- 1489 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
pazar pazar İlkbahar....
Bu gün Pazar, ve ben işteyim yine, Winamp ımda şöyle insanı tutup kulağından taaa eskilerde bir yerlere götürebilecek melodileri olan türküler çalmakta.. Aylardan Mart olunca biraz kazma kürek yaktırma soğuğuyla beraber geliyor İlkbaharın ayak sesleri.. Ama ne olursa olsun bahar geliyor işte, gelecek, gelmek zorunda belki de.. İlkbaharı ne kadar sevdiğimi ve “İlkbaharda uç vermeye başlayan fındık yaprağı yeşilinin” bende uyandırdıklarını da göz önüne alınca, bir kez daha hayran hayran bakıyorum topraktan veya kuru bir ağaç dalından kendini göstermeye çalışan çiçekçiklere.. Hani insan ömrü de mevsimlere benzetilir ya bazen, ben hep ilkbaharı sevdim, şimdi sonbaharındayım sanırım, belki ondan, belki başka bir sebebi var benimde bilmediğim, ama ben ilkbaharı seviyorum ..
Nasıl sevilmez ki bahar, ilk aşk gibi bir duyguyla uyanıyor dünya, her şey ilk kez aşık oluyor ilkbaharda, ilk kez görecek toprağı yara yara dünyaya gülen çiçek güneşin ışığını, ilk kez dokunacak hoyrat bir arı özünde sakladıklarına… Yeryüzü çiçeklerle bezenecek ve her bir çiçek sanki bir görevi ifa etmek üzere gönderilmişler gibi (ki bence öyle sanırım) nerde olurlarsa olsunlar nazlı nazlı, narin narin gülmeye, sevmeye, sevdirmeye devam edecekler bakanları.. (yada görebilenleri diyelim..)
Belki de ergen bir delikanlının görünce dizlerinin bağını çözen, dillerini tutan ve her gece başını yastığa koyar koymaz Onunla mutlu olmaya dair hayaller kurduğu, bir kara kaşlıya yazılan “Sevgilim Ol Ne Olur” mektubunun içinden çıkacaktır kurumaya mahkum olarak, “Sen de bu çiçek kadar güzelsin ve bu çiçek kadar büyük bir mucizesin benim için“denecektir belki de bir kadına doğru uzatılırken ve o çiçek bir vuslata giden yolun nirengi taşı olacaktır bu bahar.. Ya da ne bilim, kırlarda sevgilisiyle el ele gezebilenlerden erkek olanı kopartıp gözüne ilişen kır çiçeğini, kadın olan gülün saçlarına iliştirebilecek ve karşılığında kocaman bir öpücük alacaktır mesela, yada akşam eve giderken gözüne ilişen çiçeği evdeki karısına götürecektir bir adam.. Belkide bir genç kızın günlüğünün arasında unutulacak ve yıllar sonra açılacak o sayfadan taaa bu günden o zamana gidecek bir duyguya elçilik edecektir.
İlkbahar sevilmez mi… “İlkbaharım, sevgilim, her şeyimsin Sen Benim” diye başlayan bir şiir yazabilmek için ilham gelecektir mesela bir şairin gönül kalemine, yeşeren yapraklar kim bilir kaç aşığın vuslatına yataklık edecektir, kim bilir kaç kaçamağın tek şahitleri olarak kalacaktır Sevgili’den “buse” alınan yerin ev sahibi çiçekler..
Bir çiçeğin güzelliğinde buluşacak vuslatı olmayanlara bile mutluluktur ilkbahar, hayat memat derken, çoluk çocuk derken, yaşamak savaşında boğulanların bile mutlaka içine yaşama dair Aşk’a dair, hatta yeniden ve yine Aşık olabilmeye dair bir umut verir yolda yürürken yol kenarında (alelade biryol kenarında) tüm saflığı ve güzelliğiyle, açılabilmiş bir menekşe. Bakımı ve ziyaretçisi çok bir bağda değil de, öylesine bir yolun kenarında açılmış olmaktan zerre kadar zul duymadığı renklerinden bellidir onun.. Ne olursan ol, nerde olursan ol ama “sev ve mutlu ol” diyordur görene..
