- 1916 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
DAĞDAKİ ADAM
Mahmut çevresine ve doğup büyüdüğü şehre kahrederek iki çocuğuyla birlikte Bursa’ya göç etmişti. Kendi halinde küçük çapta bir iş yeri açmıştı ama oldukça zor günler geçiriyordu. Bursa’ya yerleşeli bir yıl olmuş, bir hayli çevre edinmişti amma onurundan sıkıntılarını açabileceği hiç kimsesi yoktu. Sırlarını kimseye sezdirmeden kıt kanaat geçinip gidiyorlardı, bir bakıma oldukça yalnızdılar.
Doğal olarak eşi ve çocukları memleketlerini çok özlemişlerdi, kendisi asla dönmeyi düşünmüyordu. O yılın ağustos ayı idi, biraz zorlansa da yol paralarını temin edip hediye alamamanın utancı olsa da onların hasret gidermesini sağlamanın buruk sevincini yaşıyordu.
Mahmut’un Bursa’da misafiri hiç eksilmiyordu, özlemden ziyade tatillerini burada geçirmeyi tercih edenler geliyordu. Tam yalnız kaldım derken, Aynı gün içinde Dayısını oğlu Veysel ve yeğeni eşleriyle birlikte geldiler. Misafiri ve ağırlamayı çok severdi fakat parasızlık kendini oldukça sıkıntıya sokardı. Üstelik iki misafirde biri birinden rahatsız, meşrepleri çok farklıydı, bir hafta bunları idare etmek hiçte kolay değildi.
Mahmut bir yerlerden ödünç para bularak misafirlerini teleferikle Uludağ’a çıkardı, gezip dolaştılar, akşam yaklaşıyordu, “Biraz oyalanalım da gece manzarasını da görün” dedi ve çadır kurulu bölgeye doğru yavaş adımlarla ilerliyorlardı, Mahmut kendinden beş altı yaş büyük birine selam verdi “Aleyküm selam buyurun” dedi adam. Mahmut kendini ve misafirlerini tanıttı, adamda kendini, adı Mustafa, Yunanistan göçmeni olduğunu, önceleri gemilerde işportacılık yaptığını, daha sonra tekstil işiyle uğraştığını söyledi ama işportacılığının dışında söyledikleri adama uymuyordu sanki. Çay içirme teklifinde bulundu nazikçe teşekkür ederek izin istediler, Fakat adam öylesine ısrarcı idi ki bu bir çay içimlik oturmak üzere teklifi kabul etmek zorunda kaldılar.
Çayın demlenmesi uzun sürdü fakat öylesine koyu bir sohbete daldılar farkına varmadan aradan iki saat geçmiş. İzin istediler, Adam “sizi teleferiğe kadar yolcu edeceğim” diye tutturdu, ne söyledilerse fayda etmedi. Aşağıdan gelecek teleferiği beklerken sohbet devam ediyordu. Adam “Mahmut Bey evin kira mı?” diye sordu “evet” dedi Mahmut “Sana bir ev alalım” sağ olun”, “İş yeri kira mı?” Mahmut bu sorudan rahatsız oldu “evet” derken sesinin tonu bile değişti. Adam “anlaşıldı, senin işletme sermayesi sıkıntın var, ne kadar para gerekliyse yardımcı olalım” derken Mahmut öfke dolu bir sesle “Bak Mustafa ağabey, Allah razı olsun bizi konuk ettiniz, ikramda bulundunuz, bizi yolcu etmek için buraya kadar zahmet ettiniz amma dağ başında rastladığınız, kim olduğunu bile yeterince bilmediğiniz bir adama yapılan bu teklifleriniz oldukça onur kırıcı” derken söyleyeceklerinin çoğunu da yuttu. Adam “Siz ne diyorsunuz Mahmut Bey, ben buraya üç senedir zevkine çadır kurarım, bu kadar zaman içinde seninle sohbet ettiğim kadar ne kimseyle sohbet ettim, ne de bu zevki tattım” cebinden kartını çıkartıp Mahmut’a uzattı “Lütfen bir kahvemi için, sizi mutlaka bekleyeceğim”. Mamut her şey için tekrar teşekkür etti, zaten teleferikte gelmişti, vedalaşıp ayrıldılar.
