- 732 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HOÇVAN ÇERMİĞİ / ARDAHAN ÖYKÜLERİ 98
Ver yansın düneyinden beri şölen yapıyorlar.
Memet Yıldız BMC kamyon aldı.
Mahalle, hane halkı, seven konu- komşu sevince gark...
Ey insandılar: Memet Amca ve Dilber Teyze.
Hoçvan Hasköylüydüler.
Süfi Dayıgilin evden evela Abdülmecit Doğru’nun babasının hayatlı dört takım evin birinde durdular. Memet Efendi Ölçekteydi. Kiracılara icarlar, o yan- yan savuşur geçer... şehire hiç yanaşmadı.
" Hakılli adam! "
Kiralık ev’de iskanları hiç bitmediydi. Gerçi Arabaya muvaffaktılar; emelleri gerçekleşmişti.
Zayıflık bahasına ülser sahibi olmuştu. Zabit Avcı’nın arabalarında şoförlük yaptı. Senelerce direksiyon salladı. Urfa’ya, Antalya’ya Kurban mal- davar çekti. Et kombinalarına, İran’a kaç getti ki. Şah zamanıydı. Torbayla para getirdiler. Çünki İran parası enflasyon parasıydı. Defter yaprağı; aha her biri.
Benzetmek gibi olsun: Çobanoğlu diyeni; elinen avucunu gösterterek:
" Bir bele uşağh; adı da Gürbüz."
Urfa mağaralarına büyük baş hayvan götürdü. Birkaç ay dilinden düşürmedi mağaraları. Hayret etmişti. Şaş kalmak derler; ha o olmuştu. Binlerle sayılır saysalar hayvanları antlan, yemin billah anlattı.
Ardahan’dan günlerce mal- davar, büyük- küçük baş hayvan çekerdi tüccar- celep, komisyoncular.
Çamuş, gotik, kısır, öküz, tosun, düye- öğgüralan, mozik, yoz, koyun, koç ve kuzu.
"Kürt Memet" diye seslenirdi herkes.
Memet Yıldız Rusya’ya öküz götürdü. Irak’a koç, İstanbul, Ankara’ya kombinada kesilecek hayvan taşıdı.
Diyarbakır’dan karpuz. İğdirden kavun kaysı. Tuzluca’dan tuz. Kayseri’den kilim hani şu: makine kilimler onlardan getirdi.
Ambarlar ile çalıştı. Güngör Odabaşı’nın ambarı Köprübaşındaki ambar ve Kemal Emi’nin ambarı eskinin kargosuydu. İndi lojistik, kargo, bezeyip ad döşüyorlar, ne bileyim?
Ambar; aşağı ambar, yukarı ambar.
Koç’u kurban kesti Dilber Teyze.
Birinci günü; biz de kebap cız-bız’a doyduk. Ocakta şişe taktık. Közde eti küçücük elimle ateşe yatırıp çevirdim. Kanlı şarabi renkte su kıvamıyla akıyordu.
Az pişmiş çiğ et damakta tadı, genzimde odunun çam kokusu...
Geğirdikçe çam, çıra; çay da çıra kalk oyna!
Yarının yarını kutlayış kesiksiz yaşanıyor. Kamyon sahibi olmak; fabrika açmak gibi şey. Dilber Teyze BMC arabanın şanına yaraşır itibariyetten kaçınmıyor. Seven komşularını gönendirmek değil mi? Yığılın yemeye.
Esirgemedi: Kamyonu Hoçvan Çermiğe sürdü.
Akşamdan hazırlık...
Yemekler: dolma biberi, kavun- karbuz, pişi mafiş ve katmer.
Çağrılı sahnelerin buharısı ocağı göğe egsoz borusu dumanından afili püskürtüyordu.
BMC seçemiyor insanların sevinç ve sevinmelerinin buharıya yansıyan beyaz dumanlarla gecenin halini aydınlatamadığına.
Her evin aralık başında ocağı vardı. Şömineden üstün. Saç... ters çevirir fetir, lavaş atardın.
