- 528 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZİRVE TOPLANTISI VE SONRASI - VI-
ZİRVE TOPLANTISI VE SONRASI - VI –
Dr. Sadık Özen
ÜLKE GÜNDEMİNDE BULUNAN OLUMSUZLUKLAR HAKKINDA KAMUOYUNDA YER ALAN DÜŞÜNCE, SÖYLEM VE SÖYLENTİLER:
Bu konuyla ilgili olarak bundan önceki yazılarımda; halk arasında konuşulmakta olan doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilir, ama her iki halde de ulusumuz ve ülkemiz açısından son derecede önemli olduklarına inandığım hususlar üzerinde fikir ve görüşlerimi paylaşmaya çalışmıştım.
Değindiğim konular dışında, ele alınacak daha pek çok şey var. Ancak ben, bu yazımda, bunlar arasında en önemlisini saydığım yargı ile ilgili sorun ve olumsuzlukları ele alacağım. Profesyonel bir siyasetçi ve hukukçu olmadığım için bu konular üzerinde fikir yürütmemi yadırgayanlar olabilir. Ben bunu yaparken, bu yaşıma gelinceye kadar kazandığım deneyimleri, Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve Ulusalcı kimliğimi kullanmaya çalışıyorum. Bu arada, vatandaş olmanın bana yüklediği sorumluluk görevimi yerine getirebilmeyi amaçlıyorum.
Aslında, her vatandaşımız, kendi ölçeğinde bunu yapabilmelidir. Bana göre, vatandaşlık bilinci ve sorumluluğu bunu gerektiriyor. Şu anda ulus olarak zor bir dönemden geçmekteyiz. Oturup kara kara düşünmemiz yetmiyor, sorunlarımızı konuşmalı, yazmalı ve doğru bildiklerimizi toplumla paylaşmalıyız. Mustafa Kemal Atatürk bize bunu işaret etmektedir: “Doğru bildiklerinizi söylemekten korkmayınız.”
Suskunluk; ya korku, ya aciz, ya da ard niyetin ifadesidir. Her vatandaşın yasal sınırlar içinde kalarak fikirlerini açıklama hakları vardır. Ne yazık ki son zamanlarda, daha çok ayrılıkçı, bölücü ve kışkırtıcılar konuşuyor, gerçek vatanseverler ise susuyor ya da susturuluyor.
Demokratik açılım iddiasında bulunanlar, adeta gerçek demokrasiyi katletme durumuna geldiler. Ülkeye; kendi görüş, anlayış ve çıkarlarına uygun bir demokratik sistemi getirebilmek istiyor ve bunu gerçekleştirmek için büyük çaba gösteriyorlar. Oysaki demokrasi, hiçbir kişi ve zümrenin vesayetinde olmayan, evrensel kurallar rejimidir. Ülkemizdeki sıkıntılar işte buradan kaynaklanıyor.
İktidarın tutumu, eğer ard niyet ve kasıt yoksa büyük bir yanılgıdır. Eğer varsa bu yanılgı daha da büyük boyutlardadır ve sebep olacağı olumsuzluklar da daha büyük boyutlarda olacaktır.
Geçmiş yıllarda bu tür tarihi yanılgılar ve bunlara bağlı olumsuzluklar yaşanmıştır. Aslında, bunlardan ders alınmalı ve tekrarlanmasına izin verilmemelidir. Ne yazık ki insan egosu bunları dikkate alamıyor, çıkar duygularının esiri oluyor ve bildiğini okumakta devam ederek, tarih tekerrürden ibarettir temasını işlemekte ısrar ediyor.
Şimdi gelelim bu yazımın esas konusuna: Ne yazık ki, bir süre önce Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı arasında yapılan “Büyük Zirve” ve arkasından Başbakan ile Genel Kurmay Başkanı arasındaki “Küçük Zirve” toplantıları kendilerinden beklenenleri verememişlerdir. Bu toplantıların olumlu sonuç veremeyeceği daha başlangıcından belliydi. Zira “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.” Yeteri kadar iyi niyetli , sağduyulu ve özverili olunmadan bu tür girişimler olumlu sonuç vermez ve “sözde” kalır. Nitekim böyle olmuştur.