Yirmi gün kadar sonra, Mahmut oraya yakın yerden geçerken Mustafa Beyin Doruk çarşısında ki iş yerine teşekkür ziyaretine gitti. Mustafa Bey oldukça memnun karşıladı. Ismarlanan kahveleri yudumlarken Mustafa Bey “Sevgili kardeşim, siz beni o gün çok yanlış anladınız, biz üç kardeşiz üçümüzde oldukça zenginiz”, Hiç kimse parasını mezara götürmedi, bizde götüremeyeceğiz. Bir gün Üçkardeş aramızda kararlaştırarak bir vakıf kurduk. Vâkıfın amacı geçek ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmaktı”.” O akşam dağda sizin sanatçı ruhunuzu, onurunuza düşkünlüğünüzü, sanatçı ve üretken yanınızı gördüm, üstelikte ihtiyacınız olduğunu hissettim. Bu duygular karşısında duyarsız kalamazdım. İnanıyorum ki benim yerimde sizde olsanız aynı teklifi yapmakta tereddüt etmezdiniz”
Mahmut bu hassasiyeti hiç beklemiyordu, şaşırdı, gözleri doldu, genzi sızladı. Bir zamanlar evlendirdiği gençler, yardım ettiği öğrenciler ve benzerleri bir film şeridi gibi gözlerinin önünden. Beklide ağlayacaktı amma yanlış anlaşılmaktan korktu. Birkaç dakika süren sessizliği bozan Mustafa Bey oldu “Mahmut bey biz kardeş olduk, lütfen beni kırma teklifim hâla geçerli, ben sana değil sen bana iyilik et ve sınır koymadan ihtiyacını söyle”. Bir kuruşu olmayan adam için bu reddedilmeyecek kadar büyük bir teklifti, kaç insana böyle zamanda, böyle durumda, böyle bir teklif yapılırdı ki?
Mustafa Bey Mahmut’a yüz lira verse bile yüzünde güller açardı, ne kadar çok ihtiyacı vardı bu kadar küçük paraya.”Bak Mustafa ağabey, Bursa’nın tamamı sizin olsa, tümünü bağışlasanız bir gün gelir; Yahu bu adam Gemlik’i neden vermedi, Mudanya’yı neden esirgedi, İnegöl’e kıyamadı, Kemalpaşa’da gözü varmış gibi bir hayli ithamlarda bulunurum”.
İkisi de bir müddet sustular, bu defa sessizliği bozan Mahmut oldu “Mustafa ağabey teklif edilen şey tekliften daha güzel olamaz, bırakın bu güzelliği ölene kadar kirletmeden tadını çıkara çıkara yaşayım” dedi.
Mahmut Mustafa ağabeysiyle o günden sonra üç ya da dört defa daha bir araya geldiler amma Mahmut o güzelliğin büyüsü bozulmasın diye izni kaybettirdi. Aradan yirmi iki yıl geçti fakat o güzellik hâla taptaze yaşıyor.
23.03.2010…..MUSTAFA YARALI
YORUMLAR
İnsanların güzel anıları olmalı ve anlatmalı nesillere..Hikayeni senin ağzından dinlemek de benim için paha biçilemez bir güzellikti. Mustafa Yaralı seni tanımak ve güzelliklerinden nasiplenmek ne büyük ayrıcalık, sonsuz minnetlerimi sunarım.Ruhun şad mekanın cennet olsun.
Mahmut bey belki malını mülkünü kaybederek geldiği Bursa'da onuruyla yaşamasını bilmiştir. Ancak hergöçeden bu kadar onurunu koruyamamıştır. Maalesef bazıları göçettiği yerde, kaybettikleri maldan ziyade onurlarını kaybetmişlerdir. Buda madalyonun arka yüzü.
Bu güzel yzınızdan dolayı sizleri tebrik ederim.