yol (anlamsız karalamalarım, şarkılar üzerine)
Bir sela hüznüydü vedam
Gittim.
Tüm hüzünleri takarak peşime
Geri kalanlarımı…
Peşimde kırk bin parçayla
Kırk bin parçaya ayrılmış kavalımı saklayan
Sürüngen bavulumla….
Ucu tükenmiş kalemimle..
Önemli olan gittiğim yer değil yolculuklardır benim için. Yolum mersine düştü son günlerde. Yalnız gitmeyi umarken yanımda halam refakatinde çıktığım yoldan tam dört kişi otobüsün en arka koltuğunda sıralanarak dönmekte varmış kaderimde. Yanlış anlaşılmasın şikayetim yokta yalnızlığımı özledim biran hazır önümde uzun bir yol varken. Bir yanımda hamile kuzenim diğer yanımda halamla yazma fırsatını bulabildim sonunda. Son yirmi günüm yukarıdaki şiir bozuntusu birkaç satır haricinde hiç yazmadan geçti. Rekor kırmış gibi hissediyorum kendimi. Önümdeki koltuğa taktığım kulaklığımda Ferhat Göçer konuk, bağıra çağıra..
Yedi tepe dar gelir sen gittin gideli
Yüzüm gülmez oldu hadi dön geri… dediğinde aklım başıma geldi. Dönmeliydim ben yine yedi tepenin yedincisine.
İstanbul’dan kırgın ayrılınca değil Mersin, Anadolulun hiçbir kentinin tadı yokmuş. Üstelik yanındakilerden birisinin karnı burnunda hamile diğeri ise tansiyon hastasıyken değil cehenneme cennete bile inilmezmiş. (cennet cehennem mağaralarına hamileler ve tansiyon hastaları giremiyormuş.) cennet aslında sıradandı, ama cehennemin bir balkonu vardı, uçmak geliyor insanın içinden. Bakmayı çok istedim kenara daha da yaklaşarak 100 küsurluk yükseklikten aşağıdaki çöküğe. Korktular, balkonun altı boş diye. Neden yapılmış o halde oraya, öyle ya..
Birazcık özgürmüş gibi hissetmek için çıkılan yoldan iki kum torbası daha bağlayarak dönmek eteklerime daha da bağlıyor insanın elini ayağını.
Yürekteki dağ misali ağırlığım dururken. Çöl kumu misali sürekli yer değiştiren kayan dağım.. En sevdiklerin bile bazen görünmez olsun istiyor insan.
Işıklar söndü otobüste, tepe ışığını da ben söndürdüm. Yaylana yaylana gidiyoruz en arka koltuklarda, sıralı.
f.göçer; yangınım büyük… Kimse bölsün istemiyorum karanlık(ta) yazılarımı. İçi boş olsa da.
Ayağım ön koltuğun filesinde asılı.
Ömür; yolculuğum gibi karanlıkta geçsin gitsin, bitsin istiyorum, geceleyin. Biran teslim oluyor işte isteklerim karanlıklar efendisine.
Kimse kulaklığımı almasın ve dizime dayadığım defterimi ve kalemimi. Önümde bir set gibi beni savunuyor onlar sorulardan.
Umurumda değil yolda midemin bulanması. Bana ne ya onu da mı ben düşüneyim, o da midemin sorunu. Çocuklaştığımı hissediyorum. Arada başımı halamın omzuna dayamak istiyorum. Yok, olmuyor halam çok alçak. Takılıyorum ona da bazen. Fazlasıyla ‘minyon’ olduğu için. Yani en azından omzuna başınızı dayayabileceğiniz birisi sayılmaz.
Olsun benim tek derdim radyonun sesini biraz daha açabilmek.
Aklımda ise artık isteksiz, reflekse dönüşen düşünceler. Kendi suyolunu bulan hayaller kalbimle paralel hep istediğim doğrultularda ilerler.
Dedim ya hayal, elbette hep pembe olurlar.
Şarkı sözlerini kullanıyorum diye eleştiriliyorum bazen ama denk geldi işte;
‘ bir varlığım yok ki muradım olsun!..’
Karşımdaki tv’nin ışığı hoşuma gitmiyor.
- Hey adamım, diyen Amerikalı zenci kardeşlerimizin birbirlerini itmelerini izlemek istemiyorum. Kulaklığımdaki ses gittikçe kadifeleşiyor. Tercih ediyorum. Az önce ekranlar açıldığında önümde ki başın sahibine şimdi minnettarım görüş alanımı daralttığı için.
Gittikçe başım ağırlaşıyor, ne o koltuğum kendi kendine mi yatıyor. Hıh, çok komik kuzenim oynamak istiyor benimle anlaşılan. Karnındaki bebeğe özendi zağar . –da yine de kimse bölmesin karanlığımdaki beyaz kağıda aktardığım karanlıklarımı. Halamın kucağımdaki bir yığın kelimeye yan bakışları gereksizleşti artık, benim onları okumaması için savunmalarımda.
Yazılarımın bakir kalma çabası. Sıcağıyla okunmasını sevmiyorum. Önce benim mideme oturmaması lazım onlarında okuyabilmesi için. Yan bakışlar işe yararlılığını yitirdi. Laf aramızda zoraki karanlıkta kalmak keyifli bir şeymiş. Teknoloji bunu bize unutturmuştu. Jeneratörleriyle. Tv ışığı da iyice söndü artık, iki dağın arasındayım, sanki yalnızım. 60 kişilik otobüste. Pardon 59!