Demiştim ya hani insan ömrünü mevsimlere benzetiyorlar ya bazı şairler, yazarlar yada, keşke haklı olsalar, keşke insan ömrünün mevsimleri de değişse bazen, yaşanan her kışın ardından çıkıp gelse ilkbahar, 5 yılda bir, 10 yılda bir, 20 yılda bir yada, ne bilim olsa keşke, keşke.. Aslında bu teze göre çocukluk ve gençlik dönemi oluyor ya hani ilkbahar, o zamanların ilkbahar olduğunu anlamak için yazı, yada sonbaharı görmek gerekmiyor olsaydı yada..Keşke farkına varabilseydik yada, anlayabilseydik, normal mevsimler gibi olmadığını insan ömrünün, başka bir ilkbaharın asla gelmeyeceğini..Asla ve asla bir daha 17 yaşına, 20 yaşına dönemeyeceğimizi…
………..
Yukarıdaki paragrafla bu paragraf arasında tam 6 saat var ve ben hala işteyim. Uyukladım biraz, biraz tv, biraz kitap (Zar Adam) ve dilimin ucuna takılıp bir türlü aklımdan çıkmayan bir şiirin mısraları, aslında onu hatırlayamadığım için ara vermiştim yazıma, sonra uzadı da uzadı, hatırlayamadım bi türlü, içimi kemirmeye başladı iki mısrası şiirin, sanki yarın kaldım hatırlayamadıkça, kalakaldım, “nasıl hatırlayamam yaaa, nasıl” diye hayıflanmalar başladı bi zaman sonra.. Aslında altı üstü iki satır şiir hepsi belki ama bazen olur ya hani “evet bu şiirde asıl anlatılmak istenen benim, benim ruh halim bu” der insan, yada bazı şarkı için, melodilerinde kendini bulursun, sanki dilime takılan o iki mısrada bulmak için kendimi içimi bir huzursuzluk kapladı anımsayamadıkça ve aradım “yarım kalan kelimelerimi tamamlayanımı” …
Sağolsun kırmadı beni yine, kıymalı makarnasını ocakta bırakıp (biraz sonra az daha yanacak olan) benim için açıverdi internetini ve biraz uğraşınca buldu içimi kemiren o şiirin mısralarını bana..
“Bir dostun sıcaklığına öylesine yaslamak istiyorum ki başımı..
Ya omzunu uzat Sevgili ya da telleri kopuk bir kemanı..”
Sunay Akın’ın “Sana Yakın” şiiriydi bu.. Tamamını şu an anımsayamadığım şiirin bu mısralarıydı beni tamamlayacak olan bu akşam.. “Ya omzunu uzat Sevgili ya da telleri kopuk bir kemanı..” dedim, “ama dedim sadece konuşsan da yeter aslında” güldü, gülümsedi, konuştu (54 dk) Sunay Akın’dan konuştuk, şairlerin aslında manyak olduğunu söyledim, normal bir aklın ürünü olamayacağını söyledim “okudukça adeta insanı sarhoş edebilen mısraların..” Sonra Volkan Konak ve Kuzey’in oğlundan bahsettik, bu Cuma ki programda okuduğu şiirlerden, Ayşem türküsünden, Elif Şafak’tan hatta..
“Bir Hitit çanağıyım toprağın bağrında,
Sen ilk kazısını yapan bir arkeolog ürkekliğiyle parmaklarının arasına al beni “
diye devam ediyordu şiir. Sesimin tonundaki değişimin ben bile vardım farkına, zira dedim ya içimi kemiren sıkıntının asıl sebebi o iki mısra değildi aslında o sıkıntımı dile getirebilecek uygun kelimelerdi sadece.. Aslında neydi sebebi ben bile bilmiyorum, kimse bilmiyor, işin kötüsü bilemiyor da aslında. Girişte bahsettiğim ilkbaharın ayak izlerine dair tüm güzellikleri kaplayan, insanın içini buz eden Mart havasıydı beklide esas sebep.. O ağaç dallarından çıkmaya çalışan, topraktan fışkırmaya çalışan çiçekçiklerin de en az benim kadar üşümesine üzüldüm belki de, belki de bu soğuk, baharın gelişini engelleyecek sanmışımdır içten içe, yada erteleyecek diye korkmuşumdur.
