ÇİNCE BİLİYOR MUSUNUZ?
“Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz” diye yazmış Atilla İLHAN. Mevzu ile direk alakası olmasa
bile “HİÇ” kelimesinin cazibesinden dolayı gelip yazıma baş konuk oldu bu şiir. Nihilist bir yaklaşımla da okumayın bu yazıyı sakın, eksik kalır çünkü.
Bazen öyle anlar oluyor ki hiçbir konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir “hiç”, herhangi bir konuda hiçbir şey bilmediği halde hiçi hiçine konuşuyor, lügat deviriyor, hüküm veriyor. Ben senin en çok hiç oluşunu sevdim, hayal olmanı, yok olmanı… Hiç olmazsa yoksun. En kötüsünden düşünürsek hiç olup yorumda bulunanı kimse muhatap kabul etmez. Var olup da her şeyi iç etmektense ya da her şeyin içine etmektense, bu memlekette hiç olmak daha iyi…
Herkes faili meçhul, herkes masum, herkes kader mahkûmu, herkes tertemiz maşallah! Herkes hiçliğine rağmen her şey… Herkes her bir şeyin hükümdarı…
En çok sevdiğimiz şey konuşmak bu memlekette. Ağzı olan konuşuyor sahiden. En çok teknik direktör Türkiye’de var- 50 milyon civarı- en çok deprembilimci bizde var, en çok ekonomist, en çok demokrat, en çok siyasetçi, en çok bürokrat, en çok öğretmen, en çok müdür vesaire… Ve her şeyde sıkıntı var ülkemde… Futbolda şike iddiaları ayyuka çıktı, 6’lık bir depremde bile onlarca kişi ölüyor, darbe muhabbetleri kaç yıldır ülke gündeminin bir numarası, teğet geçen krizler bizi etkilemiyor ama işsizlikten sinir krizi geçirenlerin haddi hesabı yok, eğitimdeki ciddi sıkıntı ve belirsizlikler memleketin geleceğini çalıyor.
Bir futbol maçı biter kritiği bir hafta sürer.
Bir darbe yapılır etkisi binlerce yıl sürer.
Bir demokrasi havarisi söylemi çıkar, herkes payelenir.
Bir koltuk sevdası başlar hükümranlık olur.
Bir tane Allah’ın kulu çıkıp da kendisine yöneltilen futbol ile ilgili soruya; “Valla işi ehline bırakalım bizim işimiz değil bu” desin.
Bir tane Allahın kulu çıkıp da kendisine yöneltilen darbe ile ilgili görüşe; “Özür dilerim ama bu konu hakkında yetkin değilim” desin.
Bir tane Allahın kulu çıkıp da kendisine yöneltilen deprem ile ilgili yoruma; “Bu işi uzmanına sorun” desin.
Bir tane Allahın kulu çıkıp da; “Biz işimizi yapalım işimizle ilgili konuşalım” desin.
Mahalle aralarında pencereden pencereye konuşan teyze muhabbeti gibi oldu memleketimiz. Ağızda sakız olan, pejmürde bir hale gelen mühim mevzular, salatadan öteye, maydanozdan öteye bir kıymet arz eder mi artık?
Sakızı, çiçekli al yazmasının üstüne konmuş, pencereden etrafı dört gözle kontrol eden teyzenin canı sıkılır ve karşı pencereye seslenir:
“Komşu komşu, hu hu hu”
Yazmasını çenesinin altında bağlamış olan ve sakızı ağzında çiğner bir halde.
“He komşu ne var, de söyle bakalım.”
“Ne yok ki”
“Fay hattı geçiyormuş falancanın evinin altında”
“Eeee bundan bana ne?”
“Darbe günlüğü tutmuş filancanın beyi”
“Eeeee bundan bize ne Ay Kız?”
“Hatçe’nin kocasının tuttuğu takımın maçları şaibeliymiş valla”
“Eeeeee sana ne bundan?”
“Borcu varmış da ondan cinnet geçirmiş Mithat Efendi”
“Eeeeeeee kime ne?”
Ayaklı gazete mi dersiniz, pencereye konmuş şark bülbülü mü dersiniz, sokak köşe yazarı mı dersiniz, mahallenin baskıcısı mı dersiniz bilmem. Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Bu da benim payelendiğimdir.
Bilmediğimiz hiçbir konu yok maşallah, her şeyde allameyi cihan kesiliyoruz. O her boku bilir çünkü stajını tuvalette yaptı desek uygun olur mu sizce? Her çorbaya tuz olmaktansa, her rakıya meze olmaktansa, her lafa salata olmaktansa susarım daha iyi. Susmayı öğrendiğimizde aslında konuşmayı da yorum yapmayı da öğrenmiş oluruz. En iyi savunma hücumdur derler ya öyle!
Picasso’nun sergisinde, bir kadın, tablolardan birini ünlü ressama göstererek:
“Ben bu resimden hiçbir şey anlamadım” demiş.
Picasso kadına sormuş:
“Siz Çince biliyor musunuz madam ?”
“Hayır.
“Ama Çinceyi bir buçuk milyar insan konuşuyor ve anlıyor”
Bizler de alıp fırçayı o resmi resim yapmaz mıyız?
Bizler de alıp kalemi o şiiri şiir yapmaz mıyız?
Bizler de alıp bu yazıyı o yazı yapmaz mıyız?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.