Ülke gündeminde yer alan, dedikodu ve söylentiler önemsiz olabildikleri gibi önemli de olabilirler. Aralarında doğru olanların bulunması gerekir. Bunun için, bunlar, yönetimlerce ele alınmalı, iyi değerlendirilmeli, yalan olanlarının ayıklanması gerekir. Bunu yapabilmek ise, konulara peşin fikirli yaklaşmak yerine, tarafsız bakmakla sağlanır.
Ülkemizin bugünkü durumu ve geleceğinin; sadece halk arasında yerleşmiş doğru veya yanlış, kasıtlı veya kasıtsız, iyi ya da kötü niyetli birtakım dedikodu ve söylentilerle değerlendirilmesi olanaksızdır. Değerlendirme yapılırken, siyasi görüşler bir kenara bırakılmalı, gerçekler ve ülke çıkarları göz önüne alınmalıdır. Ülke yönetiminin ve siyasi partilerin başında bulunanlar bu gerçeği görerek hareket etmek zorundadırlar. Bu yapılmayarak kişisel ve siyasal çıkarlar ön plana alındığında, ulusumuz ve halkımız huzura kavuşamayacaktır.
Hükümet tarafından, halkta, ülkedeki tüm olumsuzlukların ordu ve yargı tarafından oluşturulduğu kanaati uyandırılmaya çalışılmaktadır. Doğru olmayan bu kanaat yaygınlaştırılmış ve sonunda çözüm olarak anayasa değişikliği hedef gösterilmiştir.
İşsizlik ve geçim sıkıntısı çeken, çeşitli olumsuzluklar içerisinde kıvranan, geleceği için endişeye kapılan ve bunlardan kurtuluş yolu bekleyen halkın önüne, anayasa değişikliği adeta tek kurtuluş yolu ve tek hedef olarak getirilmiştir. Yapılan girişimler, yönetimin, halkı müreffeh bir düzeye ulaştırmak için çalışmak varken, kendi etrafında koruyucu bir zırh oluşturma çabasına girmesiyle izah edilebilir. Anayasa değişikliğinin, toplumda enine boyuna tartışılarak üzerinde bir uzlaşma sağlanması yerine, apar-topar ve acelecilikle ele alınması ve bir oldu bittiye getirilmesi için çalışılması bundandır.
Konunun TBMM’de çözümlenememesi ihtimaline karşı, halka “Referandum” yolu gösterilmektedir. Bu suretle, halkta, iktidarın kendi oylarıyla istediği sonucu alacağı kanaati uyandırılmaya çalışılıyor. Bu siyasi bir taktik, zorlama ve baskıdır. Bu taktik, süresi değiştirilerek ön hazırlığı yapılan ve alt yapısı oluşturulan referandumu etkilemek için yapılan bir yatırımdır.
İsimleri değiştirilerek yeniden kamuoyu önüne getirilen açılım vaatleri, sonunda anayasa değişikliği adı altında toplanarak kilitlenmiştir. Esasen, bir süredir
anayasanın darbe ürünü diye nitelendirilerek eleştirilere tabi tutulması ve yapılan değişikliklerin bir türlü yeterli bulunmaması, cumhuriyet ilkeleri üzerinde radikal değişiklik yapabilme isteğinden kaynaklanıyor. Asıl amaç ordu ve yargının, kendi açılarından arzu edilen bir düzeye getirilmesidir.
Maalesef, ordu hakkında olduğu gibi yargı hakkında da son derecede olumsuz, yıpratıcı, yıkıcı ve toplum önünde küçük düşürücü bir politika izlenmektedir.
Kanımızca, yargıyı kontrol altında tutmayı, daha doğrusu siyasi baskı altına almayı hedefleyen bir anayasa değişikliğinde ısrar edilmesinden hayırlı sonuçlar alınması düşünülemez. Tabii aynı şey ordu için de geçerlidir.