Öyle ya “ya gelmezse ilkbahar” ya o Aşka dair tüm duygular yaşanamazsa bu sene, ya “Aşık Ol” komutunu veren o fındık yaprakları, o her rengin sahibi çiçekler açmazsa bu sene..
………….
Dün köyümdeydim, oğlum ve kızımı da yanıma alarak gittim bir zamanlar ilkbaharı karşıladığım, Aşık olduğum defalarca, Aşk olduğum hatta, ayrılıklarımın ve vuslatlarımın yegane sahibi, yegane mekanı olan köyüme.. Köyün girişindeki ilk evin penceresinde yanan ışıklara baktım yine göz ucuyla, belki balkona çıkmıştır köye veda etmeden önceki en son aklımın ve gönlümün sahibi olan kadın diye.. Olur ya belki balkona çıkar ve yine yeniden göz göze gelebiliriz bakarsın yine ve yeniden titreyiverir dizlerim arabamın koltuğunda da olsam.. Ama sadece yanan ışıkları görebildim yine sadece, evinde çocukları ve suratsız kocasıyla mutlu olduğunu düşündüm, ona sevindim en azından. Benim düğünüme gelecek kadar acımasız oluşuna bir kez daha kızdım ama yeniden.. Sonra bi kaç eski dostla yapılan muhabbetin ardından devam ettim doğduğum büyüdüğüm eve doğru, aslında çocuklar olmasa yanımda, oturup uzun uzun yürüyüşler yapardım yine evlerinin önünde, “kime ne kardeşim yasak mı yolda yürümek” derdim soran olursa pişkin pişkin..
Eve yaklaşırken se “yemyeşil gözleriyle taa içime baktığı hissi veren, şeker tadı dudaklarından “yaşamak bu” denilen şehevi tadı aldığım ve tuzlu teninin ve yazmasının altında saklı saçlarının kokusunu bu gün bile hissettiğim komşu kızının anısını yadettim. Onun da penceresinin önünde sabahladığım günler geldi aklıma, pencereden doğru öpüştüğümüz geceler, fındığı patoza verirken bile o kalabalığın içinde kimseye çaktırmadan (en azından ben öle sanıyodum) öpmüştüm onu, kızmıştı bana aslında ama sonra aynını o da yapınca gülüşmüştük. Asker dönüşü sokak ortasında üstünde gezen tüm gözlerin önünde, onunla bir kez konuşabilmek için deli olan delikanlıların gözleri önünde “Hoş Geldin Askerim” diye bana doğru gelişi, ve kollarını boynuma sarışı sanki inat edercesine.. Aslında zamanı ve dünyayı durdurabilsem, yada kapatabilsem gözlerini kem bakanların tutup en az yarım saat doya doya öpebilecekken gül dudaklarından, kızmıştım ona orda, “ naapıyorsun” demiştim.. Sonra Transit 15 minibüsümün ön koltuğunda Uğur Işılak çalarken teybinde Giresun yolunun kenarında öpüşmeye başlayışımız ve arkadan korna çalan kamyonculara aldırmayışımız.. Yaptığımız en çılgın şeydi bu sanırım,
“babacım neden kendi kendine gülüyorsun ki” diye uyarmasa kızım yanımdan, evin kapısında odun keserken neden birden kaybolduğumu rahmetli babaneme anlatmaya çalışırken araya giren yine rahmetli dedemin durumu anlayıp beni kurtarışını da yaşayacaktım hayallerimde..Şimdi ikisi de köy mezarlığının yanındaki bahçemizin yanı başında yan yana yatarken ve bitirmişken tüm sorunları, dertleri.
