilmiş ve sonuç olarak tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yakalanamayacak ekonomik istikrar sağlanmıştır.
Atatürk’ün özellikle neden ekonomiye bu derece fazla önem verdiğini yine İzmir iktisat Kongresinde bizzat kendi söylediği sözlerden anlamaktayız.
Atatürk İzmir İktisat Kongre’sinin açılış konuşmasında; ’Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek vardır. Türk tarihi incelenirse, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir... Milletimiz düşman ordularını mahvetmiştir. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz’ sözleriyle milli mücadele sonrası asıl ve önemli mücadelenin ekonomik kalkınma olduğunu açıkça belirtmiştir.
‘’ Tarihimizi dolduran zaferler yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır.’’ sözlerinden de Atatürk’ün tarihi ve tarih süreç içerisinde ekonomiyi çok iyi incelediği açıkça görülmektedir.
Yine İzmir İktisat Kongresini açılış konuşmasında ayrıca şunları da söylemektedir: ’Efendiler; bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla alakadar olan, o milletin iktisadîyatıdır... Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka bir şey değildir. Bir milletin refahiyet ve saadetini teşkil eden iktisadîyatla iştigal etmemesi, edememesi nazarı dikkati calip bir keyfiyettir. İtirafa mecburuz ki iktisadîyatımıza lüzumu kadar ehemmiyet verememiş bulunuyoruz... Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransızlar Kanada’da kılınç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmişti. Bir müddet kılınçla saban yekdiğeriyle mücadele etti ve nihayet saban galebe çalarak İngilizler Kanada’ya sahip oldular. Kılınç kullanan kol yorulur; fakat saban kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün daha çok sahip olur... İstiklali tam için şu düstur vardır: Hâkimiyeti milliye, hâkimiyeti iktisadîye ile tarsin edilmelidir...’
Atatürk İzmir Kongre’sinin açılış konuşmasında, ekonominin doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamıyla ilgili olduğunu, ekonomik alanın ihmal edilmesinin ise tam bağımsızlığın kaybedilmesi olduğunu, ekonomik alanda ki zayıf bir Türkiye’nin de tam bağımsızlığından söz edilmesinin mümkün olamayacağını açık bir dille vurgulamıştır.
Sürdürülebilir kalkınma için ekonomik istikrara önem vermiş, uyguladığı ekonomik politikayla dış ticaret açığı vermeden, enflasyonsuz dengeli istikrarlı kalkınma sağlanmış, her zaman karşılıksız para basımına karşı olmuştur.
Dünyada ki ilk demokratik kalkınma planları Atatürk döneminde 1931 yılında Türkiye’de uygulamaya konulmuştur. Atatürk Birinci Kalkınma Planı’nı 1933–1938 yılları, İkinci Kalkınma Planı’nı ise 1938–1944 yılları için hazırlatmış, iki kalkınma planının da hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışardan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini temel amaç olarak görülmüştür. Bu sebeple tekstil, iplik ve dokuma fabrikaları kurulmuş, devletin teşvikiyle özel girişim olarak bazı çiftçilerin de katılmasıyla Alpullu ve Eskişehir gibi bazı şeker fabrikalarının kurulması gerçekleştirilmiştir.
Atatürk İzmir İktisat kongresindeki tartışmalarda yabancı sermayeye karşı olmadığını ama Türk yasalarına ve örfüne saygılı yabancı sermayeyi istediğini de; ‘’İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasidir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminati vermeye her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizleri sayemize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faydalı neticeler versin. ‘’ sözleriyle belirtmiştir.
Atatürk döneminde devlet kalkınmanın motor görevini üstlenmiş, pazar ekonomisine geçişte de devlete öncü ve destekleyici görev verilmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu yüce önderimiz Atatürk’ün ‘’az zamanda çok işler başardık ‘’sözünü söylemesi işte bu sebeplerdendir.
Evet, 1923–1938 yılları arasında Atatürk’ün liderliğinde az zamanda çok işler başarılmışken Atatürk’ün ölümü 1938 yılı sonrasında geçen çok zaman içindeyse hiç işler başaramadığımız gibi, Atatürk döneminde ki başarıları da yine kendisinden sonra ki geçen onca zaman içinde hiç etmişiz, babalar gibi satarız demişiz ve satarak, kapatarak yok etmişiz.
Günümüzde her şey apaçık ortada. Yüksek enflasyon, stratejik öneme sahip ekonomik kuruluşların gelişi güzel satılması, yerli üretime yeterince önem verilmeyişi, ülkenin dört köşesinin yabancı mallarla dolması, ihracat, ithalat arasında ki büyük dengesizlik, dış borçların her geçen gün yükselişi, günümüzde Cumhuriyet tarihinin en yüksek değerine ulaşması, her ödeme sıkıntısın da kurtuluş çaresi olarak karşılıksız para basımına gidilmesi, İşte Atatürk sonrası günümüz ekonomisi ve ekonomik alanda ki istikrarsız gelişmeler…
Dinçer Demirel
YORUMLAR
Çok değerli bir yazardan, çok yararlı ama çok da düşündürücü bir yazı....
kafkaslar
sevgi ve saygılarımla