Yargı hakkındaki bütün olumlu görüşlerimize rağmen, yargı ile ilgili birtakım olumsuzlukların varlığı da göz ardı edilmemelidir. Mevcut anayasa ve yasaların verdiği yetkilere rağmen, zaman zaman, yargı tarafından verilen bazı kararlarda maalesef çelişkiler olabilmektedir. Bazı savcıların isteği üzerine yapılan toplu gözaltı ve tutuklamalarda, gece yarısı baskınlarında, hazırlanan olağan dışı iddianamelerde, yapılan haklı itirazların reddi hususlarında alınan sonuçlar, bu söylenenlere örnek gösterilebilir.
Yaşanan huzursuzluklara neden bulmaya çalışılırken; tartışma yaratacak veya mevcut tartışmaları artıracak öyle uygulamalarla karşılaşılıyor ki, bunları görünce insanın akıl ve mantığı allak bullak oluyor. Bu durum, bu defa da insanların kendi kendilerini sorgulamalarına yol açabiliyor. Acaba, olayları yanlış mı değerlendiriyorum ve yanlış sonuçlara mı varıyorum diye. İşte şu anda, ülkemizde, tam böyle bir zaman diliminde yaşandığını sanıyorum.
Tatsız olaylar bitmek bilmiyor ve dalga dalga birbirini takip ediyor. Gerçekle bağdaşmayan senaryolar üretiliyor, resmi makamlara düzmece ihbarlarda bulunuluyor, emniyet görevlilerince soruşturmalar yapılıyor, savcılar on binlerce sayfaları bulan iddianameler düzenliyor ve kendilerince suçlu bulduklarını mahkemelere sevk ediyorlar. Senaryo üstüne senaryo üreten karşı devrimci medya ve bunların maşaları olan ihbarcılardan başlayarak, emniyet görevlilerine, savcılara, yöneticilere ve siyasetçilere ağır eleştiriler yapılıyor, suçlamalarda bulunuluyor.
İşte bu noktada iyi düşünmek lazım. Bu aşamaya gelinceye kadar, sıradaki bütün mercilerden hiçbiri, suçladıkları, soruşturdukları ve haklarında iddianame düzenledikleri kişiler için son kararı verme ve onları tutuklama yetkisine sahip değiller. Bu yetki sadece ve sadece yargıyı temsil etme hakkına sahip hakimlerindir. Son karar verme hakkı hakime ait olunca; kamuoyunca, doğru olmadığına hükmedilen konularda, mahkeme aşamasına kadar olan kademedeki görevlilerin tek başına suçlanmaları yanlış olmaktadır.
Meseleye böyle bakılınca; kamuoyunu tatmin etmeyen sonuçlara yapılan eleştiri, suçlama ve sorgulama; sadece tertipçilere, savcılara, siyasetçilere ve iktidara yönelik olmamalıdır. Bunda yetkileri itibariyle yargının da önemli bir yeri vardır. Nedense; yargının önemli bir organı olan cumhuriyet savcıları, senaryo üreten, halkı kışkırtan ve ortalığı bulandıran sahte demokratların yaptıkları olumsuz eylemler üzerinde durmuyor, tam aksine, onların mağdur ettiklerinin üstüne gidiyor. Böylece; suçlamada bulunanlarla, soruşturmaları yönetenler arasında adeta işbirliğini düşündürebilecek bir tablo ortaya çıkıyor.
Bu noktada, yüksek yargı organlarının devreye girmesi ve olanlara bir dur demesi beklenir. Ancak, yüksek yargı organlarının girişimleri sadece sözlü görüş bildirme aşamasında kalıyor. Böyle olunca da yargının siyasallaştığı iddiaları ortaya atılıyor. Bu iddialar, kasıtlı olup yargıyı yıpratmaya ve sindirmeye yöneliktir. Ancak yargı da, bu konularda sözlü veya yazılı söylemlerden öte, sonuç getirebilecek somut adımlar atabilecek bir şeyler yapabilmelidir. Bu konuda, özellikle Yargıtay Başsavcılığı ve yetkileri büsbütün elinden alınmak istenen HSYK’na büyük görev düşmesine rağmen, bu kurumlara karşı takınılan menfi tutum nedeniyle beklentiler gerçekleşemiyor.