Eve varıp “özlediği torunlarını gören babanne ve dede sevincini” bu sefer ben yaşattıktan sonra anne babama, dışarı çıkıp bir sigara içimi de olsa bir tur attım doğduğum ve kaç defa ilkbaharın gelişini yaşadığım mahallemin sokaklarında. Uzaktan yanan ışıklarını baktım bir zaman, ömrümün ilkbahar döneminde bi şekilde, bir süre kalbimi normalden daha hızlı attıranların şimdi içinde olmadıkları evlerin pencerelerine.. Herkes bir yana düşmüştü, kimi evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştı doğal olarak benim gibi, uzaklardaydı hepsi de, acaba onlarda bayram seyran köye geldikleri zaman benim baktığım gibi mi bakıyorlardır diye düşündüm düşen akşamın çöken karanlığın içine içine.. Gecenin taa içlerinde bi yerlerde benim gördüğüm yaşanmışlıkları görüyorlar mıdır acaba.. Yolda karşılaştığım eskinin çocukları şimdinin mahalle gençlerine imrendim biraz. Onların şahsında elime el fenerimi belime silahımı alıp gece gezmelerine çıktığım zamanları anımsadım bir kez daha..
“Kasımda da aşk başkaydı” ama yine de aklımda 17 yaşında, yeşil gözlü ve bir veda anında kızaran gözlerinden yaşlarını sildiğim kız vardı.
Aslında ne kadar çok sevdiğimi düşündüm bu köye gidişte, gururunu incittiklerimin ahı çınladı kulaklarımda bir an, canımı yakanları da büyük bir saygıyla ve hakkımı helal ederek andım..Hani insan bi kez aşık olur deriz ya hep, ve genelde ya en son birlikteliğimizdir o tanıma uyan, yada asla kavuşamadığımız ilk aşklarımız. Hayır değil öyle benim için değil en azından, ben hepsine de sonsuz bir Aşkla baktım, hepsini de Aşkla sevdim, Aşk la öptüm. Aşk’ın anlamı üzerine uzun uzun yazacak değilim aslında Elif Şafak anlatmış nasılsa..
Ama Aşk deyince kimseye bırakmak istemem o muazzam duygunun kırıntılarını bile, sadece mutlu mesut günlerini değil en kara en berbat, en acı, en rezil yanlarını bile yaşarım ben seve seve.. Güzel bir kadınla güzel sevişme sahneleri olan bir Aşk filminde yaşanan duygu dolu, romantizmin doruklarında yaşanan bir Aşk’ı kim istemez, ama birde geriye kalanları var Aşk’ın, izleri, acıları, çileleri, ağrıları, işte ben hepsine talibim, hepsini de en ufak ayrıntısına kadar yaşamalıyım, Aslında hep derim “Esas Aşk sadece İlahi Aşk’tır diye, ama biz günahkar kullara bahşedilen ve esas Aşk’ın staj yeri olan İnsana duyulan Aşk’ıda , madem sıradan bir kulum sonuna kadar yaşamalıyım” diye.. Aşk filmi izlerken o an ki ruh halimize göre yorumlarız esas oğlanla kızın ilişkilerini, bazen kavuşulur yaşanır Aşk, bazen ayrılıkta dahil olur Sevda’ya, bazen meşakkatli bir yolculuğun ardından yaşanan vuslattır Aşk, bazen se imkansızlıklara rağmen varılan sıla olur..
Oysa ben, yani günahları ve zaafları olan adam, belki de sadece birini yaşayarak Aşk’ı tatmak istemiyorum bu duyguların.. Aşkın a dan z ye tüm halleri, bütün belaları da başım gözüm üstüne diyerek çağırıyorum, çağırdım, yaşıyorum. “Aşk’ı asla bir kalıba sokmaya çalışmamalı” bunu öğrendim 30 yılda. Çünkü kuralı kaidesi yok, olmaz, olamaz Aşk sa mevzu bahis. Dünyanın neresinde olursa olsun, yorulan bir aşık varsa ben devralmaya hazırım tüm acı ve hüznüyle de beraber Aşk’ını.. Benim olsun derim bütün Aşk’lar, bana kalsın her yükü, ben ezilen olayım yükünün altında.. Zengin kıza aşık olan fakir mahalle delikanlısının hislerini de alırım, zengin züppeye Aşık olan işçi kızın hislerini de, Yada uzaklardaki Sevgilisine özlem duyan adamın, ilkokul öğretmenine aşık olan çocuğun, komşu kızıyla fingirdeşen ergenin, okuduğu romanın yazarına yada romandaki bir karaktere, aşık olan birinin, yolda sadece yan yana geçişirken göz göze gelebilmiş aşıkların, birbirini hiç görmemişlerin, msn den aşık olanların, aradaki yaş farkına rağmen birbirini sevenlerin, mahallenin ne dediğini umursamadan sevenlerin, başkasını sevenlerin, arkadaşının aşkını sevenlerin, ya ne bilim işte aklıma gelmeyen daha bir sürü Aşk, türü Sevmek türü, birbirine Aşk la bakan iki eşcinselin duyguları bile başım gözüm üstüne, ilkbaharda açılan herhangi bir çiçeğe böceğe, çalıya ağaca derin bir Aşk la bakan bahçıvanın, yaptığı yemeğe Aşk katan aşçının duyguları da dahil hepsi benim olsun isterim, hepsi, her zerresine kadar..
