- 2333 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YIRTIK MEKTUPLAR!!!
‘Beni unuttuğun duraklarda arama boşuna
Şüpheli bir paket neredeyse, şimdi ben de oradayım…!’
Bir yazımın gölgesine yasladığım düşlerimi, birer birer gün ışığına çıkarıyorum bugün. Biliyorum! Çok suçum çok günahım var ama kimsesizliğin ortasında bir çocuk ne kadar cesur olabilirse, ben de o kadar cesurdum işte. Düşlerim vardı. Birde kimseye göstermediğim gülüşlerim. Eylüle üşüyen nabzım gibi Arap kızları camdan bakarken yitirdim hepsini. Geriye yemyeşil radyasyon pıhtıları kaldı. Birde koca koca enkazlar. Ben üzerinde balmumu olmayan adam, kuzeyimde isimsiz bir deniz köpürdü köpüreli; çarmıhta İsa kadar, Tur Dağı’nda Musa kadar acı çektim. Ama hiç ağlamadım. Ağladığımı görmedi kimse. Ne kanlı mendiller biriktirdim küf kokulu sandıklarda. Ve ne kilitler vurdum o sandıklara. Şimdi bunca yıl sonra kendi gölgesinden bile korkan bir korkak oldum. Suçluyum biliyorum. Üstelik mazeretim de yok. Eskisi gibi çocuk da değilim. Ve ne yazık yetimliğim de bitti.
Bilmem Farkında mısın ama Artık Orda Değilim…
Sahi, bensiz de açıyor musun pencerelerini? Savruk bir roman doluyor mu pervazlarına? Üşüyor musun? Külkedisi hiç geliyor mu aklına? O camdan pabuçlar… Geçti mi güz sancıların? Bitti mi zamansız haykırışların? Yanan avuçların söndü mü artık? Çözdün mü dilinin kemerini? Bağladın mı nemli saçlarını? Biliyorsun sana aklımdaki her şeyi söylemedim ya da söyleyemedim. Merakım bundan ötürü. Hıh! Aslında hiç de umursamıyorum ne yaptığını. Ve aslında hiç de umursamadığımı bil diye yazıyorum bu savruk yazıyı. Sırf gözlerimin hala yeşil, sözlerimin hala kıldan ince ve kılıçtan keskin olduğunu bil diye yazıyorum. Sırf bir şeyi anlatmak, ama hiçbir şeyi anlamamak adına yazıyorum. Sırf silemediğim gerçekleri karalamak adına yazıyorum.
Beni sorma! Ben anlatayım sen sormadan:
Bedenimde sancılar… Bedenim güneşte gevreyen bir dal misali. Isındıkça çatır çatır sesler geliyor. Ellerim ağustos gibi sıcak, ellerim cehennem kazanı.Ha bu arada kendimi arıyordum sağda-solda, dün ilk kez bir izime rastladım o eski Yalnızlık Sokağı’nda. Ama en delicesi de ne biliyor musun? Kendi kokumu özledim. Artık aşına olmadığım bir koku yayılıyor bedenimden. Öyle bir koku ki gölgem bile kaçıyor benden. Tepemde dolanıyor bir sürü akbaba. Nasıl bir kokuysa artık! Ha bir de sağ gözüm var. Sürekli seğirip duruyor. Nedendir bilmem ama galiba batı onun için biraz yakındı. Daha da uzağa atmalıydım onu. Mesela birkaç kıta uzağa. Beklide o zaman bu gel-gitler olmazdı, gözyuvasıyla arasında. Bu arada biliyorsun, bir süre önce ağustostu. Dudaklarımda çocukluğumdan kalma uçuklar ve ellerimde dünden kalma nasırlar iyice belli ettiler kendilerini. Eylülde daha da bir beyazdı saçım. Eskiden aynayı alıp sayabiliyordum. Şimdiyse saymaya üşeniyorum. Daha doğrusu korkuyorum. Eskiye nazaran daha olgunum sanki. Geçti destursuz naralarım. Küheylan bıyıklarımı kesti mütevazı berberler. Dizlerimde yol sancıları hala var. Ama bilirsin işte. Eylül geldi yine düştüm yollara. E boşuna gezgin koymadım ruhumun yalnız ve ağrıyan yanlarına. Giderken kapadım doğu penceremi. Beklide kuzeyi de… Beklide diyorum çünkü sağ gözümün seğirmesini hep bu pencereden biliyorum. Kuzeye ve doğuya inat batı kanadım hep açık. Varsın açık kalsın. Ne de olsa güneş batmak için uğrayacak cam diplerime. O zaman elbette ısınacak ağrılı dizlerim.
Sen sormadın ama ben birkaç satır da habercilerden bahsedeyim. Mürekkep Yürek Beyaz Gelincik’e çok içerlemiş. Çocuk gibi naza çekiyor kendini. İlla da ben kutuplara haber uçurtmam deyip duruyor. Beyaz gelincik ise hep mağrur ve mahzun bakıyor gökyüzüne. Her kasım rüzgârında, Mürekkep Yürek geldi gelecek diye bekliyor ama nafile. Her rüzgâr bin parça söküyor da bedeninden, Mürekkep Yürek yine de gelmiyor sırça köşkünden. Düşünsene! Periler bile artık uğramaz olmuş o dört ayaklı hengâmenin üzerine. Bense bir arabulucu gibi mekik dokuyorum Beyaz Gelincik ile Mürekkep Yürek arasında. Kaç çöl aştım bu yorgun ayaklarımla bilmem. Kaç haramiye yakalandım kıskıvrak, tahmin bile edemem. Belkide dudaklarımdaki bu uçuklar hep o çöl yolculukları yüzünden, ne dersin?
Zulüm! Çarmıhların katran kara çivisi… Alnımdaki dikenli tele ant olsun ki akrebin gölgesi düşmeden gözlerime, tüm yeminlerimi bozacağım bir çarşamba gününün arifesinde. Sonrası zaten perşembe. Ha bu arada birkaç gün önce yine perşembeydi. Sokaklarda ağladı sahipsiz kediler. Künyesinde Bağdat, Endülüs, Şam yazan aristokratlar geçti gözlerimin önünden. Her ne kadar benim sakalım tütün rengi olsa da, kaderim dünya dönüyor deyen adam benziyor aslında. Biliyorum! Aslında ben giyotine gidecek adamım ama beni idam edecek yürek nerde!
Neyse! Bak lafa daldım yine akşam oldu fark etmeden. Mektubu bitirmeden önce son bir şey daha söyleyeceğim sana: Bu adi şehir sokaklarına atsa da, çiğnetse de kalbimi; ezildikçe kırmızı damlıyor parlak neon lambalarının aydınlattığı kaldırımlarına. Unutma! Her şeye rağmen beni bulmak istiyorsan kaldırımlara bak. Çünkü hiçbir yağmurun gücü yetmez bu rengi yıkamaya.
üzerinde balmumu olmayan adam!