Ekmek pişirirdin.
Altta son köze kartol (Sarzebin ) düzer yavaşça soyar soymaza yerdik.
O başa çayniği koyardılar. Közde çay: Kunzut’un suyu hemi... zukkumlanası, yok yok zukkumlanılmayası diyelim.
İkinci Cigarası " Sivas hatırası" ağızlıkta duman ve is ciğere zor verdi.
" Öhhö, öhhhö..." çor-çor deyecek kimse, şakadan, yarenlik ederdi.
Çayı kırtlama içende ağzımızda sorardık."Sormak" bu kelimede ocakların hazin sonu gibi şöminece " Emilerek" absorbe oldu.
Az dur!
Ocak deyip geçme!
Şömine modern zamanlara "Victorian age" den gelmeyken de şimdi gibi pahalı ve prestij unsuru aksesuardı.
Çeperleri örerken toprağın yüzünden taşları dizerek çırpıya uygun adım, usta terleyerek hıbarları da aralara sokuşturdukça rahat nefesi asıl rastgeldiği kayadan sağladığı fırsatta alırdı.
Koca kayayı çepere yamardı... keşke çırpı çektiği çeperin hepsini kayalardan kurabilseydi. Yere gömülmüş kayalar birden fırlayıp göğe çıkıvermişti.
Menhir evlerde 10-12 binyıl önce kayaların hazırlıklığını değerlendirme ile bir iki sal’ı üste çatı gibi çekerek işin içinden sıyrılıyordular.
Doğanın elvermesi ne tatlı sonuçlara ulaştıryor insanı.
Ne diyecektik yahu?
Ha!..
Hazır kayaya çeper örmek kolay: İrsalı mesel gibi laf..
Pekiy evlerimizde pahalı şömineden daha "Menhir" vurgulu ve nostaljik aralık başı, buharı bacalı mekan hava tahliye etmesi, içeriye gecenin yıldızlarını da çağırırdı. Mekan olarak küçüktü ama gündüzleri ışıkları huzmeyle aralığa davet ederdi. Aşhane vazifesi yapar, yemek ve peynir kazanı burada yakılırdı.
Isındığımız ve yediğimiz içdiğimiz gırla giderdi.
O bir tarafa sohbetler çekiştirdiğimiz, gülüştüğümüz.
Uzun durmuş zamanın ateş veya közün aydınlığında ki bu bile bir "aksan" dı.
Yani güzel bir esere giriş kapısı gibi.
Her evde Tanrının bu lütfunu nimet bilip değerlendirdik.
Çok şikayet edilen soğukları baş madde: Ardahanın; bu paradoks olgularına cevap bulabilir miyiz?
Her evde şömine gibi ocak..
Ya onun keyfi!..
Galiba Jack London birşeyler demeli:
" Nereye gidersen git! Ruhun seninle arkadaş gezecektir. Sen aradığını değil yaşadığını anla! "
Yetinmek ve olan güzeli düşünsel güzele yeğlemek real- hayat tarzıdır. Galiba ocağın közünde patateslerle yanan çıra buydu.
Herifin biri adama demişe:
" Ola çıran yanıyor!"
Eflatun ve Aristo: Güzeli iki pencereden görmüş gibi şöyle söylemişlerdi:
Efo:
- Güzel deniz anlatılmaz yüzülür.
Aro:
- Güzel denize girilmez kavramlarla anlatılır.
Biz: Kamyonla çermiğe gittik...
Zaman ve devir pek güzeldi.
Sular beyaz güvercinlerin uçmamış kanat çırpmamalarına benzeyen billurdu.
İçimiz bir hoş olduydu.
Döndük Ardahan’a.
Memet Emi ve Dilber Teyze, Cevdet, İbrahim, Cengiz adı aklıma gelmeyen öbür çocukları Kartal- İstanbul’a gittiler.
Onlar bir daha Ardahan’a dönmediler!
30-03-2010
y.yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.