Sadece gökteki yıldızlar ve hilal ay eşlik ediyorlar bana yine. Bunu özlemiştim. Dağlardaki ara sıra parıldayan ufak tefek sarı beyaz ışıklar ise sadece uzak hikayeleri çağrıştırıyorlar şimdi.
‘ bazen ümit bazen tasa gözyaşı çoğu zaman içim senle dolu. Ah taşıyor sevdam…F.g...’
İçim geçiyor, saat daha dokuz uyumalı mıyım?
Hiç uyumuş değilim ki yolda şimdiye kadar. Öyle ya, kendime fark etmeden eziyet edip yolculuk bittiğinde ise yorgunluktan ölmek ve yine sıyrılmak ‘sıyırmak’ varken..
Nil arada donduğunu söyleyip klimayla uğraşmasa ve halamda benim üzerimden mücadelesine destek vermese hiç varlığımı hissetmeyeceğim yine doğrusu, sağ olsunlar.
Yani kendimi baskılarla var sayıyorum. Ya da onların öykülerinde mi can buluyorum acaba bilmiyorum, ama belirtmeyi seviyorum.
Bu harika ses beni çok etkiledi. Şimdi de Sezen Aksu’nun o harika şarkısını söylüyor bağıra çağıra;
‘Ben bu yüzden hiç kimseden geçemem…’ Ya da;
‘acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir’ Ve bence; ondan geçmeyen hayatlar da biraz tatsızdır.
Tepemde kırmızı bir ışık yandı birden tamda başımı yaslamışken, radyoyla birlikte slowlaşmışken, tamda harika bir şarkıdayken Nil muavini çağırdı.
Sanmıştım ki o an işte zamanı geldi, kendimden geçiyorum ve başucumda kırmızı bir ışık beliriyor. Gözlerim kapalı, kırmızı ısrarla yoğunlaşıyor, kulağımdaki ses ‘İzmir yanıyor’ diye bağırıyor. Ne yani ben mi şimdi fazla hayal kuruyorum yoksa kim olsa! aynı mı düşünür. Bilemem. :)
Değilmiş yani, gelmemiş vakti. Ama sevdim bu ışığı.. su istemek bahane çocuğu sinir etmek şahane.. Nil’e su dayanmıyor. Zavallı sabaha kadar servis yapacak belli. Oysa şaka değildi, şişeyi buraya bırakmalıydı.
Yarım saat sonra ilk molamızı veriyoruz. Sanırım Aksaray’da.
‘Bana ne gelecekse dünyanın sonu..’
Delirdim sanırım. Kulaklarımda açtığım son ses yetmiyor sanki. Tüm otobüs benimle dinliyor gibi hissediyorum. Ve tabi kısık sesle söylediğimi sandığım şeyler aslında sessizlikte yankılanıyor. En azından yanımdakilerden uyarı alacağım kesin. Birazdan.
Bana ne ya…
Bazen boş vermek geliyor her şeye.
Neyse.
Uzak ışıklar belirmeye başladı yine. Otobüs yaklaştı binlerce detayı saklı hikaye kümelerime..
Olsun bu gece kendi yol hikayemi yazacağım. Yolumda! Kendi gidişatımın mikro örneği olsun. İsimsiz rotalarla isimsiz mevkilerde..
Radyomun ısrarla üçte kalmasını istiyorum, dört daha güzelmiş.. Benimki ayrı çalsın ne olur sanki… demek ki daha da yalnızlaşıyorum işte, daha da uzaklaşıyorum sığlardan..
Oysa az önce ben önermiştim ona üçü…
……..
Çok uğraştım olmadı. Karanlıkta kalem tamir edilmiyor. Şu benim SIFIR yedi yine su koyuverdi. Yazma diyor aklı sıra, yazma bu kadar basit şeyleri. Olsun, içimden bu kadar amatör anlatmak geliyor. Etrafımdakiler teker teker dökülmeye başlamışken suni parıltılara gözümü kapatmak istiyorum. Göktekiler dururken. Ay sanki alçaldı.
Yedek kalemi ağzıma almış sırasını bekletirken, öylesine kafamı çevirdim biran. Hissettim, halam bana garip garip bakıyor, iyice oynattım sanıyor. Karanlıkta manyak gibi yazdığım için. Kulağımdaki yüksek sesin azizliğine yine uğradım. Biran gülmek geldi içimden. Herkes bana bakıyor. Aman çaktırmayalım, yazmaya devam. Başka türlü çekilmeyecek bu ağaçsız dağlar.. Resmen kayalar.
Nil iki kere uyudu.. Uyandırdım yine farkında olmadan. Civarımda herkeste uyudu, yine uyandırdım. Yazarken konuşuyor muyum neyim. Israrla yüzüme bakıyorlar..
Anlaşılmıştır.
Sesi kısıyorum, yazmaya ara veriyorum. Şimdilik :) eylemlerim devam edecek.
İyide canım bunu böyle anlatmak gerekmiyor ki, off sıcak bastı.
Zaten mola vakti.. dönünce unutmuş olurlar beni, devam ederim belki..
Uyusam mı, daha on dakika varmış, neyse en azından taklit yaparım. Tıpkı sessiz ağlayışlar gibi uyku taklitlerine de alışığım ben.. kampta çok yaptım ya neyse başka sefere.
Nil uyanık hemen çakıyor, ya da beni tanıyor ondan. Erken uyumam yoksa.
O kız çocuğu ben olmak isterdim, annesinin dizinde uyuyan. Ve yüzüne örtülen işlemeli mendilin altında huzuru aramadan bulan..
Ve mola..
Kızdım ya, vazgeçtim döndüğümde burada olmicam!:.
salina
_mevkisizyollar_23.05_sabahadoğrugiderken_