Eğer yapılması düşünülen anayasa değişikliği, sözü edilen hususlarda olumlu sonuçlar getirebilecek olsa, bir an önce çıkarılmasına destekte bulunulması tartışılmaz. Tam aksine yapılacak değişikliklerle, ülkenin en önemli kurumlarından olan yargıyı daha da zora sokacak ve çelişkilere sürükleyebilecek bir ortamın yaratılmasından korkulmalıdır.
Yargıya karşı sonsuz saygısı olan bir vatandaşım. Bu nedenle, yargı hakkında olumsuz sayılabilecek bir yorumda bulunmak istemezdim. Ama ortada ters giden bir şeyler var ve bunlar kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor. Haklarında suç isnadında bulunulan insanlar, sorgulama sıralarının gelebilmesi için aylar boyunca tutuklu kalabildikleri gibi, aralarında felç geçiren ve ölenler bile var. Oysaki hakimlerin suçları kesinleşmemiş olan ve yurt dışına kaçmaları söz konusu olmayan zanlılar için tutuksuz yargılanma kararı verme hakları vardır. Ayrıca, önlerine getirilen bazı isnatsız iddianameleri kabul etmeme ve geri çevirme hakları da bulunmaktadır.
Şu anda, içinde bulunulan durum içinde, meseleye yukarda söylenenler açısından bakıldığında, yargı ile ilgili birtakım kuşkuların duyulması doğal karşılanmalıdır. Ne acıdır ki, yargı kendi içinde bile tam bir birlik ve bütünlük sağlayamaz bir görüntüye maruz kalmıştır. Bir Cumhuriyet Savcısının, bir mahkeme tarafından tutuklanması ve bunun sonrasında yaşananlar, bu söylenenler için son derecede çarpıcı bir örnek sayılmalıdır.
Kendisine yönetilen ağır ve haksız eleştiriler muvacehesinde; yargı, kendi içinde bir bütünlük sağlayabilmesi için önce kendisini yargılamalıdır. İçindeki çatlakları onarmalı, kara delikleri kapamalı, birlik ve bütünlüğünü sağlamalı ve her türlü sui-zandan kendisini kurtarmalıdır. Bu yapılmadıkça; yargı, gerek kendisine yapılan suçlamalardan, gerekse getirilmeye çalışılan anayasa değişikliği ile kendilerini yürütmenin vesayeti altına sokmaya çalışan tatsız girişimlerden kurtaramayacaktır.
Çuvaldızı karşımıza batırırken, iğneyi de kendimize batırmamız gerektiğini düşünüyorum. İnşallah bunu yapabiliriz.
Bu yazımı hazırlarken, Balyoz Hareketi ile suçlanan ve tutuklanan çoğu kişinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıklarını öğrendim ve bundan büyük mutluluk duydum. Kendisine kahraman gözüyle bakılan değerli hakimlerimizi kutluyorum. Aslında onlar birer kahraman değil, görevlerini yasalara göre yerine getiren, vicdani sorumluluk içinde olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fikri hür, vicdanı hür nesiller isterim” felsefesinin ürünü saygıdeğer hakimlerimiz. Arzu edilen, tüm değerli yargı mensuplarının bu niteliklerde olmalarıdır.
Son gelişmenin büyük tartışma yaratacağını ve arkasından daha olumsuz sonuçlar yaratılmaya çalışılacağını biliyorum. Ama, bana göre bu, atılan önemli bir adımdır. Bunu, “Namuslu insanların da namussuzlar kadar cesaret sahibi olmaları gerekir” sözünün uygulaması saymak gerekiyor. Dilerim, bu tarihi söz kendisine yeni taraftarlar bulur.
Saygılarımla…
31 Mart 2010
www.fikirplatformu.net
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.