Her ne kadar bencilce ve imkansız gibi görünse de 30 yaşını aşmış bir adam için bu duygular, kime ne diyebiliyorum (kendi kendimeyken en azından.) Hem aşık olmak için kimsenin onayına muhtaç değil benim Aşk’ı yaşamam. Aşık olunanın bile onayı lazım değil. Ben aşık olurum her ilkbahar, sonra derin bir hüznü kalır genelde sonbaharda ellerimde, ama asla gocunmam bana kalbimin oynadığı bu kaçamak oyunundan. “Bir defa aşık olur ve ölürsün” anlayışı bana göre değil yani, her zaman kullanabilmeliyim bu duyguyu yaşama hakkımı ben, her ilk baharda, her ay belki, her gün hatta, her saat bile olsa gocunmam, her saat başında aynı Aşk la severim yine birini, herhangi birini, herhangi bir şeyi…
Çocukken (ortaokuldayken yani) aşık olduğum Gülnur la ilgili hayallerimin en sonu (sevgili olacağız, okuyacağız, lise ve üniversite dahil, sonra ben askere gideceğim sonra evleneceğiz, sonra sonra gerdek gecemiz olacak) yatak odasına çıkınca kendimden nefret etmiştim, böyle düşündüğüm için hala da gülerim kendime. Aşk’ımız liseyi bitiremeden, üniversiteye gidemeden, askerliğini yapamadan ve o malum anı yaşayamadan bitti gerçi ama o an ki kızaran yüzüm ve masum ilk aşkım çıkmaz aklımdan. Ondan sonraki birlikteliklerimin, Aşk larımın hemen hepsinin belki de tek ortak noktasıydı sevişmek hayalleri. Hayallerim mi kirlenmişti yoksa ben mi büyümüştüm.. Aslında alt yapısında “her fırsatta hakaret etmek için kullanılan bir eylem” olarak kullanılıyor olması vardı toplum belleğinde belki ama yine de Onun mahremine girdiğimi düşünmek bile kızdırmıştı beni kendime. Yani Aşk’ın içine şehvet girince kendine kızılanını da yaşadım, içinde şehvet olmadan olmaz denilenini de.
Zaman Aşk’ın başka başka türlerini de öğretiyor adam daha, öğrendikçe yaşıyoruz, yaşadıkça öğreniyoruz.. Aslında yaşamak böyle bişey belki de; bir Aşk’tan diğerine, bir türünden başka bir türüne geçerken geçen zamana “ömür” diyoruzdur belki de.. Belki de Aşk’ın başka bir boyutudur ölmek, belki onun için geri gelmek istemiyordur aslında öldü sandıklarımız.
Aşkla ve muhabbetle…
YORUMLAR
Zaman Aşk’ın başka başka türlerini de öğretiyor adam daha, öğrendikçe yaşıyoruz, yaşadıkça öğreniyoruz.. Aslında yaşamak böyle bişey belki de; bir Aşk’tan diğerine, bir türünden başka bir türüne geçerken geçen zamana “ömür” diyoruzdur belki de.. Belki de Aşk’ın başka bir boyutudur ölmek, belki onun için geri gelmek istemiyordur aslında öldü sandıklarımız.
Aşkla ve muhabbetle…
Bütün güzelliklerin dolu dolu yaşanması dileklerimle...
Akıcı, bahar tadında ve edebi ağırlıklı güzel bir yaı okudum...
Ellerinize sağlık...
Sevgilerimle.Selam ve saygılar...